Dünya nüfusu geometrik olarak artmaktadır. Dünya üzerinde yaşayan insan sayısı ancak 1800’lerin başında bir milyara ulaşabilmiştir. İki milyar olması 125 yıl almıştır. Şu sıralarda ise her 15 yılda bir milyar artmaktadır.
Şimdi büyük bir problemle yüzleşme zamanıdır, bu kadar insan nasıl beslenecek?
Her şeyden önce tarımdan ve hayvancılıktan elde edilecek ürünler artık iklimin, böcek istilasının, bitki hastalıklarının insafına bırakılamaz.
Böylece tarımda çeşitli kimyasalların kullanılması ile başlayan ve genetiği değiştirilmiş organizmalara ilerleyen süreç başladı.
Bu karmaşık sürecin sonunda biz tüketiciler dünyanın her yerinde marketlere gidip, dünyanın herhangi bir noktasında üretilmiş, paketlenmiş, şişelenmiş ürünü satın alabiliyoruz.
Aldığımız ürünlerin içeriği, kalorisi, raf ömrü uzatıcıları, üretim ve son kullanma tarihi, pakette incecik yazılarla yazılıyor. Ama mesela genetiği ne oranda değiştirilmiş, hangi tarlada hangi kimyasal kullanılarak üretildiği yazmıyor tabii.
Elbette burada çok önemli bir ekonomik boyut var, artık çoğunluğu kentte yaşayan insan nüfusunu kendi tüketeceği gıdayı kendi üretmiyor. Böylece kitlelere ulaşabilmek için ‘’mass marketing’’ kuralları, yani vahşi kapitalizm kuralları işliyor. Gıda ürünlerinin pazarlanması için tanıtım ve reklam yapmak, gerekirse talep yaratmak için kitleleri manüple etmek gerekiyor.
Tüm dünya nüfusunu hedef kitle olarak belirleyen satış stratejisi geliştiren şirketler var. Bütün dünyada aynı ürünü pazarlamak çok normal kabul ediliyor. Geçenlerde dünyadaki hemen her şehirde şubesi olan bir hamburger zinciri, bir İngiliz aşçının sattığınız ürün bir gıda değildir gerekçesi ile açtığı davayı kaybetti. Meğer köfte diye sadece %15’i gerçek et gerisi atıklardan oluşan bir karışım yapıyorlarmış. Bu gerçek insanları o şirketin hamburgerini yemekten vaz geçirmedi o da ayrı mesele.
Bundan 1,2 nesil önce kendi tüketeceği gıdayı üreten, üretirken de ter döken insanoğlu, günümüzde, bir nesil önce adını bile bilmediği besin maddelerine kolayca ulaşma imkanına sahip oldu. (Ulaştığı gıdanın içeriği konusu tamamen farklı bir mesele.)
Sonuç olarak Dünya Sağlık Teşkilatının istatistiklerine göre dünya üzerinde tarih boyunca ilk kez obezite vakaları, yetersiz ve dengesiz beslenen insanların iki katına çıktı.
Bundan bir nesil önce yetersiz beslenme ile savaşırken şimdi artık obezite ile savaş zamanıdır. Bir nesil önce bir dirhem et bin ayıp örterdi, şimdi bu dirhemler birikip birikip başa bela oldu.
Günümüzde dünya nüfusunun önemli bir kısmı beslenme hastalıklarından muzdariptir.
Beslenmeyi takıntı haline getiren ve yeme bozuklukları olarak isimlendirilen, psikiyatrik hastalıklar da oldukça yaygın ve tedaviye dirençli hastalıklardır.
Anoreksia nevroza, bulumia nevroza gibi zayıflama uğruna beslenme konusunda takıntılı hastalıklar mevcuttur. Son iki dekatta, aşırı yeme hastalığı olarak tanımlanabilecek beslenme bağımlılığı tanımlandı.
Son birkaç yılda ise, bunca bilginin ve bilgi kirliliğinin arasında bunalan insanoğlunun sağlıklı beslenmeye takıntı haline getirmesi ‘ortoreksia nevroza’ adıyla tıp literatürüne girdi.
Son olarak da hızla yayılmakta olan bazı beslenme eğilimlerinden söz etmek istiyorum.
Vejetaryen, yani etsiz beslenme aslında Hinduizm’de yaygın olan bir beslenme şeklidir. Batı dünyasının, doğu kökenli öğretilerden etkilenmeye başlamasından sonra batı dünyasında hızla yaygınlaşmaya başlamıştır. Ülkemizde de, özellikle büyük şehirlerde giderek yaygınlığı artmaya başlamıştır.
Hem batı dünyasında hem de doğuda çeşitli şekilleri vardır. Örnek olarak Hindistan’da bazı gruplar sadece et yememekle kalmazlar, aynı zamanda kök bitkileri de yemezler. Batıda ise katı vejeteryanların yanı sıra ovo vejeteryan yani yumurta yiyenler, ovolakto vejeteryan yani yumurta ve süt ürünleri yiyenler ve semi vejeteryanlar sadece kırmızı et yemeyenler olarak değişkenlik gösterirler.
Vejeteryan beslenmenin en katı formu olan Vegan beslenme de giderek taraftar bulmaktadır. Bu beslenme şeklinde bal dahil hiçbir hayvansal ürün tüketilmez, hayvansal ürün içeren kremler, giysiler kullanılmaz.
İnsan organizması hepçil beslenme şekline uygun olarak yaratılmıştır. Hayvansal gıdaların alınmaması uzun sürede çeşitli vitamin ve mineral eksiklikleri ile sonuçlanır.
Vejeteryan beslenmeye karar veren kişilerin seçtikleri beslenme şekillerine göre uzun vadede karşılaşabilecekleri vitaminlerin eksiklikleri ve beslenme hastalıklarının bilincinde olup, özellikle katı vejeteryan ve vegan beslenenlerin daha ilk günden itibaren konu hakkında bilinçli bir hekim ya da diyetisyen tavsiyesiyle gereken takviyeleri almalarını öneririm.
Bu akımın karşıtı diyebileceğim protein ağırlıklı beslenme şekilleri de vardır. Örnek olarak son yıllarda ciddi bir şekilde taraftar bulan taş devri beslenmesi aslında işlem görmemiş gıda maddeleriyle beslenmeyi öneren ama içerik olarak karbohidratları kısıtlayan, yağ ve protein ağırlıklı bir beslenme şeklidir. Kısa sürede kilo kaybettirici bir diyet şekli olarak ortaya çıkan ve çok kısa sürede oldukça taraftar toplayan Dukan diyeti gibi diyetler ise karbohidratın iyice kısıtlandığı ve neredeyse sadece yağ ve proteinden oluşan bir diyettir.
Bir başka akım da gıda intoleransı adı altında diyetten bazı temel maddelerin çıkartılması şeklindedir. Elbette gıda intoleransı tıbbi bir gerçektir. Toplumun neredeyse yarısında laktoz intoleransı ve %2-3’ünde glüten intoleransı vardır. Bu insanların doktor önerisiyle sindirmekte zorlandıkları bu gıdaları diyetlerinden çıkartmaları gerekmektedir.
Ancak üzerinde durmak istediğim şey farklı bir durumdur. Mesela Amerika’da glütensiz beslenme, gerçekten intoleransı olan kişilerin 100 katına ulaşmıştır. Tabii bu akımlarda pazarlama taktiklerin rolü tartışılmaz.
Bunların yanı sıra kişiyi ruhsal ve bedensel açıdan arındırdığı iddia edilen detoks yapıcı beslenme şekilleri, çiğ (raw) beslenme, alkali beslenme gibi bir çok akım daha başlamıştır. Bu ve benzeri diyetlerin ne derece sürdürülebilir olduğu tartışmalı elbette.
Bu akımların ne kadarı acaba bütün bu gıda alerji testlerini, normal beslenildiği takdirde asla gerek olmayacak gıda takviyeleri ve vitaminleri üreten şirketler tarafından empoze ediliyor bunları söylemek kolay değil.
Ama benim anladığım gıdaya kolay erişim olunca insanların beslenme konusunda manüple edilmeleri kolaylaşıyor.
İnsan neye inanacağını, nasıl besleneceğini şaşırıyor. Galiba en doğrusu ne yediğinin bilincinde olup, midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini nefese ayırmak. Yapamayınca çok da kafaya takmamak.
“İnsan neye inanacağını, nasıl besleneceğini şaşırıyor. Galiba en doğrusu ne yediğinin bilincinde olup, midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini nefese ayırmak. Yapamayınca çok da kafaya takmamak.”
“….Yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah isaf edenleri sevmez…..”(Kur’an/Araf 7/31)
Artık günümüz dünyasında besin miktar ve ihtiyacı kg/mg-gr olarak bilimsel olarak belli.
SORUN “İSRAF” kelimesinin anlam ve içerik kavramının anlaşılması.
Madem ki kelimeler anlam taslarıdır, önce ilahiyatcilarin sonra tip bilim insanlarının bunu(İSRAFI) topluma anlatmasıdır.
ARZULARA DÜRTÜLERE DAYALI HEDONİK BESLENMEDEN ÇIKIP HER İNSAN KENDİ KG X GR-MG HESABINI YAPARAK BESLENMELİDİR.
Selam ve saygılarımla güzel bir pazar günü geçirmenizi dilerim.