Monthly Archives: Kasım 2021

GÖĞE BAKAN KOCA KARI; 2021 ARALIK

Aralık ayı ismi Türkçe olan nadir aylardan birdir. Muhtemelen iki zaman arası anlamında bu isim kullanılmıştır. Bu yıl 5 Aralık’ta Hicri takvime göre cemazeilevvel ayı başlayacak.

Bu ayın 4’ünde gerçekleşecek olan yeniaya, Yay burcundaki bir güneş tutulması eşlik edecek, 19 Aralık’ta ise İkizler burcunda bir dolunay var. Ayın 21’inde en uzun geceler başlayacak, 25’inde ise günler yavaşça uzamaya başlayacak. Günlerin uzamaya başladığı bu gün Mintraizmde, güneş kültlerinde kutsal günler olarak kutlanır, bilindiği gibi Hristiyanlıkta da Noel bayramıdır. Türk dünyasında ise Nardugan bayramı 25 Aralığı takip eden ilk dolunayda kutlanır, dolayısıyla bu yıl Ocak ayının ortasında kutlanması gerekiyor.

Narduganda çam ağacı süslenir. Ben bu sene kendi zeytinliğimde büyümekte olan bir kızılçam fidanını kökü ile birlikte alıp eve getirdim. Geçen günlerde de Kaz dağından 2 adet karaçam fidesi aldım. Niyetim her 3 fidana da gözüm gibi bakıp, biraz büyüdüklerinde de evin önüne dikmek. Şimdilik keyifleri yerinde görünüyor, Narduganda gönlümce süsleyeceğim.

Ayın son günü de yılın son günü olarak çeşitli kutlamalara vesile olmaktadır. Hayatım boyunca ya öğrenci ya da öğretmen olduğum için benim için yılın ilk ayı okulların açıldığı eylül ayıdır, yani yeni yılın bence pek de bir önemi yok.

Artık kış mevsimi iyice kendini gösterecek, Zemheri günlerinin öncesidir, 2 aralıkta Ülker dönümü fırtınası, 6 aralıkta zemheri fırtınası, 9 aralıkta karakış fırtınası, 21 aralıkta gündönümü fırtınası gibi isim alan beklenen fırtınalar vardır.

Bu yıl ayvaların ve narların bolluğundan kışın zorlu geçeceği kanaatim var. Bölgemizde, şu günlerde de uçak, feribot seferlerinin iptaline yol açacak derecede yoğun lodos fırtınası var. Yerel halktan öğrendiğim kadarıyla lodosun gözü yaşlı olurmuş, bu mevsimde lodos fırtınası sonrasında şiddetli yağmurlarla hava soğurmuş, galiba tam da bu durumu gözleyeceğiz.

Benim derdim gene sabah saatlerinde gün ışığı olmadan yaşamaya alışamamak, sabah en geç altıda uyanıp, en az iki saat gün ışımasını beklemek. Bu durum bana gerçekten de çok zor geliyor, ben çalışma hayatım boyunca hep erkenden işe gittim ve hiçbir zaman hava karanlık olmamıştı, kısa günlerde akşam karanlıkta eve gelirdim. Bu saat sistemine işe gitmediğim halde bir türlü alışamadım.

Bu aya ait bahçe işleri, ağaçların yer değiştirmesi, ya da kök dikimi olabilir, malç ve ağaç örtme gibi soğuktan sakınma işlerinin yapılması gerekir. Ben bu yıl Semra’nın manolyasını örteceğim. Balık için gayet güzel bir mevsimdeyiz, lüfer, torik, palamut, uskumru, hamsi, tekir, barbunya gibi balıklar çok lezzetli olur.

KALABALIKTAN BUNALDIĞIM BİR HAFTA SONU GEÇİRDİM, BU SALGIN KALAN AKLIMI DA YİTİRMEME SEBEP OLMUŞ

Geçen hafta sonu fakülteden sınıf arkadaşlarımızla birlikte kahvaltı yapacağımız bir toplantı için İstanbul’a gittim. İstanbul’a en son gidişimin üzerinden neredeyse 2 yıl geçti, son gidişim Anadolu tarafındaydı, Avrupa tarafına son gidişimi ise tam hatırlayamasam da sanırım en az 2,5 yıl olmalı.

Son iki yıldır, neredeyse bütün vaktimi köyde geçirdim, aşılandıktan sonra sınırlı sosyalleşme olanağı bulsam da ciddi ölçüde münzevi hayatı yaşadım.

İnsan tuhaf bir yaratık; ya da en azından ben, kendim tuhafım. Bütün hayatım, özellikle de çalışma hayatım boyunca kalabalıktan şikayet ettim.  KTÜ’de çalıştığım 25 yıl boyunca her gün ortalama 500 kişi ile muhatap oluyordum. Bu sayıyı uydurmadım, günlük poliklinik hasta sayımız, onların anne babaları (çok zaman daha da kalabalık olabiliyorlar), serviste yatan hasta sayısı, girdiğim derslerdeki öğrenci sayısı, asistan sayısı, meslektaşlarım derken sadece iş saatlerimde iletişime girdiğim kişi sayısını, minimumda tutarak hesapladım.

Bir gün boyunca hiç üşenmeyip anlık olarak defalarca, hastane odamdaki kendim dışında kafa sayısı saydım, gün içerisinde 7-14 arasında değişiyordu, bir an bile yalnız kalmıyordum. Kışın en soğuk günlerinde bile bu ufacık odada havasızlıktan ölmemek için pencereyi açık tutardım.

Kimse, ama hiç kimse sıra beklemek istemezdi, ben de aynı anda hem telefonla konuşup, hem hasta sahibine hem de o anda odama dalan asistan, görevli, şikayetçi (Allah o an için artık ne verdiyse) ile konuşmayı başarmayı öğrenmiştim.

Sonra bir anda, ben gene iki kişiyle aynı anda konuşup sorun çözerken, odama baş asistan daldı ve artık aile saadetini tehdit edecek şekilde bunaldığından, asistanların nöbet listelerine yaptıkları itirazlardan bahsetmeye başladı. Hiç unutmuyorum o saniyede birden bire sesler kafamda uğuldamaya ve karşımdaki kişiler bir sis perdesinin ardından görünmeye başladı. İşte bu tek andan sonra, biri konuşurken bir diğeri araya girdiğinde ben bloke oldum, ne yeni konuşmayı ne de devam etmekte olan konuşmayı duyabildim. Bence bu beynimin bana artık tükendiğini söyleme şekliydi. Ben de insanlara artık tek tek konuşun demeye başladım. Bu kez benim anında cevap vermeme alışık kişiler için bu kibir olarak algılandı. Neyse ki bu durumdan kısa bir süre sonra muayenehane açtım ve gerçekten artık odama giren, çıkanı kontrol edebilmeye başladım, böylece işler düzene girdi. Muhtemelen bu yeni işim, oldukça yoğun olmasına rağmen bir şekilde dinlenebilmemi, hastama istediğim kadar zaman ayırabilmemi, akşam eve kurşun yemiş gibi dönmememi sağladı ve beni tükenmişlikten kurtardı.

Sonuç olarak özellikle de çalışma hayatımın son 15 yılında alabildiğim yıllık izinleri (çoğunu yaktım) evde sadece yatarak geçirdim. Bütün bu yıllar boyunca hep, şöyle en azından 3 ay insansız bir adada yaşamayı hayal ettim.

Meğer bu hayallerden bir kaçı eşref saatine denk gelmiş, şimdi kaç 3 aylardır insansız yaşamak zorunda kaldım. Bu kadar yoğun çalışınca sosyal hayatım, hiç son senelerdeki kadar nakıs olmasa da zaten kısıtlıydı, özellikle de gece hayatı hiç bana göre değildir. Ama bu kadar izole olunca da arkadaşsızlıktan içim kurudu. Şu anda sıradan bir misafirlik, bir kahvaltı bana eskiden olduğundan çok daha fazla şey ifade ediyor. Sanırım herkes benimle aynı durumdadır.

Geçen hafta, (nasıl olsa her birimiz aşılarımızı da yaptırdık) büyük bir hevesle İstanbul’daki kahvaltısına katılmak,  önceden gidip birkaç işi halletmek ve biraz da alışveriş yapmak istedim.

İstanbul trafiğine alışık olmasam da ev merkezden uzak, genellikle kendi aracımla gider, şehre inerken metro kullanırım. Bu sefer gidişte ilk şokumu evin kapısını bulamayarak yaşadım, karşımıza yeni hastane açıldı (son gidişimde inşaat henüz başlamıştı), mahallede yollar değişmiş, 3 kere evin önünden geçip siteye ondan sonra girebildim. İstanbul merkezine kendi aracımla gitmemek için bindiğim metroda, alışveriş merkezinde, sokaklardaki kalabalığı görünce gene ödüm patladı, bir an önce köye dönmek için can attım. Özellikle metrodaki kalabalık, insanların maskelerini yalan yanlış kullanmaları beni bayağı ürküttü. Dönüşte taksi kullanmaya karar verdim.

Alışveriş merkezinde dolaşmaktan pek hoşlanmam ama, aylardır, İkea’ya gitmek ve biraz orada vakit geçirmek, birkaç şey bakmak istiyordum. Fakat tam içeri girecekken önünde park etmiş boş bir taksi görünce, belki sonra bulamam endişesiyle, hemen içine atlayıp eve döndüm.

Eğer sınıf arkadaşlarımı bu kadar özlememiş olsaydım, toplantıya falan katılmadan geri dönerdim. Tekrar bir metro hikayesi yaşamamak için toplantıya mecburen kendi aracımla gittim, çantamı da yanıma almış olduğum için, kahvaltıdan sonra derhal dönüş yoluna geçtim. Neyse ki navigasyon beni paralı yollara soktu da trafiğe takılmadan İstanbul’dan çıkmayı başardım.  Tabii sınıf arkadaşlarımı görmek bana çok iyi geldi.

Döndükten sonra kalabalıktan bu kadar bunalmamın sebebini düşünmeye çalıştım. Çünkü neredeyse yetişkin hayatım boyunca yalnızlık özlemi çektiğim kadar son iki yılda kalabalık özlemi çekmiştim.

Anlaşılan bu endişe, yalnızlık, gelecek endişesi, ekonomik zorluklar, sosyal uyarı eksikliği, kendini yenileyememe süreci kalan 3 kuruşluk aklımı da başımdan uçurmuş. Tanıdığım pek çok kişi de benim gibi zorluklar çekiyor. Mesela hayatımda hiç olmadığım kadar vesveseliyim, uyuma zorlukları yaşıyorum, hiç olmadığım kadar derinden fiziksel ve zihinsel konfor alanlarıma bağlıyım. Bu salgının, sadece benim değil, bütün bir nesil olarak hepimizin akıl sağlığı üzerinde kalıcı etkileri olacağı endişesi taşıyorum.

KÖYDE SONBAHAR ÇALIŞMALARI, KAPANMA SONRASI ŞEHRİN ETKİNLİKLERİNE KATILMA

Köyde kasım ayı oldukça yoğun geçiyor, zeytin toplama, toprağı kış için havalandırma, bazı tohumları atma, yakacakları hazır etme  zamanı oluyor. Bu sene bizim ağaçlarda zeytin çok fazla değildi, ancak taneleri oldukça iri oldu. Bir de erken olgunlaşmışlar, neredeyse hepsi simsiyahtı. Bahçeden hiç sofralık yeşil zeytin kuramadım, buna karşılık taneler çok güzel olduğundan bol bol sele zeytini kurdum. Yağ da az olmasına karşılık çok kaliteli çıktı.

Bahçeleri  kışa hazırladık, birkaç işçi birden çalıştırdım, bütün meyve ağaçlarının ve zeytinlerin toprağını kazdırıp, altlarına hayvan gübresi koydurdum.

Müstakil evde yaşarken bir de evi kışa hazırlamak gerekiyor, jeneratörü, radyatörleri kontrol etmek, antifrizlerini koymak filan lazım, bu yıl bir de köpek almaya karar verdiğim için onun gezeceği ve gezmeyeceği alanları sınırlamak için bahçenin bazı kısımlarına teller ve 2 tane kapı yaptırdım. Sansarın yuvasını bozdurdum, aslında muhtemelen zaten öldü, çünkü haftalardan beri gelmiyor.

Sonuç olarak köyde ve evde  asayiş berkemal. Bundan sonra en büyük işim gidip kendime bir köpek seçmek olacak.

İki yıllık kapanma sonrasında biraz olsun gözümü açmaya karar verdim. Üniversitenin araştırma etik kurulunda görev aldım. Geçen gün sanata dayalı tıp derslerimden birini anlattım. Hatta belki önümüzdeki dönem seçmeli ders vereceğim.  Öğrenciyi özlemişim. Gene de sınav yapılacak resmi bir ders vermek taraftarı değilim.

Bu günlerde beni asıl heyecanlandıran şey, yerel bir Gastronomi derneği kurulması ve bu dernekte kurucu üye olarak yer almam oldu, çünkü bu sayede birçok özel hevesleri olan insanla tanışma fırsatı bulacağım.

Bu memleketin toprağı böyle bereketli olunca her biri toprağa, suya, tarıma, yemeğe, şaraba, doğaya duyarlı çok ilginç insanlar yaşıyor.  Burada yaşadıkça zamanla; Gökçeada’da, Bozcaada’da, Eceabat’ta, Ayvacık’ta, Bayramiç’te kendi bağı olup, şarap yapan, kendi çiftliği olup, ata tohumlarını üreten, organik hayvancılık yapan birçok kişinin farkında olmaya başladım. Bu insanlardan en azından bir kaçını tanımak istiyordum, neredeyse hepsini birden tanıma fırsatım olacak.

Ayvacık köylerinde birçok küçük güzel otel var, bunların çoğu eski köy evlerini onarıp, onları butik otele çevirmiş. İnternette bu tip bir köy otelinin Kaz Dağlarında doğal mantar toplama etkinliği olacaktı. Mantar toplama etkinliğine önderlik edecek kişi de tanışmak istediğim biriydi.  Önce ormanda mantarları toplayıp, sonra da akşam topladığımız mantarları yiyecektik.

Elbette ben de derhal bu geziye angaje oldum. İyi ki gitmişim, Kaz Dağlarının turistik olmayan, hiç bozulmamış bir bölgesinde orman içerisinde mantar topladık. Bütün mantarları tanımaya çalıştık. Mantar toplamak için özel bir bıçak var, çakı gibi açılıp kapanıyor, en farklı tarafı ise arka tarafında bir fırça olması. Yenilebilir bir mantar bulunca kökünü kesip, üzerini de fırça ile iyice temizleyip, sepete ondan sonra atıyorsunuz. Bu yıl sonbahar yağmurları az olmuş, dolayısı ile mantar da azdı, üstelik belli ki bizden önce becerikli bir toplayıcı orada gezmişti. Gene de bir hayli mantar bulduk. En taze porçini mantarını bulmak bana nasip oldu, çok mutlu oldum.

Aslında hiç mantar bulamasak bile çok güzel bir gezi oldu. Karaçam ormanı, bizim köy ve çevresindeki kızılçam ormanından oldukça farklı. Çünkü karaçam kalem gibi göğe yükseliyor, özellikle başını kaldırıp göğe bakmak istediğin zaman, muhteşem bir duygusu var. Elbette toprak dökülen  yapraklar sayesinde kuş tüyü gibi yumuşak. 

Hatta bir ara köpek dahil hepimiz susarak ve hareketsiz kalarak ormanın ve rüzgarın ağaçlar arasında çıkardığı sesleri dinledik, zaten tertemiz havayı soluyorsun, aniden bütün düşüncelerden arındığın harika bir deneyimdi.

Çeşmelerden buz gibi sular içtik, bir çeşme başında kumanyalarımızı yedik. Yürüdüğümüz alanlarda tepeler aştık, derelerde, vadilerde dolaştık. Yürürken pek anlaşılmadı, ancak bu kadar yürüyüş yapan bana bile ağır geldi, ertesi gün bayağı tutulmuştum.

Akşam ise şömine başında sıcak şarap, kestane daha sonrasında taptaze mantarlardan muhteşem bir yemek. Uzun zamandır neredeyse hiç sosyalleşmediğim için çok iyi geldi.

Tam da bu toplantıya katılmak üzere iken burada tanıştığım birinden Çanakkale Gastronomi Derneği kurma çalışmaları olduğunu ve beni de kurucu üye olarak önermek istediğini öğrendim. Tabii bu teklife balıklama atladım, çünkü kurucu üyeler benim tanışmak istediğim ne kadar doğa, organik tarım meraklısı, uygulayıcı insan varsa neredeyse hepsini kapsıyordu. Ben size eğitim desteği veririm, çok çalışırım, çok hevesliyim diyerek derneğe katıldım.

Dernek ne mi amaçlıyor? Mesela ilk günden hemen bu yöreye özgü ve Osmanlı mutfağında da çok sevilen üzüm turşusu tarifini gön yüzüne çıkartarak başladılar. Mesela fabrikası kapatıldığı için bağları da yok olan bir üzüm çeşidini canlandırmaya ve yeniden aynı şarabı üretmeye çalışıyorlar. Bahsettiğim fabrikada özel bir üzüm çeşidinden  sadece pembe bir şarap üretilirmiş. Bu şarap girdiği her yarışmada ödül alan bir şarapmış. Fakat sanırım sofraya gelen bir çeşit değil ki, bütün bağları yok olmuş. Şimdi bu üzümün asmasından 2 kök bulunmuş, işte bu ana asmalardan şimdilik birkaç asma artırılmış, sanırım birkaç yıl içerisinde yeniden üretime başlanacak.

Ben de tıbbi  ve akademik geçmişimle çeşitli eğitim faaliyetlerinde bulunabilirim diye düşünüyorum. Bunun haricinde kişisel kazancım hem  kaliteli insanlar tanıma şansım olur, hem de örneğin direk üreticisinden susam, buğday alma imkanım olur.

Aslında bu memlekette bazı şehir kaçkını insanlar tanıdım. Örnek olarak yıllarca Almanya’da çalışıp emekli olduktan sonra burada, tamamen doğa içerisinde at çiftliği, ya da hayvan barınağı işleten kişiler tanıdım.

Hatta bu çiftliklerden birinde orman içerisinde serbest atlar eşliğinde yoga yaptığımız bir çalışmamız oluyor. Çünkü buraya geldiğim zaman bulduğum ve sonradan dost olduğum yoga hocam da aslında bir şehir kaçkını diyebilirim. İlk taşındığım zaman şehirde tam boğaz kenarında bir evde oturuyordu, daha sonra şehre yakın bir köyde bahçeli villaların olduğu bir siteye taşındı. Salgın öncesinde ben köyden köye yoga stüdyosuna gidiyordum. Şimdi ise siteleri bir hayli şehir içinde kaldı. Bu günlerde artık atları ile de birlikte yaşayabilecekleri daha ıssız bir köye taşınmayı planlıyorlar.

Benim tanıdığım şehir kaçkınları birkaç cins; bir kısmı zaten buralı, okuyup, meslek sahibi olduktan sonra kendi iradeleri ile organik çiftliklerini yani işlerini, ata topraklarına kurmuşlar. Bir başka kısım ise memuriyet sırasında buraya atanan, ya da emekli olduktan sonra taşınan, hatta gayet metropolitan bir işten aniden ayrılan ve iş yaşamlarının çoğunu şehirde geçirdikten sonra toprağa yakın yaşamayı tercih etmiş insanlar. Bir büyük gurup ise bir ayağı hala büyük şehirde olup, yılın belli kısmını burada geçirenler.

Ben de kendi çapımda artık bir orman köylüsü ve ufak çapta da olsa toprak sahibi olunca, bu insanlarla aşık atamasam da kendi çapımda guruba katacaklarım olacaktır diye düşünüyorum.

AYVA REÇELİ GÜZELLEMESİ

Bu yıl kış sanırım biraz sert geçecek, çünkü çevredeki ağaçlarda ayvalar ve narlar hem çok bol, hem de erken olgunlaştılar.

Bizim bahçede ise durum biraz üzücü. Geçen Mart ayında ciddi derecede kar yağdı ve nar ağaçlarını özellikle genç olanlar soğuk yaktı. Bahçedeki narların hepsi yaz başında kurumuş gibiydiler, neyse ki yazın köklerinden yeniden büyüdüler, ancak bahçede hiç yıl nar yok, ama ayva bayağı bol.  

Toprakla ticari amaç dışında uğraşmanın tuhaf bir tarafı var. Bir sebzenin ya da meyve ağacının o yıl ne kadar vereceğini, hatta verip vermeyeceğini kestirmek zor. Bir yıl bir ürün öteki yıl bir başka ürün bol oluyor, geçen sene çok olan bu sene hiç olmayabiliyor. O yılın hava sıcaklıkları, yağışlar ve kim bilir başka ne gibi koşullar durumu belirliyor.

Ayrıca bahçeye dikilen çoğu sebzenin hepsi bir anda olgunlaşıyor ve bir anda tüketemeyeceğin kadar çok ürünle karşı karşıya kalıyorsun. Tarım topluluklarında yiyeceğin bol zamanlarında, olmayan zamanlar için saklama yöntemlerinin bu denli gelişmiş olmasına hiç şaşmamalı.

Bu yıl ayva bol olunca ben de deneysel ayva marmelatları yaptım. Bunları ufak kavanozlara koyup hediye edeceğim.

Daha önce hiç ayva marmeladı yapmadığım için internetten daha önce denediğim tarifleri hep tutan bir siteden kısa sürede düdüklüde pişirilen bir ayva marmeladı tarifini aynen uyguladım.

Marmeladı yapmak için; düdüklü tencereye soyulmuş ve rendelenmiş 1 kg ayva, 1 kg şeker, 1 klasik su bardağı su ve bir koruyucu poşet içinde 15/20 adet ayva çekirdeği ve istediğim bir baharatı koydum. Düdüklü tencere sinyal verene kadar normal ateşte, sinyal verdikten sonra ise kısık ateşte 10 dakika daha pişirip ayvaların yumuşamasını sağladım.

Düdüklü tencerenin buharını çıkarıp kapağını açtıktan sonra içine dörtte bir limonu sıkıp, sıktığım limonu kabuğuyla reçele koydum. İçine bir tatlı kaşığı tereyağı ekledim (bunun görevi reçelin parlak olmasını sağlamakmış). Reçel fazla suyu buharlaşıp, kıvam alana kadar üzeri açık bir şekilde karıştırarak pişirmeye devam ettim.

Piştikten sonra içindeki limon dilimini, baharat ve çekirdek poşetini çıkarttım. Sıcakken, reçelleri kavanozlara doldurup,  kapaklarını sıkıca kapattım ve kavanozları bir gece ters bir şekilde beklettim. Böylece karanlık bir alanda uzun süre bekleyebilecek reçellerim oldu.

Her reçelin hemen tadına bakmak ve kıvamından emin olmak için küçük bir kaseye örnek aldım, bu kadar kısa süre piştikleri halde gayet güzel pektin oluştu, marmelat iyice jölelendi.

Bu reçellerden birinde baharat olarak klasik ayva marmeladına koyulan tarçın ve karanfil var.

Diğer reçellerden bazılarının baharatları bahçemden; birinde 5 yaprak ıtır, birinde bir tatlı kaşığı lavanta var.

Bir reçele taze baş parmağın ilk boğumu büyüklüğünde taze zencefil, bir başka reçele de vanilya ( yarım vanilya fasulyesinin tohumları, toz değil) kattım.

Hepsinin üzerlerine içinde hangi baharatın ya da aromatik bitkinin olduğunu yazdım.

Hepsi ayrı ayrı çok farklı ve lezzetli oldu.

Ayva çekirdeklerini koyduğum poşet
Rendeleme aşaması
Itır yaprakları
Her şey özenle tartıldı
Mutfak tezgahı üretim bandı haline geldi

Show Buttons
Hide Buttons