Geçen hafta, Sapanca’da, 81 Hacettepe Tıp mezunlarının 35’inci mezuniyet toplantısına katıldım. Hem giderken hem de dönerken uçak rötarları yüzünden çektiğim zulüm haricinde her şey muhteşemdi.
Aklımda kalan bazı anekdotlar şunlar;
Turgay Şenen bu toplantıyı düzenlerken, ciddi bir tur operatörü gibi her türlü ayrıntıyı düşünmüştü. Biz, 10-15 kişi Perşembe sabahı Sabiha Gökçen havaalanına gelip, oradan Sapanca’ya transfer edilecektik. Bir gün önce, Meral Gültekin beni arayıp, bu transfer işinin düzgün gitmesi için Turgay tarafından görevlendirildiğini, ertesi gün havaalanına iner inmez onu aramamı istedi. Hatta havaalanında buluşacak gurup için bir de watsap gurubu kurdu, dolayısı ile İstanbul’a iner inmez arkadaşlarımdan bazıları ile buluştum, mesela, Ferda Toyganözü ile mezun olduktan sonra ilk kez, Seymen Bora ile de çok uzun yıllar sonra karşılaştım.
Gurubumuz minibüse yerleşip de Sakarya’ya doğru yol almaya başladığımız andan itibaren gülmeye başladık. Nedense hepimiz bir yaşlılık kompleksine kapılmışız, şakalar bu yönde olmaya başladı. Meral arabaya oturur oturmaz, görev tamamlandı deyip, kendini watsap gurubundan çıkınca ve hele de bir ara koltuğuna su dökünce, gurubumuzda bir de Süreyya Paksoy olunca kızcağıza epeyce bir yüklendik. Allah var, şaka kaldırma konusunda hayli dirençli çıktı.
Sakarya’daki Güral oteline vardığımızda, Turgay, bizden önce gelmiş arkadaşlarımızla birlikte, başında Demirel şapkası ve elinde bir mikrofonla, ‘’Ankara’nın bağları’’ türküsü eşliğinde karşıladı. Karşılıklı göbekler atıldı, sarmaş dolaş olundu, pek keyifliydi.
Bizi otele bile sokmadan araçlara bindirip doğruca ‘’Islama Köfte’’ yiyeceğimiz lokantaya götürdüler. Lokantada Turgay, kırmızı kıyafetler giydi, elinde mikrofon, her masada dolaştı. Islama köfte diye gittik, ama yemediğimiz şey kalmadı. Biz oldukça uzak bir masada oturduğumuz için servis hep gecikti. Serhat Önal, bizim masalara servis gelmedi deyince Turgay, köfteleri kendi elleri ile getirdi. Bu jeste karşılık olarak, Serhat da Turgay’ı eli ile besledi. Resimlere bakınca şık bir jestten ziyade, çatalla bademciklerini almaya çalışıyor gibi görünüyor.
Bundan sonra Sapanca gölü etrafında küçük bir gezi yapmak üzere yeniden arabalara doluştuk. Bu yol boyunca artık nereden icap ettiyse, arkadaşlara ‘’beni herkes birilerine benzetir, eltisine ya da görümcesine benzeten o kadar çok kişi var ki şaşarsınız’’ demiştim. Bu sözlerim insanları güldürdü, meğer kimse kolay kolay görümcesini ya da eltisini sevmezmiş, durumum pek iç açıcı bulunmadı. Biz Sabiha Gökçen gurubu olarak gene minibüsteydik, göle otobüslerden daha erken ulaştık. Figen Gürakan, Ferda, Meral ve ben, bir koşu yürüyüş yapıp geri dönerken büyük gurup henüz yeni karşıdan geliyordu. Gülay Çelebi Erenus uzaktan geri dönüğümü görünce ‘’Bu gelen kadın, bizim Ayşenur’a ne kadar çok benziyor’’ diye düşünmüş. Yani ömrüm boyunca hep birilerine benzetilmiş olan ben, bu gezide nihayet kendime de benzetildim.
O akşam oteldeki yemekte Mustafa Torun elleriyle çiğ köfte yoğurmuş ve herkesi elceğiziyle beslemiş. Ben yemeğe geç gittim, bu manzarayı sadece resimlerden gördüm.
Yemekte Fatma Uzun Gümrük, Ayşegül Tokatlı, Reşit ve Gülnur Tokuç ile oturdum. Reşit benim bildiğim ürolog, ama metabolizma uzmanı gibi konuşuyor, bir de inanılmaz kilo vermiş, hepimiz arkasından dedikodu yaptık, çok zayıf olduğunu ve biraz kilo alması gerektiğini söyledik. Ne de olsa çoğumuz hayli genişlemişiz, normal kiloda kalanlar yakışıksız (!) kaçtı.
Ertesi sabah erkenden kahvaltıya inince Turgay’ı Ayşegül Tokatlı ile hesap yaparken buldum. Biraz sonra da Ankara’dan gelen treni karşılamaya çıkacaklardı. Bir gün önce karşılanma şeklimden kendimi çok özel hissetmiştim, şimdi ben de gelen arkadaşlarıma aynı duyguları yaşatmak istedim. Hemen onlara katıldım ve gelen ekibi karşılayan çengilerden biri de ben oldum. Ankara trenini bekledik, tren gelince de perona dalıp, göbek atarak arkadaşlarımızı karşıladık.
Buradan dönerken nasıl başardığımı bilemiyorum ama Turgay’ın eşinin arabasına binerken kendimi kapı ile araba arasına sıkıştırdım. O karambolde bileziğim kırılarak yere düştü, sol kulağım zedelendi, sağ uyluğum morardı, acıdan gözlerimden kan çıktı resmen.
O gün Taraklı ve Göynük’e gittik. Bu gezide hem otobüste hem de lokantada Aliye Kırtız ile birlikte oturdum. Dün Aliye telefon etti, o da sadece benimle yeterince birlikte olabildiğini düşünüyor, oldukça da yorulduğunu söyledi. Artık gerçekten enerjimiz azalmaya başlamış, bir sonraki toplantıda bu kadar gezmeyelim, daha çok birbirimizle zaman geçirmeye fırsatımız olsun diye düşünüyorum.
Gala yemeğimizde, Mali namlı bir sanatçı gecemize gerçekten büyük bir coşku kattı. Bizim sınıfın aşk şarkısı mı desem, milli marşı mı bilemedim, ama Sebahattin Ali’nin Sinop hapishanesinde yazdığı, daha sonra besteci Kerem Güney tarafından bestelenen ‘’Aldırma Gönül’’ türküsü Edip Akbayram tarafından seslendirilince o yılların hit şarkısı olmuş, neredeyse gençliğimizle özdeş hale gelmişti. Daha sonra sınıf toplantılarımızda zaman zaman hep birlikte seslendirdiğimizi de çok net hatırlıyorum. Mesela 5 yıl önce Samsun’da toplandığımız zaman şarkıcıdan istemiştik, ama bilmediğini anlayınca hepimiz birlikte bağıra çağıra söylemiştik. Bu sefer Mali söyledi, biz de eşlik ettik.
Ertesi sabah Acarlar Longozuna gittik, ardından da tam Sakarya nehrinin Karadeniz’e döküldüğü bir noktada balık yedik. Bu arada Organizatörlerimiz Turgay Şenen ve Rindol Conkar ellerinde güle güle yazılı bir pankart ve Ankara’nın bağları türküsü ile bir kayıkla önümüzden geçtiler. Bu sanırım en güzel anlardan biriydi.