Monthly Archives: Şubat 2016

VİYETNAM LAOS KAMBOÇYA; İZLENİMLER 1

Viyetnam, Laos ve Kamboçya, Hindiçin yarımadası diye bildiğimiz coğrafyanın büyük bir bölümünü kaplıyor. Bu topraklar bize tam 5 saat dilimi uzaklıkta bulunuyor, ancak üzerinde  yaşanmış ve yaşanmakta olan her şey bize hem çok yabancı bir o kadar da tanıdık geliyor.

Her üç ülke de ilginç kaynaşımların (füzyonların) ülkesi. Her şeyden önce bütün yarımada sakinleri genetik karışımlar sonucunda meydana gelmişler. Genel olarak Çinlilerden çekik gözlerini, Okyanusya halkından kalın dudaklarını, Hintlilerden de esmer tenlerini almışlar demek mümkün. Ancak yarımadanın kuzey kısımlarında daha Asya kökenleri biraz daha baskın, güneye inildikçe Okyanusya ve Hint kökenleri daha belirginleşiyor.

Continue reading… →

UZUN YOLA GİDİYORUM

Şubat tatilinde, Viyetnam Laos Kamboçya turuna katıldım. Bu gezi,  benim ilk kez sosyal medyada naklen yayın yaptığım bir gezi idi. Normalde gidip gelirim, gördüklerimi anlatmaya bile üşenirim. Hatta bütün zamanların en çok anlattığım gezisi ilk Gelibolu gezimdir. Şimdi bu bloğu yazarken gezilerimden en etkilendiğim şeyleri de yazmaya çalışıyorum, sanırım yazdıkça bu blogda dünyanın her yerinden birkaç dokunuş olacak.

Continue reading… →

BİLİYORSUNUZ BİZİM İŞLER YORGUNLUK

Elazığ’a gideli daha bir ay olmuş ya da olmamıştı, Hikmet Ceren Elazığ’a askere geldi. Hikmet hem bütün tıp fakültesi hem de asistanlık boyunca birlikte çalıştığım bir arkadaşımdır, aslında aynı gün mecburi hizmet kurası çekmiştik ve ben Fırat Üniversitesi’ni (Elazığ) çekerken o da Bingöl ya da Bitlis gibi bir yeri çekmişti.  Bu kuradan sonra da önce askere gitmeye karar vermiş, acemiliğini geçirdikten sonra Elazığ’a tayin olmuştu.  Onun gelmesi bana inanılmaz bir güven duygusu aşıladı. Tabii ki hemen askeri hastanede işe başladı. Ben büyük bir sevinçle arkadaşımın askeri hastaneye geldiğini hastanedeki diğer arkadaşlara anlatınca, bir başka mecburi arkadaşımız da orada çalışan bir sınıf arkadaşı olduğunu anlattı. Hepimiz kendimizi çok gariban ve yalnız hissettiğimiz için bir öğlen vakti askeri hastaneye gidip oradaki doktorlarla tanışmaya karar verdik. Fazla da zaman kaybetmeden bir gün, öğlen tatilinde, arabalarımıza doluşup askeri hastaneye gittik. Önceden haber verdiğimiz için bizi bahçede karşıladılar, biz 8-10 kişi idik, onlar belki biraz daha kalabalık idiler. Bahçedeki çardakta çay içip çok güzel bir yarım saat geçirdik, buluşmaya devam kararı alıp işimize döndük. Bu buluşma askeri hastanede bir heyecan dalgası yarattı, her kes bizi görmek için bahçeye geldi, hemşireler, doktorlar, çalışanlar belki 50 kişi ile tanıştık.

Bu kalabalıkta en çok aklımızda kalan Avni adında bir teğmen oldu. Son derece sempatik, konuşkan, esprili bir insandı, bizi gülmekten kırdı geçirdi. Toplantıya birkaç dakika geç kalmıştı ve bize yetişmek için araba ile gelmişti, arabasını da hemen yanımıza park etmişti. Bu nedenle 06 plakalı, beyaz renkli bir Renault 9 kullandığını biliyorum. Aslında araba modellerini hiç tanımam, hele hele plakadan kimin arabası olduğunu anlamak bana göre hiç değildir. Bu konuda hiçbir zaman başarılı olamadım, ama çok yakın bir zamanda araba almaya niyetli olduğumdan o sıralarda araba modellerine bakıyordum.

Ben Elazığ’a ilk gittiğim zamanlar renkli kıyafetlerim ve modern makyajım ile son derece dikkat çekiyordum. Bu rengarenk halimle bir de Elazığ caddelerinde tabana kuvvet yürürdüm, mümkün olduğu kadar servise binmezdim. Bir gün gene evden çıktım, hızlı hızlı şehre doğru yürüyorum. Evden çıkalı daha 20 metre bile olmamıştı ki önümden 06 plakalı beyaz bir Renault 9 geçti. Acaba Avni mi diye arkasından baktım, Avni de beni fark etmiş olmalı ki 4-5 metre önümde zınk diye durdu ve dikiz aynasından o da beni tanımak için dikkatle baktı. Avni askeri kıyafeti ile şoför koltuğunda oturuyor, yanında da başka bir adam var. Geri geri gelmeye başladılar, ben de ona zahmet olmasın diye hızlıca hatta adeta koşarak arabaya yetiştim ve arka koltuğa atladım. Büyük bir samimiyetle konuşmaya başladık. Şoför koltuğunun baş desteği olduğu için ben Avni’nin sadece askeri kıyafetinin yakasını ve asker traşlı başını profille ense tıraşı arası bir açıdan görüyorum, aslında gördüğüm en net şey asker traşlı bir kafa ve gözlük sapı. Yolcu koltuğundaki adamdan ise hiç ses çıkmıyor, hatta vücut dilinden oldukça utandığını anlıyorum. Elazığ’da erkekler tanımadığı kadınlarla pek de konuşmaya hevesli olmadıklarından adamın halinden hiç şüphelenmedim.

O sıralar henüz Elazığ’ı da tam olarak bilmiyorum, ama işe gidiyorum dedikten sonra kabaca hastane tarafına doğru gidiyoruz, bu kadarından eminim. Hastane yönünde epeyce yol aldıktan sonra, ana yoldan başka bir yola saptık,  Avni ‘’buradan da gidebiliriz’’ dediği için hala hiç şüphelenmiyorum. Gittiğimiz yol bir müddet sonra bozulmaya başladı, tam bu sırada Avni sandığım adam kafasını bana doğru çevirip ‘’artık tanışmamızın vakti geldi’’ demesin mi? Aaa baktım yüz başka bir yüz, gözlük başka bir gözlük, kısaca adam Avni değil. Aklımdan bin bir düşünce geçti, hiç bilmediğim bir yerde hiç bilmediğim iki adamla bir arabanın içindeyim, üstelik arabaya koşa koşa atlamışım, bir de adam işler nasıl diye sorduğunda ona ‘’biliyorsun işte bizim işler yorgunluk’’ diye cevap vermişim. Zınk diye dondum. Çığlık atsam, arabaya koşa koşa kendim bindim, histerik kahkahalar atsam, durumum hiç de gülünecek bir hal değil. Adama ‘’ben sizi tanıdığımı düşünmüştüm’’ diye zavallı bir açıklama yaptım. Artık yüz ifadem ne hal aldı ise adam Elazığ’da bol bol bulunan pavyonlarda çalışıp da gündüz gözü ile iş tutmak isteyen bir hayat kadını olmadığımı anında anladı. Üstelik Avni’yi de tanıyordu. Beni hemen bırakmak istediler, ama bulunduğumuz yeri bilmiyordum, böylece beni hastanemi kolayca bulabileceğim bir noktaya getirdiler ‘’tamam burası’’ diyerek kendimi sokağa attım. Ama yolun karşısına geçip de kendi hastaneme ulaştığımda, artık histerik şekilde gülüyordum. Şimdi geri dönüp baktığımda ne büyük bir tehlike atlatmış olduğumu anlıyorum. Hala o dama ‘’BİZİM İŞLER YORGUNLUK’’  dediğime yanarım.

Show Buttons
Hide Buttons