Nermin
emekli olduğu zaman, Trabzon’daki evinden, Pazar’daki eve taşınmış ve kalp
ameliyatı oluncaya kadar 10 yıla yakın evin kenarındaki bahçede sebze
yetiştirmişti. Sermin ise bahçe ile bizzat ilgilenmediği halde uzun yıllar
Çaykurda çalıştığı için, onun da,
organik tarım ile ilgili bir hayli bilgisi vardı. Bitkiden, topraktan
anlamayan, bu konuda ümmi olan tek kişi bendim. Mesela buraya ilk taşındığımız
zaman toprak bileşenlerinin analiz yapıldığını duyunca kendimi Mars’ta gibi
hissetmiştim, oysa Sermin bu analizleri hangi kurumun yaptığını bile biliyordu.
Taşındıktan
sonra, Çanakkale’de yaşıyorsan mutlaka
küçük, büyük bir miktar toprak sahiplenip, en azından hafta sonlarında
toprakla ilgilenmek gerektiğini çok kısa zamanda fark ettik. Mesela aslen buralı
olup da okulu bitince, emekli olunca geri dönmüş ya da hasbelkader mecburi hizmet dolayısıyla buraya
gelip, sonradan yerleşmiş neredeyse bütün hekimlerin aileden kalan ya da kendi
edindikleri topraklarla ilgilendiklerini gördüm. Hiç olmayanın 1 dönüm arazisi
var, üzerine bir karavan atmış, hafta sonlarını orada geçiriyor. Bazıları ise
kalıtsal ya da edinsel toprağını bağ, bahçe, zeytinlik, meyvelik olarak kullanıyor, hatta hayvancılık
yapıyor. Yarı amatör, yarı profesyonel
peynir, şarap üretiyor. Toprak almayıp da 49 yıllık gibi uzun süreliğine
kiralamak da bir hayli kullanılan bir yöntem.
Hal
böyleyken, bizim de önümüzde bahçede neler yapmak istediğimize dair bazıları
oldukça bilindik bazıları ise bayağı ufuk genişleten yollar açıldı.
Birinci yol,
elbette coğrafi işaret olarak zeytin başta olmak üzere birkaç çeşit meyve ağacı
istiyorduk. Zaten, içinde, yıllardan beri hiç bakım görmemiş 8/ 10 tane
yetişkin zeytin, birkaç yerel armut, çınar, meşe ve ahlat ağacı
olan ormana bitişik ikinci bir arazi
almıştım. Bu araziye bir artezyen kuyusu açtırdık. Bu kuyuya ruhsat
alabilmek için, önce Çanakkale Ziraat Odasına kayıt olmam gerekti, pek bir şey
anlamasam da odanın kayıtlı çiftçisiyim. Daha sonra, dönüm başına en az 10 tane
yani toplamda 60/70 ağaç dikmemizi
istediler. Araziye uzaydan bakıp, fidanları sayarak ruhsat verecekleri
söyledikleri için biz de zeytinleri
artırıp, ceviz, dut, elma gibi birkaç çeşit fidan daha diktik.
Gerçi kuyuya
ruhsat aldım ama ruhsatım tarlaya elektrik çektirmeme yetmedi. Çünkü
suyu çekmek için elektrikli motor gerekliydi. Buna da köyün elektrik sistemi yeterli
değilmiş, elektrik şirketinden bizden trafo alıp onlara hediye etmemizi ve
direkleri de tarlaya kadar kendi
imkanlarımızla dikmemizi istediler. Böylece, tarlalarından direk için yer isterken komşularla papaz
olduğum yetmemiş gibi, bir de dünya para verip, trafo alıp, şirkete hediye
edecekmişim ama sonra aynı şirketten elektriği gene de parayla alacakmışım.
Annelerinin güzellikleriyle ilgili merakımı gidermek istemedim, su deposuna
güneş paneli koyarak kendi elektriğimi üretmeyi uygun buldum. Sonuçta şimdi
damlama sistemi ile sulanan, bütün yollardan uzak, tam organik bir meyve
bahçemiz var, şimdiden meyve vermeye bile başladılar. Birkaç yıl sonra fidanlar
büyüyünce harika olacak.
İkinci yol
yine oldukça klasik, Nermin, her gün elini oyalayacak, birkaç sebze dikebileceği bir bostan
istiyordu. Evin arkasında toplamda bir dönüm bile etmeyen bahçede küçük bir
meyvelik, bostan ve fidelerini yetiştirebileceği küçük bir sera
yaptık. Burası hasat ettiğimiz ve
sarnıçta bekletilen su ile sulanıyordu. Bu yıl sarnıçta çok az su var, o
nedenle bostanı da köyün diğer tarafındaki zeytinliğe, fidanların arasına
yaptık.
Elbette
üçüncü yol olarak da, evin etrafında göze hoş görünen, güzel kokulu birkaç
çiçek yetiştirdik.
Birkaç ağaç,
birkaç çiçek ve sebzenin olduğu bir bahçe gayet tatmin edici, heveslendirip,
sevindirici sonuçlar vermeye yeterlidir. Ancak ben bizim memlekete göre oldukça
ucuz bulduğum için toplamda neredeyse 10 dönüm arazi almıştım.
Üstüne
üstlük hem organik tarım hakkında hem de, köyümüzün bir orman köyü olması
nedeniyle ormanlar hakkında birkaç şey öğrendim. Genellikle su kenarlarında
konuşlanan ve orman açıklığı denilen yerlerde hayvanların beslendiği yaban meyvelerinin
olduğunu fark ettim.
Böylece
önümde daha buraya yerleştiğimiz ilk aylarda dördüncü bir yol açıldı; artık çeşitli
orman meyveleri ve yabani meyveleri yetiştirmek istiyordum. Epeyce yaban meyve
fidanı diktim ama henüz nasıl sonuç
vereceğinden emin değilim. Şimdilik yerli ve yabancı fidanları gözlüyorum. Yerini
sevenleri artırıp, olmayanlardan var geçeceğim. Zaten bu ormanlarda doğal
olarak yetişen bir çok yaban meyvesi var, bu nedenle, orman meyvesi bahçemden
de beklentim oldukça büyük.
Elbette beşinci
yol olarak da ta gençliğimden beri içimden bir gün mutlaka gerçekleştireceğimi
bildiğim önce baharat bahçesi gibi
başlayıp, daha sonra tıbbi ve aromatik bitkiler bahçesi şekline dönüşen hayalimi gerçekleştirmek vardı.
Bu bahçe benim
şifacı kimliğime ve şaman köklerime
uygun bir bahçe olacaktı. Şifacı kimlik, şaman kökler filan derken hiç
abartmıyorum. İnsan anlına yazılanı yaşıyor, benim de yazgım şifacı olarak
düzenlenmiş. Kabul etmem lazım.
Bizim ailede
nesillerdir bir çok hekim var. Ben daha lisede okurken (ve elbette fakültede de
bu adet devam etti), doktor olan pederim, artık ne düşündüyse, ne gereği varsa,
beni hastaneye götürür, ameliyatlara
sokar, dahiliyeci arkadaşlarının vizitlerine katardı. Oysa ben 4 kardeşin
sonuncusuyum, gayet iyi bildiğim kadarıyla diğer kardeşlere böyle bir staj sistemi
uygulanmadı.
Bütün bu
çaba bende ters tepmişti ve üniversiteye hazırlanırken, yakamı silkeleyerek ‘tıp
olmasın da neresi olursa olsun’ diyerek çalıştım. Zaten eczane kokusundan
fenalaşır, yanımda sivilce sıkılsa bayılırdım. Benden bir doktor çıkacağına
nasıl hükmettiler bilmiyorum. Fakültede stajlarda kaç kere bayıldığımı
hatırlamıyorum bile.
İstemli
bilincimle hiçbir zaman istemeden, sırf üzerimde çok hakkı olan MUKE teyzem tıp
yazmazsan hakkımı helal etmem dediği için nasıl olsa kazanamam diye yazdığım
tek tıp fakültesini kazandım ve okudum.
Ve, sınav sonuçları geldiği zaman, henüz zarfı
açmadan, tıp fakültesini kazandığımı
biliyordum. Biliyordum işte. Birkaç gün önce rüyamda bir doktor ve akademisyen olan dayım bana cübbesini giydirmişti. O, bir
haberci rüyaydı, sadece hekim olmakla kalmadım, aynı zamanda da akademisyen
oldum.
Sadece
okuldan hekim olarak çıktığım için şifacı olduğum düşünülmesin. Hayatın bir çok cephesinde, sezgilerim pek düzensiz
ve cılız olmasına karşın, hastalarımla ilgili konularda, düşünceler, zihnime
kolayca akardı. Nereden geldiğini bilmediğim, ancak çok okumaktan
kaynaklandığını umduğum bir çeşit esin kaynağım olduğundan kuruntulardım.
Daha 2 gün
önce kuzenlerimden biri bana yeğeniyle ilgili bir soru sordu. Hemen, çocuğun apandisit olduğundan emin oldum. Çocuğa her türlü tetkik yapılmış, ancak karın
ağrısına bir türlü tanı koyulamadığı için yatırılmış. Mutlaka bir cerrah görsün
diye ısrar ettim. Zaten cerrah tarafından gözlendiğini öğrendik. Bu sefer de apandisite öyle tomografi ile tanı koyulmaz, ulratasonu da
çok iyi bilen biri yapmalı ki anlasın, doktor adam gibi eliyle muayene edip
hemen ameliyata alsın diye ısrar ettim. Durumdan beni de haberdar edin dedim, ama
nedense aramadı, ertesi gün ben aradım.
Aynen
dediğim gibi olmuş, doktor bir türlü tanı koyamadığı için bir sürü tetkik daha
yaptırmış, hatta bir de MR çektirmiş. Sonunda,
nihayet muayene bulgularına güvenerek, neyse ki kızın apandisiti henüz
delinmeden ameliyata almış.
Bana
sorarsan kuzenim çok net bir apandisit hikayesi verdiği için uzaktan tanı
koydum, kuzenime sorarsan ‘yok bacım bu
öyle bir şey değil’. Evet, kuzenimle
konuşurken, bir şekilde çocuğun apandisit olduğunu biliyordum. Hani polisler
‘örümcek sezgisi’ derler, suçlunun kim olduğuna dair kuvvetli bir hisleri
vardır. Bende de sanırım örümcek sezgileri hastalık tanısı koyarken devreye
giriyor. Buna artık ‘şifacı sezgiler’ demekten çekinmiyorum, nasıl olsa artık aktif
hekimlik yapmıyorum.
Çocukluğumdan
beri, Annelerin (anneannem) babasının
(büyükbaba), ermiş olduğu hikayeleri ile büyüdüm. Onun geleceğe dair söyledikleri olduğu gibi
çıkarmış, üstelik de öyle genel geçer sözler değil, son derece spesifik, nokta
atışı kehanetler. Onun bir mistik, bir
şaman olduğu çok açık.
Yani, genlerimde
de bir çeşit şifacılık damgası var. Hayat yolum böyle kurgulanmış. İlk kez toprakla
uğraşıyorum ve hemen şifa bahçesi kurmak telaşına düştüm. Tatminkar bir
başlangıç yaptım diyebilirim.