Geçen hafta Çanakkale’de Troya festivali vardı. Festival için Fazıl Say’a bir eser ısmarlamışlar. O da, çalması oldukça zor olan 40 dakikalık bir beste yapmış, Troya isimli bu eserin dünya prömiyeri de Çimenli kalesinde sahnelendi.
Büyük bir hevesle gittiğimiz, uzun uzun kuyruklarda sıra olarak içeri girdiğimiz konser, tam bir hayal kırıklığı oldu. Çünkü geç kaldık, sahneye yakın bir yer bulamadık. Millet çoluk çocuğu ile gelmiş, etrafımızda derhal çimenlere kilimler serildi, çocuklar bacaklara yatırılarak sallanmaya başlandı. Herkes hep bir ağızdan avazlanarak sohbete daldı. Çekirdek çitledi. Sahneyi görme hevesiyle bahçedeki tarihi silahların, topların tepelerine çıkmaya çalıştı. Haliyle görevliler devriye gezip, onları aşağı indirmeye, insanları sigara içmemeleri konusunda uyarmaya çalıştı.
Yani çevremizde piyano sesinden gayri her türlü ses, her türlü insan aktivitesi mevcuttu. Yarım saat içerisinde, etrafımızdaki 3/5 metre çaplı alanda neredeyse seyyar bir mahalle kuruldu. Ve görebildiğimiz kadarıyla bütün bahçeyi bu mini mahalleler doldurmuştu. Eğer birkaç metrekarelik boş bir arazi parçacığı varsa, burası da ya karınca yuvasının üzeriydi, ya da birkaç dakika içerisinde karınca misali insan doluyordu.
Sonuç olarak, değil konseri, konserin anonsunu bile duyamadık, büyük bir hayal kırıklığı içerisinde erkenden ayrıldık.
Muhtemelen, piyanist, piyanonun sesini bastıracak bir ses düzeneği olmasını istemedi. Ancak herkese açık, açık hava konseri yapıyorsan gelen herkese sesi duyurmak için bir çare bulacaksın. Üstelik piyanistin açık havada çalmasına da hiç gerek yoktu. Piyanoyu kale içerisine kur. İçeride bir piyano ve 100/200 kişilik protokol koltuğu alacak kadar yer nasıl olsa bulunurdu. Dışarıya da büyük ekranlarla konseri izletirdin. Böylece hem piyanist gürültüden uzak konserini verebilirdi, hem de geniş kalabalık da bir şekilde dinleyebilirdi.
Bir türlü Sermin’i evden erken çıkmaya ikna edemediğim için bende de hata var elbette.
İlk girişim böyle şanssız sonuçlanınca diğer etkinliklere gitmeye pek de istekli olamadım. Neyse ki son anda bir şiir dinletisine gidip, ilk kötü izlenimi sildim, meğer kaledeki problem diğer mekanlarda yokmuş, pek ala güzelce sahneler hazır edilmiş. Bunu fark edince de birkaç programı kaçırdığıma üzüldüm. Neyse artık seneye tecrübeliyim, kalede olan konserlere erkenden gitmek koşuluyla beğendiğim her programı izlemeyi düşünüyorum.
Geçen hafta festivali olmasa da gökyüzünü izlemeyi ihmal etmedim. Gökyüzü çok hareketliydi. Yeniayda tam olmayan gir güneş tutulması vardı. Bu sırada Venüs, Jüpiter, Satürn, Merkür ve Mars son derece belirgin bir şekilde görünüyordu. Üstüne üstlük bir de perseid meteorlarının meydana getirdiği yıldız yağmurları vardı. (Bu arada astrolojik olarak da geçen hafta neredeyse bütün gezegenler ters hareketteydiler. Yani aslında işlerin hep ayağa dolaşacağı zamanlar.)
Sadece gökyüzü değil yeryüzü de çok hareketli. Resmen yavrular bastı bahçeyi. Üç ay önce kendi tekirimiz Masti bizi terk etmeden önce bahçeye biri hamile (Dilenci), diğeri de daha yavru ( Sarı Gacı) iki dişi kedi dadanmıştı. Dilenci 2 ay önce doğurdu, bu arada Sarı Gacı da hamile kaldı ve ağustos başında o da doğurdu. Tabii bu hayvanlar köyde anne terbiyesi ile büyümüş, kedi olmanın her türlü sırrını bilen kediler. Biri zaten yaşlı hadi o tecrübeli diyelim, ama daha kendisi yavru olan kedi de yapması gereken her şeyi biliyor.
Uzun lafın kısası bu kediler doğuracakları ve yavrularını saklayacakları yerleri önceden saptıyorlar. Her iki kedi de son derece kuytu yerlerde doğum yaptılar. Bize sadece yemek için gelmeye başladılar.
Sarı Gacının yavruları hala kuytuda, ancak Dilenci yavrularını geçen hafta bizim bahçenin iyice yakınına taşıdı. Yavruları yavaş yavaş bize göstermeye başladı. Birkaç günden beri bahçe telinin arkasından yavru besliyoruz. Yavrular son derece korkak ama yavaş yavaş bize alışmaya başladılar.
Dün yavrulardan birinin bacağı tele dolandı. O minicik şeyden CARRAK CARRRAKKKK diye kocamak sesler çıktı. Ben yavruyu oradan kurtarana kadar, anne kedi delirdi, hiç huyu olmadığı halde tırnak çıkardı, tısladı, gücü yetse bizi parçalardı. Şimdi ise artık bahçeye bile gelmeye zahmet etmiyor, telin arkasından nazlı nazlı göz süzüp yemeğini ayağına bekliyor. Karnı gene şişkin, sanırım yeniden hamile kaldı.
Ben de geçen hafta öksüz kalmış yavru bir sokak köpeği edindim. Adını Pırtık koydum. Son derece sevimli bir şey şimdilik ne kediden ne diğer köpeklerden ne de insanlardan korkmuyor. Bütün gün onunla oynamamı bekliyor. Kuyruğu sallanmaktan kopacak diye endişe ediyorum. Şimdilik çok minik olduğu için bayağı vaktimi alıyor. Sürekli suyunu döktüğü için tazelemem, sık sık tuvaleti için yürütmem gerekiyor.
Sarı Gacı, son derece alan korumacı bir kediciktir, kesinlikle Dilenciden ve yavrularından nefret ediyor, Pırtık’tan ise ödü patladı. Böylece hem yavru kedicikleri beslediğim alandan hem de Pırtıktan uzakta beslenmesi gerekiyor. Sarı Gacının bir de gizlice gelen ve insanlara en fazla 2 metre yaklaşan bir erkek kardeşi var, o da bizim bahçeden besleniyor.
Sonuç olarak bahçenin bir yerine koş, Dilenciye ayrı, bebeklerine ayrı mama ver. Diğer köşesine koş Pırtık’ı besle, gezdir, koştur. Başka bir köşeye git Sarı Gacıyı besle, onun işi bitince kardeşi aç kalmasın diye mama kabının dolu olduğundan emin ol. Tuhaftır. Sarı Gacı ve kardeşinin yediği mamayı kesinlikle Dilenci yemiyor. Pırtık ise ona aldığım mamayı değil de kedi mamalarını yemeye çalışıyor.
Bir haftadır tepe sersemi oldum. Kimi ne zaman nerde hangi mama ile besleyeceğimi bile karıştırmaya başladım.
Dün komşumuzun ineği yeni bir buzağı doğurdu. Yani etrafımız bebek kaynıyor. Neyse, şükür, son bebeği ben beslemeyeceğim.
Bu yazıyı okuyan kedileri kısırlaştırmamı isteyecek biliyorum. Ama burada işler farklı. Her şeyden önce köyde bayağı hayvancılık yapılıyor. Kediler, köpekler çok seviliyor. Köpekler çoban olarak, kediler ise kemirgen avcısı olarak çalışıyorlar. Her bahçede birkaç kedi bakılıyor. Bu kadar ağılın olduğu bir köyde çok gerekliler. Köye ilk taşındığımız dönemde köyün kedilerine bir hastalık vurmuştu, şu anda bütün köyde 1,5 yaşından büyük kedi sayısı çok az. Yani henüz köyün kedi nüfusu kısırlaştırma gerektirecek durumda değil.