Bana sorarsanız çok açık sözlüyüm, her şeyi açık açık söylemek taraftarıyımdır. Hiç öyle imalı, üstü kapalı konuşmalar yapamam, olanı olduğu gibi dan dan söylerim. Buna rağmen kendimi bir türlü ifade etmeyi başaramadığım pek çok durum/insan oldu. Hayatım boyunca defalarca, benden mutlaka bir cevap bekleyen, ancak söylediklerimi duymayı ret eden, bir çok seçici sağırla karşılaştım. Seçici sağırların ortak özelliği kendi düşüncesine aykırı herhangi bir sözü duymayı ret etmeleri, buna karşılık kendi düşüncelerini karşısındakine zorla benimsetme ihtiyacı ile ısrarcı olmalarıdır.
Mesela aileye çocuğun diabet olduğunu ve tip 1 diabetin ömür boyu sürecek bir hastalık olduğunu söylersin. Aile buna inanmak istemez. Önce sözlerini yeniden gözden geçirmeni sağlamak için aile büyüklerini seninle konuşmaya gönderir, sonra araya başka hatırlı kişileri sokmaya çalışır, bundan sonra da internetten öğrendiği pankreas naklinden, başka bir doktora, ülkeye gidişe kadar çeşitli seçenekleri öne sürer. Yeter ki ona çocuğunun bu hastalıktan kurtulacağını söyleyesin.
Bu elbette son derece anlaşılabilir bir durum. Genellikle tanı koyduğumuz ilk gün, diabetin düzelmeyecek, ancak çok etkili tedavisi olan bir hastalık olduğunu aileye kısaca açıklayıp, bu fikre alışmaları için zaman verirdim. Durumu sindirebilmeleri, söylenenleri anlayabilmeleri için kısa da olsa bir zaman vermek çoğu zaman işe yarardı. Artık çocuğun hastalığının düzelmeyecek olmasından başka sözleri de duymayı başarırlar ve tedaviyi öğrenme konusunda gönüllü katılımları ancak bundan sonra başlardı. Yani böylesi panik ve kabullenme zorluğu anları ‘’geçici seçici sağırlık’’ durumudur ve uygun bir yaklaşımla kolayca çözülebilir.
Ama bir çok durumda ‘’seçici sağırlık’’ kişinin tercihan edindiği ve kırılması çok zor bir davranış kalıbıdır. Mesela bir fikre körü körüne bağlanmış bir kişiye ne dersen de seni duymayacaktır. Mutlaka kendi düşüncesini savunan argümanları bulacaktır. Boşuna dememişler, batıl bir inancı kırmak atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur diye.
Ben de bu gibi durumlarda, artık anlaşılmak isteğimden vaz geçtim. Anlamama duvarını karşıma dikip de gene de benden cevap bekleyen kişileri mümkünse duymazlıktan geldim. Mümkün değilse, o kişi ile ilişiğimi kestim. Böylece o kırılmaz, bükülmez inancını ve görünmez ses duvarını alıp benden uzakta bir yere, bir başka kişinin başına ya da cehennemin dibine, ölüsünün körüne filan dikebilir.
Bazen de işler tamamen anlamsızdır, karşındakinin neden bu kadar basit bir konuda böyle bir ısrar geliştirmiş olduğunu bir türlü anlayamazsın.
Mesela benim saçlarım kıvırcıktır ve bu saçlardan çok çekmişimdir. Okul öncesinde saçlarım belime kadar uzundu, banyodan sonra saçlarımı taramak bir işkence idi. Tarak saç düğümlerine girer, kafa derim çekilir, saçlarım kopar, canım acırdı. Ailede tek kıvırcık saçlı bendim. Saçlarıma parmakla lüle şekli verilebildiğinden, annemden, öğretmenlerime kadar herkes saçlarımla oynar, çekiştirip durur, lüle yapıp bozarlardı. Düşünün, herkesle birlikte sınavdasın, kağıda cevapları yazmaya çalışıyorsun ve öğretmenin tepende durup, parmakları ile saçlarını büküyor. Sınava mı konsantre olayım, öğretmen bu arada kağıdımı okuyor mu, yanlış bir şey yazıyor muyum diye mi düşüneyim bilemezdim.
İlk okula başlamadan hemen önce saçlarımı kestirdim ve bir daha asla o kadar çok uzatmadım, çünkü insanlara güzel ve şık görünmenin benim için önemli olduğu gençlik yıllarımda düz saç modası vardı. Saçlarım toplanacak kadar uzunsa, at kuyruğu yapar, en azından yüzümün etrafında saçaklanmalarına engel olurdum. Çoğu zaman kısa saçlı gezerdim hatta arada bir kafama eser erkek tıraşı yaptırırdım.
Asistanlık dönemime gelince kıvırcık saç modası çıktı, ben de rahata kavuştum, çoğunlukla kısa olan saçlarımı oldukları gibi darmadağın bıraktım. KTÜ’de çalışmaya başladığım yıllarda hala kıvırcık saç modası vardı, pek çok kişi perma yaptırıyordu, bense kıvırcık saçlarımın sefasını sürüyordum.
O sıralar dümdüz saçlı bir poliklinik hemşiremiz var. Ne zaman poliklinik dinlenme odasına gidip bir bardak çay içmeye kalksam, bu hemşire hanım hemen bana ‘’permanızı nerede yaptırdınız?’’ diye soraradı. Ben saçımın doğal kıvırcık olduğunu söylerdim. Ancak o hiç inanamamış bir şekilde, bir de utanmadan yalan söylüyorsun edası ve ses tonu ile dudak kıvırıp ‘’Ya, ben perma sanmıştım da’’ derdi.
Aramızdaki bu replik, hemen hiç değişmeksizin, iki yıla yakın bir süre haftada en az bir iki kez devam etti. Giderek kadının ‘’ben perma sanmıştım’’ derken çevresindeki diğer insanlara ‘’bakın nasıl da gözünü kırpmadan yalan söylüyor’’ manasına göz kaş işareti yapmaya başladığını fark ettim.
Ne diyeceğimi bilemeyip, gittikçe çaresiz hissediyorum, bir maraza çıkarmak istemiyorum. Belki sormaktan vaz geçer ümidiyle, bazen ‘’vallahi benim kendi saçım’’ diyorum, bazen ‘’ben kıvırcık saç sevmem, neden saçlarımı üzerine bir de para verip bu hale getireyim ki ‘’ diyorum. Hayır, mümkün değil kadın inadından vaz geçmiyor, illa da kuaförümü ve adresini öğrenmeye çalışıyor. Bir gün dayanamadım ‘’Kuaförüm anam, çünkü beni böyle doğurdu, demek ki istediğin adres Sülüklü Mezarlığı’’ dedim.
Ama ne dediysem kadının iradesini kıramadım. O odaya her gidişimde artık kuaförümü sakladığım için yüreğinde gittikçe artan bir kinle bana permamı nerede yaptırdığımı soruyor. En sonunda bir gün dayanamayıp ‘’ bu soruyu yıllardır soruyorsun, her seferinde aynı cevabı alıyorsun, madem cevabıma inanmıyorsun neden sormaya devam ediyorsun’’ dedim. Kadın karşımda gözlerini açıp ‘’ben ne zaman sana saçın perma mı diye sordum ki’’ demesin mi? Allah’tan diğer hemşireler ‘’bizim yanımızda da defalarca sordun’’ dediler de yalancı çıkmaktan kurtuldum.
Aslında kadın haklı idi, çünkü bana saçın perma mı, değil mi diye sormuyordu. Saçımın perma olduğundan emindi, permamı nerede yaptırdığımı soruyordu. Kendi düşüncesine o kadar kapılıp gitmişti ki, benim doğru söyleyebileceğime ihtimal vermiyordu. Yeterince ısrar ederse bir gün artık pes edip, kuaförümün adresini vereceğimi düşünüyordu. Ben vermedikçe de hırslandıkça hırslanıyor bu bilgiyi edinmeyi artık sosyal yaşam gayelerinden biri haline getiriyordu.
‘’Bana artık nerede perma yaptırdığımı sorma’’ dediğim günden sonra da, kadın bana selam vermedi, benden selam almadı, benimle tek kelime bile konuşmadı, arkamdan gıybet, beddua etti durdu.
Halbuki madem ben sana adres vermiyorum, git başkasından bir kuaför öğren, ya da gerçeğe daha uygun olarak belki de saçı perma değildir diye düşünmeye çalış. Böylece kendi hayatın da kolaylaşır, bana da eziyet etmekten vaz geçersin, değil mi?
Dün ortak bir tanıdığımızla karşılaştım. Aradan 20 yıl geçti, hala ağzından alevler çıkarak, benim ne kadar hırslı ve kıskanç bir kadın olduğumu söylüyormuş.
O yıllara ait resimlerimi buldum, kıvırcık saçlarımı rüzgarda savurup ayağı yanık it gibi, Trabzon’u, Türkiye’yi, ve Dünya’yı gezmişim.