Geçenlerde çok ilginç bir tesadüfü fark ettim. Yirmi dört şubat 1918’de Trabzon’un Rus işgalinden kurtulmuştur, bu nedenle Trabzon’da yaşayan her kes 24 şubat tarihini bilir. Ancak bu sene 24 şubat tarihinin aynı zamanda, Türkiye Cumhuriyeti 1961 Anayasa’sını hazırlayan komisyonun üyesi ve katibi olan Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun ölüm yıl dönümü olduğunu fark ettim.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun kişisel tarihinin dönüm günlerinden birinin Trabzon tarihinin dönüm günlerinden birine denk gelmesini fark etmem bana pek çok şey düşündürdü.
Evvel zaman içinde annemin halalarından biri (Zeynep Hala) Basa sülalesinden Ali Rıza Bey’e gelin gitmiş. Evlendiğinde Ali Rıza bey çocukları olan dul bir adam imiş. Büyük haladan da iki oğlu olmuş, isimleri Suat ve Korkmaz koymuşlar. Bu iki erkek kardeş Melek ve Feraye isimli iki kız kardeş ile evlenmişler. Suat ve Melek’in Tülin ve Zeynep isimli iki kızı, Korkmaz ve Feraye’nin Sönmez isimli bir kızları olmuş. Daha sonra Korkmaz dayı İstiklal Marşını tamamlama gayretine girerek bir sürü erkek çocuk sahibi olmuş, onlara da Sancak, Mustafa Kemal, İstiklal ve Barış isimlerini uygun görmüş. Bu kuzenler aslen genetik olarak kardeş olduklarından (4 büyük ebeynleri de aynı) Ardeşen’de aynı evde kardeş gibi büyümüşler.
Sibel Dobrucalı, benim teyzemin kızı, günün birinde sınıf arkadaşım Orhan ile evlendi ve Sibel Özgür halini aldı. Şimdi iki çocukları var; Nil ve Ege.
Nil ilk okula gideceği günlerde annesi Trabzon’da değildi. O nedenle çocuğu okula hazırlamak işi bize kalmıştı. İlk okul ayakkabısını ben almıştım, hatta o yıl bir tane benim beğendiğim bir tane de Nil’in beğendiği iki ayakkabı almıştım. Aklım sıra benim beğendiğim ayakkabı çok güzel bir şeydi, ama çocuk sadece kendi beğenerek aldığını giydi, benim beğendiğimi ise çok az giydi. Daha sonra bunu bir gelenek haline getirdik, çocuk liseyi bitirene kadar her sene ona bir okul ayakkabısı almıştım. Tabii akıllandım, kendisi hangi ayakkabıyı beğendiyse, onu aldım.
Nil hukuk fakültesini kazandıktan sonra artık ayakkabı almayı bıraktım.
Nil ile Ege’nin arasında 8 yaş fark var. Ege okula başlarken annesi Trabzon’da idi, çocuğu okula o hazırladı. Böylece Ege’ye okul ayakkabısı almak gibi bir geleneğimiz oluşmadı.
Ege oldukça enerjik bir çocuktur, daha ilk okulda iken ortaokullar ve liselerle yüzme yarışına girer ve bizimki kazananlar arasında olurdu. Daha sonra basketbol oynamaya başladı. Bütün işi gücü spor yapmak, hiç öyle derslerle, okulla arası yok. Annesi bu çocuk okumayacak diye çok endişe ediyor.
Egenin lise ikiye başlayacağı yaz idi. Sibel’den bir öğleden sonra panik halinde bir telefon aldım. Heyecandan doğru dürüst konuşamıyor bile. Aniden aklına , ‘’Ayşenur, Nil’e her yıl ayakkabı alıyordu, Nil güzel okuyordu, Ege’ye ayakkabı almıyor, Ege okumuyor, eğer ona da ayakkabı alırsa o da iyi okur’’ düşüncesi gelmiş. Bu sene Ege’ye de ayakkabı almam gerektiğini söylemek için telaşla beni aramış. Tamam Sibel madem öyle artık mecburen ona da ayakkabı alacağız dedim.
Gerçekten de o yıl okul ayakkabısını ben aldım. Çocuk o yıl takdir getirmesin mi?
Hadi, benim ayakkabılara sihirli bir anlam yüklendi, resmen ayakkabılar bir aile totemi haline geldi.
Ertesi yıl çocuk üniversite sınavına girecek, o yıl ona ayakkabı almakla kalmayıp, terlik, çorap ne bulursam aldım, üstüne bir de arabamı kullanması için ona verdim. O yıl çocuk hukuk fakültesi kazandı.
Şimdi her eğitim yılının başında ona bir çift ayakkabı alıyorum. Bu sene biraz gecikmişim, Sibel bir gün telefon açıp bana ‘’Bak Ege’nin sınavı var, ayakkabısını al, kırık not alırsa karışmam, ona göre ‘’ dedi.
Derhal ayakkabı alındı. Ege de galiba sihrimize inanıyor, ayakkabı alındıktan sonra annesine ‘’anne Ayşe teyzenin ayakkabısı gerçekten işe yarıyor galiba, sanki zihnim açıldı’’ demiş.
Şimdi çok işim var. Çocuk okulu bitirene kadar her sene bir ayakkabısı benden. Sibel de teyzem de iyice inandılar, ben ayakkabı almasam çocuk okumayacak. Madem bir ayakkabı ile zihni açılıyor, alacağız mecburen.
Doksanların ikinci yarısıydı, o zamanlar Hatice Saraç ‘’Türk Kadınlar Birliği’’nin Trabzon Şube başkanı idi. Galiba genel kongre gibi bir şey yapılacaktı. Bütün şubelerin başkanları Trabzon’a gelecek ve birkaç gün süren bir toplantı olacaktı.
Hatice hanım elbette çok heyecanlı idi, Hamiyet Özen ile bana da belli bir tarih vererek, siz bu gecenin sunuculuğunu yapacaksınız diye görev verdi. Bizim olurdu olmazdı, nasıl yapalım dememize bırakmadı, siz yapamayacaksınız da kim yapacak diye kestirip attı.
Ben; nerede kaldı kutuplardaki buzların erimesi, atmosterdeki ozon tabakasının delinmesi, havanın, toprağın, akar suların, denizlerin kir tutabileceğinin akla bile gelmediği o masal zamanlarında doğdum. Gençlik yıllarım televizyonun, banka kartlarının, internetin, bilgisayarın, cep telefonlarının, marketlerin olmadığı zamanlarda geçti. Masadaki yemeklere bakınca hangi mevsimde olduğumuzu anladığımız, arkadaşlarımızla yüz yüze konuştuğumuz, yerli malı, Türk parası kullandığımız, okullarımıza yürüyerek gittiğimiz, toprağa çıplak ayak bastığımız zamanlardı.