Madem ki, Hilal Mocan ile başladım, biraz daha onunla devam etmekte fayda vardır. Her an gırgır, şamata yaptık sanılmasın. Benim Trabzon’a yeni döndüğüm ve KTÜ’de çalışmaya yıllardı. Hilal Mocan KTÜ, Çocuk Sağlığı ve Hastalıklar ana Bilim Dalı başkanıydı. Yılını tam olarak hatırlayamamakla birlikte doksanlı yılların ilk yarısında gene ne yazık ki kaçıncısını yaptığımızı hatırlayamadığım bir Milli Pediatri Kongresi yapmıştık. Organizasyon yeteneğimizin sonuna kadar sınandığı bir deneyimdi.
Hilal hoca bir gün beni odasına çağırıp ‘’Ayşenur, bu yıl Milli Pediatri Kongresini biz yapıyoruz, ama önce derneğin şubesini kurmak gerekiyor’’ diyerek benden dernek şubesi kurma çalışmalarını başlatmamı istedi. Bu andan itibaren nerdeyse 8/9 ay boyunca ikimizin de hayatı telaşlı bir karmaşa, duygusal iniş çıkışlar, bazen çok yavaş bazen de çok hızlı, anlatılmaz yaşanır bir süreç olarak geçti.
( Aşağıda sadece özet olarak yazdığım bu süreç boyunca aynı zamanda ne hasta ne de eğitim işlerini aksatmamış olduğumuzu, yani zaten dolu dolu günlük mesaimizi yapmaya devam ettiğimiz de hatırlatırım. Ki günlük mesai demek, benim için her gece en az 3 yada 4 kez hasta danışılmak üzere uyandırılmamı da içeriyor. )
Önce bir koşu dernek tüzüğü bulup, şube kurmak için gereken işlemleri buldum. Şubenin kuruluşu, derneğin genel merkezinden izin, bizim üniversiteden fakülte dekanlığından, rektörlükten izin (çünkü dernek adresi olarak iş yerini verecektik), kurucu üyeler olarak bizim sabıka kayıtlarımız, çeşitli defterleri almak, makbuzlar yatırmak, derneklerle ilgili emniyet şubelerine, maliyeye gitmek daha sayamadığım, unuttuğum bir sürü işten ve günler süren çabadan sonra tamamlandı.
Bundan sonra da çevredeki pediatri doktorlarını şubemize üye yapmak için sokak görevine başladık. Bin bir uğraş ve boş zamanına denk getirme gayretleri en az 50 meslektaşımızı üyemiz haline getirmeyi başardık. Bu gezgin günlerde hastanedeki ilerimi bitirmem çok geç saatlere kadar devam ediyordu.
İlk genel kurulumuzda Hilal Mocan başkan, ben genel sekreter oldum diye hatırlıyorum.
(Dernek şubesini kurduktan kısa bir süre sonra da benzer bir takım işlemlerle UNİCEF Trabzon şubesini kurmuştuk. Ancak bu derneğin yaptığımız bu kongre ile bir ilişkisi yoktu.)
Milli Pediatri Derneğinin Trabzon Şubesini resmen kurduktan sonra daha önceden ayarlanmış olan kongre yapma işine resmen talip olduk ya da görevlendirildik. Tam hatırlamıyorum, bu kısımlar Hilal’in işi.
Kongre düzenleme işi bize verildikten ve bizim de resmen kabul etmemizden birkaç gün sonra Hilal hoca çok asık bir suratla beni odasına çağırdı ve sana çok berbat bir haber vereceğim dedi. Meğer sürekli olarak bu kongreyi düzenleyen turizm firmasını aramış ve bizim kongrenin işlerini de onların yürütmesini istemiş. Firma kongre düzenleme işinde çok tecrübeli ve yetkindi, ama bir gün sonra Hilal Mocan’ı arayıp, biz Trabzon’da kongre yapamayız diyerek ret etmişler. Sebep olarak da Trabzon’da ne bir kongre merkezinin ne de doğru dürüst bir otelin olmadığını, bu kongreye ise en az 3000 katılım olduğunu, bu şartlarda bu kongrenin Trabzon’da yapılma imkanı bulunmadığını göstermişler.
Peki ne yapacağız, merkeze, kongreyi yapamayacağımızı mı bildireceğiz, bu kadar çabayı boşuna mı gösterdim diye düşündüm. O zamanlar üniversitemizde henüz bir kongre merkezi yoktu, ama oditoryumda 1000 kişilik ve 250 kişilik iki salon ve mühendislik binalarında uygun büyüklükte derslikler vardı. Yani bence fiziksel mekan olarak kongre yapmaya yetecek alana sahiptik. Hilal de konuşma yapacak olan hocaları sahil tesislerinde konaklatırız, katılımcılar için ise Trabzon’da misafirhanelerin kaç kişilik olduklarını öğrenelim ondan sonra karar veririz dedi.
Ben hemen çeşitli kurumlara resmi yazılar yazarak, araya tanıdıklar sokarak misafirhanelerin kapasitelerini öğrendim. Böylece misafirlerimizi yatırmaya yetecek kadar yatak olduğunu anladık. (Kongreye yakın tarihlerde bütün misafirhaneleri kapatmıştık. Kongremiz 4000 kişilik katılımla oldukça görkemli geçmişti. Buna rağmen şaşırtıcı derecede çok kişi akrabalarında kalmıştı, biz sadece birkaç misafirhaneyi doldurmuştuk. Yani daha da çok katılımcı olsa yatıracak yerimiz vardı.)
Kongreyi yapmaya karar verdik. Hilal Mocan kongrede konuşulacak konuları ve konuşmacıları ayarladı. Daha sonra da firmalarla sponsörlük işlerini hep o, sekretarya işlerini ise hep ben hallettim.
Önce ikimiz baş başa verip tarihler konusunda anlaştık. Kongreyi yapmak için Eylül ayının ortalarında bir tarih seçtik. Daha sonra bu tarihlerin ne kadar doğru olduğunu anlayacaktık, çünkü o yıl hava koşullarının en müsait olduğu günler bizim kongre yaptığımız günlere denk geldi. Böylece dış mekanları da kolayca kullandık. Mesela gala gecesini üniversitenin sahil tesislerinin bahçesinde yaptık.
Birinci ve ikinci duyuruların tarihlerine ve şekline karar verdik. Ülkede eğitim veren ne kadar hastane varsa hepsine mektup ve posterler gönderdim. Konuşmacılara davet mektupları gönderdim. Defalarca telefon görüşmeleri yaptım. O zamanlar dijital ortam şimdiki gibi kullanılmıyordu, her şeyi posta ile gönderiyorduk. İkinci duyuruda katılımcılardan poster özetlerini istemiştim. Özet kitabını yetiştirebilmek için de son gönderme tarihi belirtmiştim. Son güne kadar elimde sadece kendi posterlerimizin özetleri vardı. Bütün posterler son gönderim tarihinden itibaren 15 gün içerisinde geldi. Böylece özet kitabının dizgisine yapmak için hiç zaman kalmadı.
Bir gün oturup, bütün konuşmaları, panelleri, poster sunum zamanlarını, kahve molalarını filan düzenledim. Böylece kongrenin genel programı belli oldu. Her sabah bir konferans, arkasından bir panel, öğleden sonraları ise küçük salonlarda birkaç salonda birden oturumlar, sözel sunumlar vardı. Bu program üzerinde Hilal Mocan ile mutabık kaldık. Posterleri de konularına göre ayırıp, mümkünse konu ile ilgili oturumlardan sonraya ayarlamaya karar verdik. Hangi konuların sözel sunulacağına da birlikte karar verdik.
Çalışmalarını gönderen insanlara birer mektup daha yazarak siz sözel sunum yapacaksınız, siz poster sunacaksınız diye bildirdim. Konuşmacılara da dekanlıklarından izin alabilmeleri için siz şu konuda şu salonda şu saatte konuşma yapacaksınız diye davet mektupları yazdım.
Bir gece de oturup, sabaha kadar bütün özetleri birleştirip, kitabın dizgisini yapıp matbaaya verdim.
Ben mesela 6 kere kahve arası vereceğiz, 3 tanı öğlen yemeği kutusu vereceğiz diyorum. Hilal hemen firmanın birine bu görevlerden birini veriyor, böylece o firmanın da kongrede stant açmasına izin veriyordu. Böylece baskı masraflarını bir firmaya, kongre çantalarını bir diğerine, gala yemeğini bir başkasına veriyordu.
Benim yukarıda yazdığım bin bir ayrıntı içerisinde canım tükenirken, Hilal de bence işin en zor olan para işlerini hallediyordu.
Bir gün odasına girdiğimde resmen beyninden dumanlar tüttüğünü gördüm. Ne oldu diye sormama kalmadı, mesele neydi unuttum ama sesi ve elleri titreyerek bağırarak bir şeyler söylemeye başladı. Bir dakika sus diyerek eline masasının üzerinde bulduğum en kalın hasta dosyasını tutuşturdum. Şimdi bunu masanın üzerine çarp dedim. O da bir hırs dosyayı aldı, birkaç kez sinirle masasının üzerine çarptı. Ohh içim ferahladı diyerek gülmeye başladı. Artık problem her ne idiyse gözüne o kadar büyük görünmüyordu. Bu dosya çarpma işini bana daha sonra defalarca hatırlatmıştır. Beni nasıl da rahatlatmıştın diyerek.
Sanırım Hilal hocanın isteğiyle, Malik Çağlar adında bir öğrencimiz kongrede teşrifat işlerini üstlendi. Bu çocuk mezun olduktan sonra da hekimlik değil ticaret yaptı. Daha o günlerden iyi bir iş adamı olacağı sosyal ilişkilerinden belliydi. Dale Carnegie’nin kitaplarını okuyup hatmetmiş ve hayatında da uygulamaya başlamıştı.
Bir gurup arkadaşını organize ( altın çocuk Sabri, Yılmaz, Kadriye ve diğerleri) etti. Onlarca kez toplantılar yaptık, neler yapmaları gerektiğini konuştuk. Bu çocukların bazıları stajlarında devamsızlıktan kalmayı göze alıp, bu kongrede görev aldılar. Hilal hoca hepsinden mümkünse siyah etek, beyaz gömlek, erkeklerden de benzer kıyafetler giymelerini istediler. Kongrede Malik papyonluydu. Diğer öğrenciler ise çok şık, yakışıklı ve tatlıydılar. Kızlar farklı modellerde, fakat hemen seçilen kıyafetler içinde kelebek gibiydiler.
Hem havaalanına, hem de otobüs terminaline stant açtılar. Her gelen misafiri, hocayı karşılayıp, ellerini öpüp, valizlerini kaptılar, yerlerine yerleştirdiler. Misafirlerimizi, otobüslerle misafirhanelerden toplayıp, kongreye getirdiler. Yol gösterdiler, kahve ikramı yaptılar, slayt makinelerini kullandılar. Sonuç olarak hiç kimse bizim bir turizm firması ile çalışmadığımızı, her şeyi kendimizin yaptığını anlayamadı.
Hiç unutmadığım anılarımdan biri de bir sabah konuşmasını yapması gereken hoca gecikti, ben de odasından almaya gittim. Kadın telaşla hazırlanıyordu. O kadar çekindiğim hocanın, arkasını dönüp, eteğinin fermuarını çekmemi istedi. Ben de fermuarı çektim tabii, geri döndüğümüzde Hilal’e büyük ajan pozlarında ‘hedef başarıyla paketlendi’ dedim.
Aslında hem çocuklar, hem de biz işimizi o kadar benimsemiştik ki, bütün katılımcılar çok memnun olarak ayrılmıştı. Öyle büyük sanatçılar falan da getirtmedik. İşin aslı biz çaldık, biz oynadık. Neyse ki yüz akı ile kongreyi tamamladık.
Bravo Aysenur;gercekten cok zor islerin hepsi bir arada…