Category Archives: Köy hayatı

YAZ BAHÇESİNDEN TOHUM ALMA İŞİNİ TAMAMLADIK, ŞİMDİ SIRA GELDİ KIŞ BAHÇESİNİ DÜZENLEME VE ZEYTİN BAHÇESİNİN İŞLERİNİ YAPMAYA VE BİRAZ DA ÇEVREYİ GEZMEYE

Kışlık sebzeleri, yazlık bahçeyi yaptığımız alana değil, meyve ağaçlarının altına dikiyorum, nasıl olsa ağaçlar yaprak döktükleri için sebzelerin güneş almasına engel olmuyorlar. Böylece bir taşla iki kuş vurmuş oluyorum, ağaçların altını gübrelediğimiz için gübreden hem ağaçlar, hem de sebze fideleri faydalanıyor. Yazın dikim yapacağımız kısım ise kış boyunca hem dinleniyor, hem de güzelce çapalandığı için toprak havalanıyor.

Kış sebzelerinden de sonbaharda dikilenler ve ilkbaharda dikilenler var, tohumdan yetiştirdiklerimiz, fidelerini çarşıdan aldıklarımız var.

Sonbaharda bazı tohumları toprakla buluşturdum.

Havuç; geçen sene havuçlar uzayan aşırı soğuklar nedeniyle donmuşlardı. Bu sene geçen sene yaptığım gibi birer ay ara ile 2-3 kez havuç tohum atacağım. Bu sene de sonuç alamazsam artık havuç dikmeyi düşünmüyorum. Eğer bu yıl olumlu sonuç alırsam seneye normal havuçların yanı sıra beyaz ve mor havuç da denerim. Havuçların düzgün büyümesi için özellikle patates, havuç gibi köklü sebzeler için yaptırdığım toprağında kum bulunan havuzu kullanıyorum.

Kale lahana; bahçemde olmasını çok istediğim ürünlerden biri. Bu sene nihayet tohumunu buldum. Şimdilik bir saksıya birkaç tohum ektim ve minicik bitkiler çıktı, ancak bu boyda bile böcekler delik deşik ettiler. Bu boyda iken kış soğuğuna dayanamayacaklarını düşündüğüm için saksıyı böceklere karşı ilaçladım (organik) ve seraya aldım. Bakalım bu fideleri toprağa alacak kadar büyütebilecek miyiz? Kale lahanayı Mart ayında da dikmeye karar verdim çünkü galiba sonbaharda kışa dayanabilecek boya gelmiş olmaları gerek.

Ispanak; hemen her sene bütün kış yetecek kadar ıspanak elde ediyorum. Güzelce kazılmış ve gübrelenmiş toprakta kısa sürede baş gösteriyorlar. Ispanağı da küçük parseller halinde birer ay ara ile 2-3 postada dikmek oldukça akıllıca bir şey, böylece bahçede çok uzun süre taze ıspanak oluyor. Ispanak tohumu nasıl alınır bilmediğim için tohumları çarşıdan alıyorum. Yerli ıspanak tohumu bulursam kendim tohum almayı deneyebilirim.

Pazı; Burada diktiğimiz pazıların cinsleri bildiğim pazıdan oldukça farklı, sapları Çin lahanası gibi kalın, gerçi tadı güzel ama ben ince saplı pazı yetiştirmek istiyorum. Memleketten hem beyaz hem de renkli pazıların tohumlarından getirttim, bir kısmını şimdiden toprakla buluşturdum, diğer tohumlar ise ilkbaharı bekliyorlar. Bahçede geçen yıldan kalma çok geniş saplı olmayan bir çeşit pazı ve birkaç kök de yabani pazı var. Umarım bu yıl normal saplı pazılarım olur ve onlardan kendi tohumlarımı alırım.

Renkli marul; geçen yıl serbest tohumlaşmaya bırakmıştık, ancak nedense bu sene hiçbiri çıkmadı. Tohumu gene çarşıdan almak zorunda kaldık. Seraya birkaç tane tohum attık.

Bakla, bezelye, sultani bezelye ve maydanoz gibi bazı tohumları bu ay sonunda toprakla buluşturacağım. Karalahana, kişniş, dereotu, renkli turplar ve şalgam gibi bazı tohumlar ise kendiliğinden çıktılar, çünkü geçen yıl onlara serbest tohum attırmıştım.

Kaşık marul ve kıvırcık marullar, beyaz ve mor lahana, brokoli ve karnabaharları ise fide alarak, soğan ve sarımsakları ise cücüklerinden diktik.

Bu yıl ne hikmetse tane zeytin olmadı, bu yıl zeytinyağını fabrikadan alacağız. Bu biraz moralimi bozmuş olsa da hemen kendime geldim, toprak işi böyle. Gene de o bahçenin de sulama hortumlarının toplanması, sürülüp, gübrelenmesi gibi bir dolu iş yapmak gerekiyor. Bir yıl vermedi diye zeytinlere küsecek halim yok. Bu yıl zeytin ağaçlarının altına bakla ekeceğim, biraz toprak azotlansın bakalım.

Bu şehirde de birkaç tane yürüyüş gurubuna katıldım. Aslında hiç birinde aktif üye değilim henüz, ama geçen Pazar günü Lapseki Dumanlı Dağ yürüyüşüne katıldım. Buraya geçen seneden beri gitmek istiyorum, çünkü Lapseki, Çanakkale ilinin en çok yağmur alan ilçesi olabilir, üstelik bu dağdaki orman da, Çanakkale’de kayın ve gürgen ağırlıklı tek orman bildiğim kadarıyla. Çanakkale’nin ormanları sırasıyla kızılçam, meşe ve karaçam ormanlarıdır. Bütün bu orman varlıkları içerisindeki orman açıklıklarında bodur ardıç, porsuk, çeşitli orman meyvelerinin yanı sıra çınar ağaçları da mevcuttur. Dumanlı Dağın bir başka özelliği de bölgedeki iki büyük barajın sularının kaynağı olmasıdır. Bu barajlardan biri Adatepe Barajı, diğeri ise Umurbey barajıdır. Umurbey barajı, oldukça büyük su kapasiteli ve sadece sulama için kullanılan bir barajdır, bizim köylere gelen sulama kanalları da bu barajdan gelmektedir, oysa bizim köy Atikhisar barajına daha yakın.

Umurbey barajının, Atikhisar barajından çok önemli bir farkı var; Umurbey’in suları sadece tarım amaçlı kullanılıyor, bütün köylerin kendi içme suları var. Atikhisar barajı ise hem sulama için hem de şehrin su ihtiyacı için kullanılmaktadır.

Benim bilge bahçıvanım Dumanlı köyünde Umurbey barajına akan bir derenin başladığını ve bu derenin bölgedeki birçok derenin aksine Ağustos ayında bile kurumadığını söylemişti. Ben de tabii bir hayli merak etmiştim.

Bu geziye Mavi Bilye gezi gurubu ile katıldım. Gerçekten de adına uygun bir şekilde bol bol sis vardı. Orman ise harika bir orman, Karadeniz ormanları gibi ağaçların altı yeşillikten girilemez halde değil, ancak yine de katmerli bitki örtüsü, ağaçların baylarınca sarılmış dev sarmaşıklarıyla, yağmur ormanlarını fazlasıyla andıran bir orman. Çanakkale’nin diğer taraflarında gördüğümüz ormanlardan da oldukça farklı çünkü buradaki ağaçlar iğne yapraklı değil, asıl ağaç varlığını kayın ve gürgen ağaçları oluşturuyor.

Orman tabanı bu mevsimde sonbahar yapraklarıyla doluydu. Dağın kendisin ise belli ki yağmur sularının, yataklarının yardığı derin vadilerle dolu. Zaten bütün dağda su varlığı çok belirgin bir şekilde kendini gösteriyor, her yerde bir sürü içmelik suyu olan çeşme vardı. İşte bu çeşmelerden birinin çevresindeki düzlüğe benzer bir alan piknik alanı olarak kullanılmaktaymış, biz de aracımızı orada bırakarak, Adatepe barajı yönünde 5-6 km yürüyüş yaptık. Ormancılarla, çobanlarla, farklı piknikçilerle karşılaştık.

ıspanaklar

soğanlar

brokoliler

Lahana ve pırasalar

SAMHAİN ZAMANI SONBAHAR BEREKETİ, TAKAS EKONOMİSİ, ENİŞTEMDEN ANILAR ve BAHÇEMDE YABAN HAYATI

Samhain bayramı; yani 30 ekim-1 kasım günleri aslında antik dönemlerde Kelt ülkelerinde kutlanan doğa bayramlarından biridir. Dünyanın bu bölgesinde, bu tarihten sonra artık herhangi bir tarım ürünü yetişmez.  Bu günlerde çobanlar kışı geçirmek üzere sürülerini dağlık bölgelerden yerleşim bölgelerine indirirlermiş. İrlanda halkının inanışına göre 31 ekim gecesinde ölüler alemi ile canlılar alemi arasındaki perde incelir ve iki alem birbirine yakınlaşırmış. Belki de gerçek bir kurt saldırısının etkisiyle bu dönemde kurt adamların sürülere saldırması ile ilgili efsaneler  anlatılır. Doğanın uykuya yatmasını mı, sürülerinin sağ salim evlere geri dönmesini mi, yoksa uzun kışa enerji toplamak için mi kutladıkları bilinmez bu bayramda insanlar; hem kurt adamları korkutmak, hem de ölüler aleminden istenmeyen varlıkların ortaya çıkmasını engellemek amacıyla kostümler, maskeler giyerek ev ev, sokak sokak dolaşırlarmış.  Mevsim de tam balkabaklarının olgunlaştığı ve hasat edilme dönemi olduğundan balkabağından maskeler yapılır, kurt adamları, kötü ruhları korkutacak tuhaf görünümlü kostümler giyilirmiş (bizde de karga korkutmak için korkuluk yapılmıyor mu?).

Hristiyanlık inancında, Yahudiliğin tam zıddı olarak yayılmacı bir anlayışa sahiptir. Tarih boyunca Hristiyanlığı yaymakla görevli misyonerler yerel halka bu yeni inanışı kabul ettirebilmeyi kolaylaştırmak için yerel gelenekleri kendi bakış açısına göre yorumlamış ve hatta Hristiyanlaştırmıştır. Samhain bayramı da Hristiyanlık inancında cadılar bayramına dönüşmüştür; bilindiği gibi cadılar bayramında balkabağından korkutucu  maskele yapılır, çocuklar çeşitli kostümler giyerek sokak sokak dolaşır. Bu gün dünyada Hristiyan inancı olduğu düşünülen ve halloween (cadılar bayramı) olarak bilinen kutlama işte böyle bir tarihçeye sahiptir.

Ben de Samhain gününde bahçeden balkabağı çorbası yaparak kendimce kutlama yaptım. Balkabağından püre yapıp, lazanya gibi bir yemek icat ettim, gerçekten oldukça başarılı oldu, yeniden yaptığım zaman resim çeker ve tarifini yazarım.

Bu yıl bahçemde bir sürü balkabağı var. Bir kısmı kendiliğinden çıktı, bazılarını ise biz diktik, aslında kabaklar oldukça çalışkan çıktılar, bol bol kabak verdiler, ama hemen hepsi belli bir büyüklüğe ulaşınca bozuldular. Sadece tohumunu belediyeden aldığımız beyaz kabak 8-10 tane verdi. Diğer kabaklardan ise sadece bir tanesi normal büyüdü. Nasıl olduysa ağustos ayında farklı bir kabak türü daha 3 adet kabak verdi. Neyse ki yeşil renkli kabaklar da oldukça kaliteli çıktılar. Sonuç olarak evde bize bol bol yetecek kadar balkabağı var.

Evde şu sıra sonbahar bereketi var, ama bu bereket bahçeden ziyade tanıdıklardan geldi.

Benim nar ağaçlarım henüz meyve veremeyecek kadar küçük (aslında büyümüştüler, iki yıl önce zamansız soğuklarda dondular, şimdi yeniden büyüyorlar) komşumuz her yıl bize bir çuval dolusu nar getirir. Bu yıl henüz onlar narlarını toplamadılar, yani bir çuval nar beklentim halen devam ediyor. Bu arada bahçıvanımın da Lapseki’de bir toprağı var, geçen gün bir kasa dolusu nar ve kocaman bir bal kabağı getirdi.

Rahmetli eniştem; Romanya doğumlu ama onlu yaşlarının başında Lapseki’ye yerleştirilmişler. Eniştemin çocukluk arkadaşının oğlu ve gelini ile tanıştım. Ailenin Lapseki’de şeftali bahçeleri var, çeşit çeşit şeftali yetiştiriyorlar. Onlar bize kilolarca şeftali ve erik getirdiler.

Geçen ay Nil (yeğenim)  bir arkadaşı ile bize geldi. Çanakkale’den kendilerine bir mini ev almayı düşünüyorlar. Gelibolu’da bir mini ev sitesini görmeye gittik, tesadüfen Rize’li bir adamla tanıştık. Adam Pazar’lı hatta bizim mahalleden çıktı. Senelerden beri burada yaşıyormuş, Saroz körfezinde ıssız bir yerde meyve bahçesi var,  izole bir hayat sürüyor diye de düşünmeyin, derme çatma kulübesi kasabanın sosyetesinin uğrak yeri gibiymiş, biz eğer kalsaydık, mangal partisi, arkasından da türkü gecesine katılacaktık.  Burada bu kişiden bahsetme sebebim; bizi görünce çok sevindi, ne yapacağını şaşırdı; adeta zor kullanarak koca bir kavanoz kendi ürettiği baldan verdi, hem bize hem de Nil’e ayrı ayrı birer kasa ceviz, birer koca torba dolusu elma, birer torba cennet hurması ve ayva verdi.

Bizim eve temizliğe gelen bir temizlik firması var, bu kadınlar da Ordu’ludur, her Ağustosta fındık toplamaya giderler. Bu kez gelirken bize de koca bir torba dolusu kabuklu fındık getirdiler.

Zaten komşunun verdiği karpuzları henüz bitirememiştik.

Bütün bu meyveler gelmeden önce evde zaten bol miktarda elma, portakal, muz, ayva her çeşit meyve vardı.

Şu anda bahçede de toplanmayı bekleyen bir sürü meyve var.

Köyde yaşamanın da böyle bir handikapı var, bazı zamanlarda o kadar bolluk oluyor ki elindeki ürünleri ne yapacağını şaşırıyorsun.

Hiç farkında olmadan, bir çeşit takas ekonomisi işletiyoruz.

Deminden beri bize birçok kaynaktan gelen meyveleri yazdım.

Ben de tanıdıklarıma, gelen gidene bahçede ne varsa ve ayrıca kendi ürettiğim ürünlerden veriyorum.

Bizim verdiklerimiz arasında en çok hoşa gidenler, bir numara elbette ki çay. Kime verdiysem çok beğendi, hatta şimdi bazı arkadaşlar Rize’den koli istiyorlar.

Bir ara Rize’den ağaç kavunu gelmişti, komşu bir kadın bize bir tencere dolusu yabani asma yaprağına sarılmış sarma getirmişti, ben de tenceresinde ağaç kavunu reçeli yapıp geri vermiştim. Bu reçeli şeker gibi ikram edebilirsin demiştim, kendileri çok beğenince köyün kahvesinde herkese yedirmişler. Bu reçelle köyde bayağı nam salmıştım, Serdar gelince kahvede doktorun bize yedirdiği neydi diye sormuşlar.

Geçen yıl çeşit çeşit aromatik bitkiler katarak ayva reçelleri yapmıştım, onlar da oldukça beğeni toplamışlardı.

Benim bu yıl verdiğim ürün yelpazesine eklediği iki yeni ürün var. Bunlardan evde yaptığım acılı, acısız ketçaplar. Kime verdiysem bayıldı.

İkinci ürün ise kendi kuruttuğum üzümler. Bu ürünüm de oldukça beğeni topluyor.

Bir de komşuma nane kurutup verince çok mutlu oluyor.

Gelen giden olunca da genellikle o anda bahçede ne varsa bir çıkın yapıp veriyorum.

Bana gelen ve en çok hoşuma giden malzemeler ise oldukça ilginç; En çok farklı bir bitki fidesi, ya da bende olmayan atalık tohumlar hoşuma gidiyor. Tabii yanmış hayvan gübresi çok hoşuma gidiyor.

Eniştemin tanıdıklarının bana verdiği en önemli hediye ise eniştemin anıları oldu.

Eski Çanakkale, Balıkesir yolunun iki yanında kocaman çınar ağaçları vardır. Bu ağaçlı yol çok yakın zamana kadar Balıkesir’den Yeniceye kadar olan kısımda şehirler arası yol olarak kullanımdaydı. Çanakkale Dörtyol mevkiinde de şimdiki yolun hemen yanında birkaç yüz metrelik kısmı duruyor. Atatürk, Çanakkale’ye gelmiş, hatta İran Şahını burada ağırlamış, bu ağaçlar da o dönemlerde dikilmişler. Nasuh enişte, o sıralarda ortaokul öğrencisiymiş, o dönemde Lapseki’de ortaokul olmadığı için her gün feribotla karşıya geçer ve Gelibolu’da okula gidermiş. Bu ağaçlar dikileceği zaman yeterince okuryazar insan olmadığı için eniştemizi işe almışlar, çocuk yaşta, bütün yaz ağaçları diken işçilerin çalışma saatlerini, yevmiyelerini, dikilen ağaçları kayıt altına almış. Muhtemelen bu işi yapan tek kişi değildi, ancak o dönemlerdeki okuryazarlık oranını gösteren ilginç bir vakıa olarak kayıt etmeyi uygun gördüm.

Bu arada bahçemde yaban hayatı bütün hızıyla devam ediyor, bahçede yok yok, geçen yıl bir sansar yuva yapmaya bile kalkışmıştı, kameralarımıza bahçede gezinen tilkiler takılmıştı. Bu yılın beklenmedik konukları ise bir çakal ailesi. Ben bu işten bir şey anlamadım, normalde çakallar gündüz gizlenen hayvanlardır, ama bu aile güpegündüz, ne bahçe çiti, ne insanla karşılaşmak, hiçbir engel tanımadan bahçede serbestçe dört dönüyorlar. Hem de ailecek geziyorlar, artık aile bireylerini renklerinden ayırt etmeye başladım. Hatta yavru bir bireyin bağırsaklarının sarktığını görecek kadar da yakından gözlemledim.

Bu yıl bir sefer de sincaplar ailecek gelip bize yarım saat kadar süren bir öğlen matinesi yaptılar. Zaten bahçenin her yerinde yaban hayvanı dışkısı görüyorum. Elbette yaban hayvanlarını beslemeye kalkışmıyorum, ama acaba bahçede belgesel mi çeksem diye de düşünmüyor değilim. Bahçenin hemen aşağısından akan bir dere var. Derenin yaban hayvanı geçiş koridoru olduğundan şüpheleniyorum, çünkü özellikle gece arabayla geçerken, dereden aşağı kaçan birçok yaban hayvanı gördüm. Gözüme acaba üzerine harekete duyarlı kamera mı yerleştirsem diye düşündüğüm bir ağaç bile kestirdim.

Bu ufaklığı böyle sevimli gördünüz ama ağzındaki bir kuş

Sarı gacının ufak gacıları

Sincaplar 3 taneydi ama en güzel resim bu

Çakallardan kahverengi olanı

TOHUM KARDEŞLİKLERİM

Buraya taşındığımız yıl neredeyse bizim taşınmamızla eş zamanlı olarak Çanakkale Belediyesi Tohum Sandığı açtı. Sarıçay kıyısında bulunan tarihi bir binayı restore ederek atalık yerli tohum üretimine ve dağıtımına başladılar. Tarihi bina çok albenili bir binadır, bana Out Of Africa filmindeki evi hatırlatır. Biz de ilk sene karalahana tohumlarımızı paylaşmıştık, ancak bu yıl bizim tohumların pek de rağbet görmediği için artık üretmediklerini söylediler. Bu yıl mayıs ayında her gidene (ben birkaç kez uğradım) 6 çeşit atalık tohum bulunana bir paket hediye ettiler. Aldığımız her pakette domates, alacalı patlıcan, beyaz kabak gibi tohumlar vardı. Biz bazılarını ektik bazılarına ise gerek kalmadı. Belediyenin tohum bankasından ürettiğimiz sarı domates, beyaz kabak ve alacalı patlıcandan kendi tohumlarımızı da aldık. Yani ilk tohum kardeşim belediyenin tohum bankası.

Köyde de bir tohum kardeşim var. Komşum Emine Hanım bütün köyün tohum bankası gibi bir kadın,  Emine Hanım benden başka köydeki birkaç kişiye daha tohum veriyor. Emine Hanımın annesi de kendi tohumlarını saklayan bir kadınmış, şimdi kızı onun tohumlarını devam ettiriyor. Bu işini o kadar ciddiye almış ki, bazı ürünleri aileden kimse pek de sevip yemediği halde sırf tohumunu kaybetmemek için ekmeye devam ediyor. Geçenlerde konuşurken sadece karpuz ve salçalık biberin tohumunu dışarıdan aldığını, diğer bütün tohumların kendisine ait olduğunu söyledi. Bende ona verebileceğim tohumlar henüz yok, ben de ona nane kurutup veriyorum. İnşallah günün birinde ben de ona farklı tohumlardan veririm.

Bir başka tohum kardeşim, Hacettepe’den sınıf arkadaşım Vahide (Karadeniz gelini, kocasından Lazca bile öğrendi, ben güya Laz kızıyım birkaç kelime biliyorum) Ankara’da bir bahçesi var ve geçen sınıf gezimizde bana bazı tohumlar göndermek istediğini söyledi. Karadeniz’in dev boyutlu pembe domatesinden de varmış, biz kendi tohumlarımızı kaybettiğimi için ondan istedim. Bu domates, dev boyutlu, yamuk yumuk, pembe renkli, mis kokulu ve incecik kabukludur, boyutlarına rağmen çok narin bir domatestir, kesince birkaç saat içerisinde tüketmek gerekir. Onun kendi rekoru yarım kilonun üzerindeymiş, biz Rize’de 1071 gramı görmüştük, bakalım buradaki bahçede kaç gram olacak?

Elif Dağlı; yine Hacettepe’den arkadaşım, İstanbul’daki evlerinde Karadeniz’in kokulu üzümünden olduğunu görmüş ve çelik istemiştik, gerçekten de 3 adet çelik yapıp gönderdiler. Sonra bu çeliklerin başına gelmedik kalmadı, neyse uzun etmeyeyim kaç yıldan sonra şu anda elimde canlı tek bir çelik kaldı, o da yerini mi sevmedi bilemiyorum, kurumadı, ölmedi ama hiç neşesi yok, gene de umutla bekliyorum, bu memlekette bazı ağaçlar iyice derine kök saldıktan sonra uzuyorlar. Bakalım göreceğiz. Bu yıl Elif benden tohum istedi, ben de ona birkaç adet kendi ürettiğim tohumlardan hazırladım.

Gülden Tüysüz; çok yakın arkadaşım Beyhan’ın ablasıdır. Beyhan benim 40 yıllık arkadaşım, üstelik de Çayeli’li bir ailedirler. Annesi gençliğinde Umurbey’de yaşamış, buraları unutamıyor. Beyhanların Saroz körfezinde bir yazlıkları var, yani yaz aylarında nadir de olsa görüşüyoruz, hatta annesinin Umurbey’de yaşadığı evi bile bulduk. Gülden de bahçesine bazı sebzeler dikmeyi seviyor. Bizim köyle coğrafi yakınlığı olduğu için kolayca adapte olacaklarını düşünüyorum, bazı tohumlarımı onunla da paylaşacağım. Ondan Rize bal kabağının tohumunu alacağım, bizdekileri kaybettik.

Adnan Bey; rahmetli Nasuh eniştemin sınıf arkadaşının oğlu, eşi de bizim Ali’nin kuzeni imiş, yani hem aileden hem de arkadaşlarım vasıtası ile tanıştım. Geçen yıl Lapseki’deki şeftali tarlalarında harika bir gün geçirmiştik. Onunla da bazı tohumları değiş tokuş yapacağım, coğrafi yakınlık nedeniyle adaptasyon sorunu olmayacağını düşünüyorum. Ondan almayı planladığım ürün ise kuş üzümü.

Elif Telatar; bizim akrabamız, şimdiki halde Pazardaki evde oturuyorlar, bahçeyi de Elif bakmaya başladı. Ondan bazı tohumlar istediğim zaman bana Ardeşen’de yaşayan ve atalık tohum üreten bir kadından söz etti. Ben de onun aracılığıyla Ardeşen’li Emine Hanımı takip etmeye başladım. Kadın her sebzeden birçok çeşit üretiyor ve tohum elde ediyor. O kadar farklı çeşitleri var ki bu biberse buna da biber demek haksızlık diye düşünüyorsunuz. Fakat bir sürü patlıcan çeşidi olmasına karşılık ‘Dev Guduklu’ yok tabii. Elif aracılığıyla Emine hanımdan bir çok çeşit tohum aldım, ben de ona devguduktan tohum gönderiyorum, tabii Elif’e de. Bakalım bu dev patlıcan Rize’de olacak mı? Olursa boyu ne kadar olacak? Gerçekten çok meraktayım.

Sonuç olarak bu gün birkaç kişiye tohum hazırladım. Hepsine en özel tohumlar olan 2 çeşit çok güzel kavun, beyaz kabak ve devguduktan gönderdim. Elif Dağlıya ise sultani bezelye ve balık biber de koydum. İnşallah hepsi verimli olur.

Devguduk, Emine Hanımın patlıcanına verdiğim isimdir.

Benim geçen yıllarda Trabzon’dan getirttiğim renkli fasulyeler burada olmadı mesela. Umarım bu sefer de fiyasko ile sonuçlanmaz.

Posta için hazırladığım paketler

devguduk tohumları

SONBAHAR; SOĞUKLAR GELDİ, KIŞ BAHÇESİ HAZIRLIKLARI, YUMURCAK SAVAŞLARI, TOHUM TİYOLARI…

Artık sonbahar kendini iyice belli etmeye başladı, günlerin kısalması fark edilmeye başladı, çınarların yaprakları azaldı, yer yer sararmalar, kızarmalar başladı, havalar bir hayli serinledi. Geçen hafta yaz sebzelerini kaldırdık, kış bahçesi hazırlıklarına başladık, çapa yaptık, bahçeyi gübreledik. Geçen yıl nedense komşulardan bir türlü tedarik edemeyip ciddi bir gübre krizi yaşamıştık, bu yıl gene bilemediğim bir sebepten komşularımız insafa geldi de şimdi bol miktarda hayvan gübremiz var. Köyde yaşarken, hele de biraz olsun toprakla uğraşmaya başlamış iseniz, öncelikleriniz değişiyor, daha önce hiç aklımın ucundan geçmeyen sebeplerle mutlu olmaya başladım, gübrelerin geldiği gün kendimi nasıl keyifli hissettiğimi anlatamam.

Komşular yaz bahçesini sökünce toplu halde kışlık salçalarını yapıyorlar, biz ise salçaları peyderpey yaptığımız için bahçeyi söktükten sonra pek bir iş olmadı, çünkü son ürünleri bahçıvanıma verdim. Şu anda bahçede sadece uzak köşelerde kalmış ve hala vermeye devam eden birkaç çeri domates, böceklerin yediği karalahana, pazı dışında pek bir şey yok.

Artık kış sebzelerini dikme zamanı geldi. Soğan, sarımsak, marul, ıspanak gibi sebzeler dikiyorum. Bazılarını tohumdan üreteceğim, bazılarını da çarşıdan aldığım fidelerden dikerek büyüteceğim.

Bu yıl ilk kez (Nermin tohum yapmayı biliyor ve yapıyor) ben de bazı tohumlar yaptım. Örnek vermek gerekirse yayılmasını çok istediğim bir patlıcan tohumu ürettim. Komşumuz Emine Hanım, adeta köyün atalık tohum bankası gibi, annesinden aldığı terbiye ile bütün tohumlarını kendisi yapıyor, dolayısıyla elindeki tohumlar onlarca yıldan beri bizim köyde kendi ürettikleri ürünlerin tohumları. Öyle ki mesela elinde iki çeşit börülce varmış, bunlardan biri sadece yeşil fasulye şeklinde tüketilirken, diğer türün taneleri yeniliyormuş. Tane börülceyi (kurutulmuş börülce) evde kimse pek sevmezmiş, bu türü sadece tohumunu kaybetmemek için yıllardır ekmeye devam ediyormuş.

Bu bilge kadının ürettiği bir patlıcan çeşidi var, bunun gibi bir patlıcan daha önce hiç görmemiştim. Bitkisi normal patlıcan bitkisi, yaprakları biraz daha büyük diyebilirim, patlıcanı görene kadar diğer patlıcan çeşitleriyle arasında belirgin bir fark yok. Sebzenin rengi alışık olduğumuz kemer patlıcanı renginde yani parlak koyu mor, şekil olarak da ucu hafifçe sivri, uzun bir patlıcan çeşidi. Asıl şaşırtıcı olan patlıcanın boyutu, normal bir kemer patlıcanından 3 kat kalın ve 2 kat uzun, hatta tohuma bıraktığım patlıcanın boyu 40, çevresi ise 20 santime kadar ulaştı. Hormonlu gibi görünen bu dev patlıcanın içerisi ise bembeyaz ve şaşırtıcı derecede az çekirdekli, tohuma bıraktığım patlıcanın ucundaki 10 cm’lik kısımda hiç çekirdek yoktu. Patlıcanın ucu da ekmek somunu gibi sivri (Trabzon deyimiyle guduk), ben de patlıcana dev/guduklu/kızılkeçili adını verdim.

Bu yıl birkaç çeşit patlıcan dikmiştim, koyu mor renkli top patlıcan ve kemer patlıcan, bir de alacalı olan patlıcan dikmiştim. Bazılarını fide olarak almıştım, yerli alacalı patlıcanı ise belediyenin atalık tohum bankasından üretmiştik. Bir sıra da Emine Hanımdan bu özel patlıcan fidelerinden alıp dikmiştim.

Patlıcanların çoğunu fide olarak diktiğimiz için hemen kendilerine geldiler, gayet neşeli yaprak vermeye, çiçeklenmeye başladılar. Hatta ilk sebzelerini verdiler, onlardan bazılarını tohumluk olarak işaretledim, birkaç tane de kopartıp yemek yaptım.  Derken birden bire solmaya, çiçeklerini dökmeye başladılar. Meğer patlıcanlara köylülerin yumurcak dedikler zararlı bir çiçek dadanmış. Bu yaz sebzeleri dikerken naylon örtü ile malçlama yapmıştık, bir gün naylon örtünün altında, örtüyü kaldıracak kadar sık bir şekilde bu parazit bitkinin ürediğini fark ettik. Aslında görüntü olarak çok güzel bir çiçek, ilk çıktığında kuşkonmaz gibi görünüyor, daha sonra üzerinde mor küçük çiçekler beliriyor. Kökleri ise patlıcanların köklerinden besleniyor, bitkileri tamamen sömürüyor. Mücadele etmek de hiç kolay değil, çünkü kökleri sıkıca patlıcanın köklerine yapışmış oluyor.

Bundan sonra her gün ilk işim gidip, patlıcanların diplerini çapalayıp, bu bitkiden olabildiğince temizleme oldu. Birkaç haftalık mücadeleden sonra asalak otu biraz azaltabilince patlıcanları yeniden canlandı, bir sürü patlıcan büyüdü, ancak bu sefer de yaz bittiği için çabucak kartlaşıp, tohumlanmaya başladılar. Sonuç olarak yazın birkaç kez yiyebildik ve biraz da kış için közledik, ama benim için en değerlisi, çok değer verdiğim dev patlıcandan tohum alabildim. Patlıcan tohumu almak için ilk çıkan patlıcanlardan bir kaçını (benim durumumda sadece birini) tohumluk ayırıp, bütün mevsim boyunca olgunlaşmasını sağlıyorsunuz.

Bitkilerin soylarını devam ettirebilmek için geliştirdikleri bir taktik var, eğer sebzesi üzerinde duruyorsa tohumu olduğu için yeni sebze vermeye uğraşmıyor, bütün kuvvetiyle tohumunu beslemeye bakıyor. Sebzenin verimli olması için sürekli hasat edilmesi gerekiyor, çünkü burada ‘koyun can derdinde kasap et’ durumu söz konusu, bitki kendine tohum yapmaya çalışıyor siz ise sebze almaya.

Edindiğim bazı bilgilerin ışığında tohum bırakmak için bazı tiyolar şunlar;

  1. Çarşıdan alınan tohumların hemen hepsi kısır, yani her sene yeniden almak gerekiyor.
  2. Atalık tohumlar ise köylülerin kendi ürünlerinden aldıkları tohumlar, bu tohumlardan alınan ürünlerden kindi tohumlarınızı yapabiliyorsunuz. Atalık tohumlar çarşı tohumu kadar verimli olmayabilir, ancak çevre koşullarına çok daha dayanıklı oluyorlar ve kimyasal kullanmak da gerekmiyor. Bu nedenle eldeki atalık tohumları takas etmek bence çok önemli.
  3. Farklı bir bölgeden alınan tohumları ilk sene sadece tohum almak amacıyla üretmek akıllıca görünüyor, çünkü bitkinin yeni ortama uyum süreci var. Bizim Brezilya’dan getirdiğimiz kocaman bir domates vardı, tohumlarını almış ve geçen yaz bahçeye ekmiştik, ancak çıkan domatesin şekli getirdiğimiz domatese benzemiyordu. Meğer bitki yerinden uzaklaşınca strese girer ve ilk atasının şekline dönebilirmiş. O kadar özenip getirdiğimiz dev boyutlu Brezilya domatesi şekil değiştirdi diye yeniden tohum almamıştık. Kompost gübre yaptığımız için bahçenin çeşitli yerlerinde kendiliğinden bir sürü domates çıkıyor, bu domateslerden uygun yerde çıkanları muhafaza ediyoruz, kışlık sosların çoğunu bu kendiliğinden çıkanlarla yapıyoruz. Bu yıl, Brezilya domatesinden de bir kök çıktı, neredeyse 2 metrekare alan kapladı ve bütün yaz boyunca ince uzun, az çekirdekli çok lezzetli domatesler verdi, artık bizim bahçeye uyum sağladığı ve oldukça da verimli olduğu için bu sefer tohum aldık.
  4. Bir sebze ekecekseniz ihtiyacınızdan fazla kök ekmekte fayda var, bazen siz her şeyi doğru da yapsanız, havalar uygun gitmiyor, verim azalıyor. Tabii birçok kurdun, kuşun, köstebeğin hakkını da düşünmek lazım. Benim tuhaf bir gözleme dayalı inancım var; sanırım sebzeler birbirinden güç alarak ürün veriyorlar; mesela 20 kök domatesten, 5 kök domatesten alacağınız verimin 4 katından fazlasını elde ediyorsunuz. Domates tohumu için sadece beğendiğiniz bir domatesi kullanabilirsiniz ama mesela fasulye gibi bir sebzeden tohum alacaksanız tek sebzeyi değil de mesela 10 kök ektiyseniz, 2,3 kökü tohum için ayırmak ve diğer kökleri hasat etmek akıllıca görünüyor.
  5. Tohum almak için ilk ürünlerden seçmek gerekiyor, bütün yaz boyunca ürün iyice olgunlaşana kadar bekleniyor. Genel olarak tohum alacağınız sebzenin sapı sertleşip kuruyunca artık tohumlar hazır demektir. Domates tohumu alacaksanız domatesi güneş altında güzelce olgunlaşana hatta çürüme belirtileri göstermeye başlayana kadar bekletmekte fayda vardır.
  6. Kavun, karpuz, kabak gibi sebzelerin tohumlarını da kendi kabuğu içerisinde kurutmak daha doğru oluyormuş.
Yumurcak
Dev guduklu
Gene yumurcak

Dev guduklu tohumu

Frenk soğanları gözlerini açtı

Kale lahanalar da miniminnoş

Gübrelenmiş topraklara pazı, ıspanak tohumları atıldı

Bunlar da çarşı fideleri, her cins lahana var

KÖYDE KIŞA HAZIRLIK, BU YIL FARKLI OLARAK ÜZÜM KURUTTUM, ÜZÜM SAKLAMANIN BİR KAÇ YOLUNU DENEDİM, BİR DE BALKAN SOSLARI DEĞİL KETÇAP YAPTIM.

Köyde eylül meşgaleleri başladı. Biz de turşuları, reçelleri, salçaları, sirkeleri yapmaya başladık.

Bu yıl önceki yıllardan farklı olarak üzüm kuruttum. Bu sene aşırı fazla üzüm oldu derken, ağustos ayında peş peşe yağan yağmurlar üzümlere hayli zarar verdi, bir iki asmanın bütün üzümü o denli çürüdü ki, salkımları kesip, meyve ağaçlarının altına gübre olmaları için koydum. Ne de olsa kurda kuşa aşa, birazı da toprağa… Koyu renkli olup da bütün salkımları çürümeyen bir üzümden şıra yaptım. Bizim adetimiz üzümleri güzelce yıkayıp kaynatarak saklamaktır. Geçen yıl birkaç pet şişe şıra yapıp buzluğa koymuştum, çok beğenilmişti, bu yıl farklı olarak sıcakken kavanozlara koyup kapaklarını kapattım, kilerde saklayacağım. Çok az miktardaki üzümü ise internetten öğrendiğim gibi yıkayıp taneledikten sonra konserve yaptım. Aslında konserve demek de biraz tuhaf kaçtı, çünkü sadece iki kez kaynar sudan geçirip, vakumlu kavanozlarda bekletmeye aldım. Eğer söylendiği kadar güzelse bundan sonra yapmayı deneyebilirim. Az hasarlı olup da bizim yiyemeyeceğimiz kadar çok olan üzümleri de komşulara dağıttım, çünkü onların üzümleri de çürüdü.

Ancak çoğunu kuruttum, geçen yıl birkaç salkım üzümü kurutmayı denemiş, ancak küflendirmiştim. Meğer güneşte kurutmanın bir püf noktası varmış. Kurutulan malzemenin çürümemesi, küflenmemesi, üzerine sinek, böcek konmaması için, eski usul odun külü kullanılıyormuş,  şimdi ise herkes karbonat kullanıyor. Ben de karbonat kullandım. Önce üzümleri güzelce bol su ile yıkadım, tanelere ayırdım. Bir kase içerisine bir yemek kaşığı karbonat ve üzerine 1-1,5 litre su koydum, karbonatı suda çözündürdüm. Bundan sonra üzüm tanelerini karbonatlı suda bir iki dakika bekletip, karbonatın her yerlerine bulaşmasını sağladım. Kapalı balkondaki masanın üzerine serdim, balkonda bazı camlarda sinek teli var. Yani üzümler hem havalanıyor, hem tozdan, böcekten korunuyor, hem de güneş alıyorlar. Üçüncü günden itibaren birer ikişer bazı taneler kuru üzüm tanesi şeklini almaya başladı. Karbonatlı üzümlere gerçekten de hiç sinek böcek konmadı. Fakat bu sırada yeniden havalar bozuldu ve kurumaya yüz tutan üzümler ekşimeye, sulanıp çürümeye başladılar.

Bundan sonra artık aklım başıma geldi, evdeki elektrikli kurutucuyu kullandım. Bu sefer gerçekten de çok başarılı oldum, hatta Sibel’e de verdim, çok beğendi. İlk mahsuller kurutulmaya uygun ince taneli, çekirdeksiz, beyaz üzümdü. Üzümü yıkayıp, yukarıda tarif ettiğim gibi karbonatlı sudan geçirdim. Bu aşamada üzümlerin suyu süzüldükten sonra üzerlerine çok az miktarda çiçek yağı koyarak, yağın bütün tanelere bulaşmasını sağlamak gerekiyor, yoksa üzümler biraz kuruduktan sonra şekerlenip, birbirine yapışıyor. İyice yıkanmış, karbonatlanmış ve yağlanmış üzümleri kurutucuda 2-3 günde kuruttum. Yaptığım şartlarda üzümlere hiç toz değmemiş olduğu için kuru üzümleri yıkamadım. Güneşte kurutanlar iyice kuruduktan sonra tozlandıkları için yıkayıp son bir kez daha güneşe seriyorlarmış. Önümüzdeki sene karbonat değil, odun külü kullanacağım.

Şimdi kırmızı renkli üzümleri de kurutuyorum. Bu işte bir hayli uzmanlaştım galiba. Bu şekilde evde üzüm kurutanlar için son bir uyarı daha var, hiç kimyasal koruyucu kullanmadığım için üzümleri bez bir torbada ve buzdolabında saklayacağım.

Bu yıl domateslerden de daha önce hiç yapmadığım ketçap yaptım, efsane oldu.

İki kilo salçalık domatesi iri parçalar halinde tencereye doğradım. Bir kilodan az ( domatesin üçte biri kadar) salçalık biberi çekirdeklerini çıkardıktan sonra blendırdan geçirip tencereye aldım. Bir büyük elmayı da çekirdeklerini çıkartıp, kabuklarıyla birlikte blendırdan geçirip tencereye ekledim. Tencereye 1 yemek kaşığı tuz, 2 yemek kaşığı esmer şeker, 6 adet karanfil, 1 çay kaşığı karabiber (ben fülfül kullandım), 1 çay bardağı elma sirkesi ( açık renkli herhangi bir sirke olabilir), acı isteğine göre açı kırmızı biber (ben taze biber kullandım), hep birlikte tencerede kaynattım. Domatesler iyice yumuşadıktan sonra el blendırı ile güzelce çektim. Çarşıdan aldığımız bütün ketçaplardan daha lezzetli oldu. Eğer barbekü sosu yapmak isterseniz, biberleri közleyip, domatesleri de biraz fırında pişirerek mükemmel sonuç almak mümkün. bunu daha az miktarda deneyeceğim.

Ketçap

GEÇEN SENE YAPACAKLARIM LİSTESİNDEN BİR İKİSİNİ DAHA İDRAK ETTİM; SIRA GELDİ PERDE BETON DUVARLARA CAZİBE KATMAYA

Emekli olduğumda yerleşmeyi düşündüğüm yerlerden biri İznik idi, çünkü seramik yapmayı ve Osmanlı usulü süsleme sanatını öğrenmek istiyordum. İznik’e değil ama Çanakkale’ye yerleştim. Çanakkale, ülkedeki en önemli seramik fabrikalarının bazılarının bulunduğu bir kenttir. Hatta Çan ilçesinin girişinde seramiğin başkenti yazan bir tanıtım levhası var, kasabanın en önemli geçim kaynağı seramik fabrikası demek yanlış olmaz. Sanırım bölgede seramik için çok uygun toprak bulunuyor, çünkü Troya’dan beri kendine has bir üslupla (bana aşırı şatafatlı gelen) üretilmiş seramikler var. Osmanlı döneminde de İznik ve Kütahya gibi Çanakkale de seramik üretilen merkezlerden biri olagelmiştir.

Seramik kaplar, arkeolojik alanların yaşını hesaplarken, antik ticaret yollarını belirlerken ve bulunan uygarlığın, hangi paleontolojik döneme ait olduğunu belirlerken, yerleşkenin hatta kimi zaman perihistorik yerleşkelerin (henüz kendileri yazı yazmaya başlamamış, ancak çevresindeki yazı yazan uygarlıklardan haklarında bilgi alınan bölgeler) gündelik hayatlarını öğrenmeye çalışırken, çok önemli bir göstergedir. Troya şehri; gerek Homeros’un aktardığı hikayesi, gerekse bir o kadar ilginç olan bulunma hikayesi sayesinde arkeoloji bilimi için o denli önemli bir buluntudur ki dünyanın neresinde bir arkeolojik kazı yapılsa bulunan seramikler Troya’nın hangi katmanının yaşındaysa ona göre tarihlendirilir, ( örnek Truva IV ile yaşıt arkeolojik alan vb).

Son 2 yıldan beri Anadolu Üniversitesinin ‘Kültürel Miras ve Turizm’ bölümünü okuyordum, bu yaz mezun oldum. Seramik yapım ve süsleme teknikleri, hangi tekniğin ne zamanı işaret ettiği ve Truva’nın seramiklerinin tarihçesini bu nedenle gayet güzel öğrendim. Aslında ikinci üniversite, yapılacaklar listeme sonradan (salgın sayesinde) girdi, ama çok iyi oldu böylece arkeoloji ve mitoloji gibi gerçekten ilgimi çeken 2 önemli konuda sistematik bilgi sahibi oldum.

Bu şehirde çarşıda, sokak aralarında, turistik olan olmayan bir çok seramik atölyesi, dükkanı ve bir de seramik müzesi var. Buraya taşındığım günden beri bir kursa katılmak aklımdaydı, ancak geçtiğimiz kışa kadar bir türlü kısmet olmamıştı. Sonunda, ilanında benim derslerden öğrendiğim bazı teknikleri öğreteceğini yazan bir kurs buldum ve ona katıldım. Bu ilandan önce hiçbir ilanda şu, şu teknikleri öğreteceğini yazan birine rastlamamıştım. Seramik hocası, benimle yaşıt (birbirimize devrem diye takılıyoruz), telefon sesini çavbella olarak ayarlamış, hayatı Hulusi Kentmen’li bir Türk filmine benzeyen bir İstanbul hanımefendisi ve emekli akademisyen. Elbette her şeyi usulüne göre öğretmek istiyor. Başlangıç aşamasında çamura elle şekil vermeyi öğreniyorsunuz ve yamuk yumuk bir sürü nesne yapıyorsunuz. Ben bir türlü şekillendirme, boyama ve süslemede gerekli olan sabrı gösteremedim, dolayısıyla hayli tuhaf görünen, henüz onlarla ne yapacağımı bilemediğim bir sürü kasem, buhurdanlığım, kendini saksı sanan nesnelerim oldu. Sonunda dış mekanlarda kullanılabilecek içinde kum gibi sert parçacıkları olan özel bir çamur getirttik ve ben de kocaman 2 adet 2 rakamı yaptım ve parlak turuncu renkle boyadık. Kapı numaramız 22 olduğu için muhtemelen turuncu ikiler yaptığım işe yarayacak tek ürün oldu.

Önceki yazılarda, bahçede bir sürü perde beton duvar olduğundan bahsetmiştim. Yıllardan beri bu duvarları görünmez kılmak ve becerebilirsem cazip bir hale getirmek istiyorum. İlk akla gelen çözüm duvar diplerine sarmaşıklar dikip, sarmaşıkları duvarlara sarmak yani yeşil duvar haline getirmek, ama o kadar çok duvar var ki hangi birine hangi sarmaşık yetişecek, bilmiyorum. Duvarlardan birini boylu boyunca kapatabilmek için bir acemborusu, bir saat çiçeği, bir mor salkım, iki tane de sonbaharda kıpkırmızı olan Amerikan sarmaşıklarından diktim. Bu memlekette herhangi bir bitki kökünü yeraltı suyuna değdirmeden boyunu uzatmıyor, yani ilk 2 yıl pek büyümüyor. Bu yıl artık bütün sarmaşıklar 5 yaşına girdiler, bahçe içinde garaj yolunu destekleyen upuzun ve yüksek duvarda sadece 3-4 metrekarelik bir alanda çıplak beton görünüyor. O kadar ufak bir alanın da bu Ağustos ayında bilemedin seneye artık kapanacağını düşünüyorum. Bahçe ile köy yolu arasında daha da yüksek ve uzun bir duvar var ki, burayı kapatabileceğimi hayal bile etmemiştim, ancak bir arkadaşın bahçe duvarında ne kadar büyüyebildiğini görünce geçen sene bir Amerikan sarmaşığı da buraya diktim, o sarmaşığın o duvarı kapatabilmesi için 40 fırın ekmek de yetmez. Bu duvarı daha cazip hale getirebilmek için acaba duvarın dışına çam ağacı mı diksem diye düşünüyorum.

Tam bir duvarları cazip hale getirme projesinin en azından bir ayağı başarıya ulaştı derken, geçen sene komşunun arazisinde sel hasarı olunca, diğer duvarlara dik, çok çirkin bir duvar daha yaptırmak zorunda kaldık. Bu yeni duvarı da bir şekilde güzel göstermek istiyorum ki bu neredeyse olasılık dışı.

Geçen yıl bir de muhteşem mozaikler yapan memleketlim bir hanımla da tanıştım. İnanılmaz bir mitoloji merakı ve tarihi canlandırma merakı var, atölyesi ufak bir müze değerinde. Aslında bu hanım ve kişisel müzesi muhtemelen başka bir yazıma konu olacak, bana çok güzel bir hayat ağacı, kuzenime de atmaca yaptı. Seramik tabakalar yapıp üzerine doğal taşlarla mozaikler yapıyor.

Her iki kadını da bir gün bahçemde ağırlamak istedim. Seramik sanatçısı arkadaşım gelirken renkli fayanslar, pens, sıva ve derz malzemesi getirdi. Bana fayansı kesmeyi, duvara yapıştırmayı ve derz yapmayı gösterdi. Seramikle yaptığım rakamları da kullanarak, merdivenin yanındaki çok çirkin duvarlardan birine kapı numaramı yaptım. Şimdiden duvar biraz albeni kazandı, biraz da yeşertince muhteşem olacak.

diploma

Yeşertilen duvarlar

Kapı numarası

DİŞİMİ SIKMAKTAN ÇENEM AĞRIDI, GÜNLERCE YEMEK ÇİĞNEYEMEDİM

Bir tatil yaptım ya resmen burnumdan geldi. Yoga tatilini, hem rahatsızlanmam ve hem de arabamın durduk yerde aldığı hasar nedeniyle moral bozukluğuyla erkenden kestim. Günlerce, hem de evde ustalar olduğu için 2 farklı arabaya en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda aracım tamirdeydi.

Ev resmen panayır yeri gibi, bir yandan evin içinde boya yapılıyor, diğer taraftan daha ufak tefek bir sürü iş için ustanın biri geliyor, diğeri gidiyor. Şu anda resmen kendi evimin içinde göçebe yaşıyorum, bir gece balkondaki kanepede bile yattım. Daha ev yeni, normalde birkaç yıl daha idare edebilirdi, ancak bazı sebeplerden boya çabuk bozuldu. Bunlardan birincisi evi o kadar kuvvetli yaptırmışız ki, hiç nefes alamıyor, bazı yerlerde küflenmeler oldu. geçen sene bir havalandırma bacası yaptırmıştık, bir hayli faydası oldu, ancak üst kattaki banyoda hala nem problemi var, bu yıl oraya ayrıca bir havalandırma deliği açılması lazımdı. Daha da önemli bir sebep, alt katın bazı yerlerinde (kalorifer odası olarak planlanıp, bana çalışma odası yapıldı) ve garajda mantolama yapılmamış, bu da alt katın ısınmasını oldukça zora sokuyor. Geçen yıl hiç sevmediğim dış cephe boyasını yeniletmiştim, o sırada salgın çok artmış durumdaydı, evin içini bu yıla bırakmıştım. Bu yıl gene salgın var, ama daha fazla bekleyemeyeceğim.

Müstakil ev olduğu için her yaz kışa hazırlık yapılası gereken çok iş oluyor, bu sene kalorifer peteklerinin içleri temizlendi. Bir odadan ustalar çıkınca karınca gibi oraya dalıp temizlik yapıyoruz, dolap içleri, perdeler derken perişan halim var. Mantolama işi olduğundan sanırım ustaların işleri bir haftadan erken bitmez. Bir sürü kullanılmayan, bozulmuş eşya, giymediğimiz elbiseler filan var, onları da ayıklayıp, geri dönüşüme vereceğiz.

Tabii bu arada bahçenin işleri de son hız devam ediyor, bu yıl naylonla malç yapmıştık, maalesef zararlı bitkiler için sera vazifesi gördüğü için onlardan acilen kurtulmamız gerekti. Birkaç ağaç kurumuştu, onlar kesildiler. Bu yıl yeterli gübre verememiştik, bahçede pek verim yok, gene de her gün bir şeyler hasat ediyoruz, ufak tefek turşular, soslar yapmaya başladım.

Uzun sözün kısası bu günlerde (ne yürüyüş yapıyorum ne de spor ama) en yoğun hissiyatım yorgunluk, sabahları belim tutulmuş kalkıyorum, akşamları ise bacaklarım zonkluyor. Sırf sonunda ev tertemiz olacak diye kendimi avutuyorum.

Asıl dişimi sıkmaktan çenemi ağrıttığım stresi ise bayramdan önce henüz ustalar gelmeden yaşadım.

Anlaşılan benim hayvandan yana şansım yok. Daha önce bizi sahiplenen kedi (Masti) kendiliğinden kayıplara karıştı, bir sokak köpeği sahiplendim (Pırtık) onu da kaybettim. Geçen yıl bahçeye sansar yuva yapınca bahçede bakmak için yeni bir köpek almak için bizim kızları da ikna ettim. İlk köpeğime büyükçe bir kafes yaptırmıştık, ama köpeklerin esaret altında yaşamaları hiç iyi değil, hayvanı gezmeye çıkardığım zaman enerjisini atamıyordu, biraz büyüdükten sonra beni çok sık düşürmeye başlamıştı. Bu sefer köpeğe bahçenin bir bölümünü ayırmaya karar verdim, bu kısımda serbestçe gezsin, hayvanı her gün 2 kere benim çıkarmam gerekmesin diye sebze bahçesini köpeğin giremeyeceği şekilde tellerle tamamen ayırdım.

İlk istediğim bir akbaş almaktı, Karacabey’de devlet üretim çiftliği varmış, anlaşılan köpek alabilmek için araya torpil koymak gerekiyor, bir türlü alamadım. Ben de çevreden bir köpek almaya karar verdim, bir arkadaşım bana tanıdığı bir çobanın köpeğinin yeni doğmuş yavrularından birini ayarladı. Yoga tatiline gitmeden tam da gün dönümünde gidip hayvanı gördüm, çok şen ve insana yakın bir yavruydu, belli ki koçman olacaktı. Henüz 40 günlük olduğu için biraz daha anne sütü alsın diye bıraktım. Aslında ilk planda ben bayramdan hemen önce dönecektim, bayram günlerinde ise çoban, kurban kesimi de yaptığı için meşgul olacağı için bayram sonrasında almak üzere sözleşmiştik. Yoga tatilinde hiç keyfim olmadığı için erkenden döndüm, ben de hayvanı bayramdan önce aldım.  Köpeği ilk gördüğüm gün wiccan inancına göre Litha bayramı olduğundan ismini Litha koydum.

Gittiğimde çoban ‘seninki bugün hep gizleniyor, galiba biraz hasta’ dedi, fakat ben hayvancığı aldığımda boynunda neredeyse portakal büyüklüğünde bir apse vardı, üstelik bir noktadan dışarıya sızıyordu. Köpeği kaptığım gibi soluğu veterinerde aldım. Antibiyotik ve lokal bakım önerdi, 5 gün enjeksiyon yaptım ama apse sadece biraz küçüldü. Bu sefer bir arkadaşımın önerdiği başka bir veterinere gittim. Röntgen çekti ve bana bacak eklemine ya da mediastene (kalbin ve büyük damarların içinde bulunduğu, akciğerler arasındaki alan) açılabilecek bir yerde olduğunu söyledi. Bu kez iki antibiyotik ve apsenin açılan yerinden içeriyi yıkadığım daha zorlu bir pansuman önerdi. Bundan sonra Lithaya işkence günlerim başladı, günde 2 kez ağzını zorla açıp boğazından içeri hap tıkıştırıyor, apseyi sıkıyor, içini enjektörle temizliyordum.

Hayvancık artık, internette gördüğüm, istisar edilip, duvara bakan köpeklere dönmüştü. Onun bu halini o kadar sıkıntı yaptım ki, gece dişimi sıkmaktan çene eklemim ağrıyordu, hem de çiğneyemeyecek kadar. Zaten ömrüm boyunca gece diş gıcırdatmışımdır, şimdi emeklilikte artık bu dertten kurtuldum derken, Lithaya yaptıklarımdan dolayı bir hafta boyunca bu eski derdim depreşti.

Hayvancığın boğazında birden çok ısırık ve birden çok apse varmış, çünkü başka noktalar da delindi ve buralardan farklı vasıfta iltihap aktı. Son gün apsesi bayağı küçülmüş ve akıntısı iyice azalmıştı. Ama bana daha hasta görünüyordu, iştahı azaldı, pek yürümek istemiyordu. Sonra da sanırım apselerden biri mediastene ya da akciğere açıldı, çok ciddi solunum sıkıntısı gelişti. Veterinere gitmeye fırsat kalmadı.

İki gün kendime gelemedim, ya ilk gördüğüm zaman alsaydım, büyük köpekler buncağızı boğmayacaktı, ya da bari bayram sonunu bekleseydim, hayvancık hiç işkence görmeden ölüp gidecekti. Her şey olacağına varır, geriye dönüp bakınca keşke demenin hiçbir anlamı yok onu da biliyorum.

Bana hayvan bakmak yaramıyor, hangisini tutsam elimde kaldı.

Bu arada köylerde boyunlarında çivili tasmalar olan çoban köpekleri görürseniz, sizi korkutmak için değil, hayvanı korumak için, çünkü kurtlar ve köpekler dövüşürken boğazını rakibine kaptıran hayvan ölüyor.

Lithacık
Bayağı güzel anlaşmıştık
Bu hale geldi garibim

YAZLIK SEBZE BAHÇESİ HAZIRLIKLARI, DİKİMİ, BU YIL İLK KEZ DENEDİĞİMİZ MALÇ YÖNTEMİ

Sebze bahçesini evin arkasında bahçenin oldukça düz olduğu tek alanda yapıyoruz. Bu kısım sanırım 400 metrekare filan gibidir, ortasında köye doğru giden beton bir yol var. Bu yolun bir tarafına bir kaç meyve ağacı dikmiştik, yolun diğer tarafında ise yolun kenarı boyunca birkaç asma dikili, arkada kalan 150 metrekare gibi bir alanı ise sebzeler için hazırlıyoruz. Geçen yıla kadar bu kısım Nermin’in ilgilendiği alandı. Geçen yaz bu alanın en ucuna kök sebze bahçesi yaptırdım, yabani ot mücadelesini ben yaptım, asmalarla da ben ilgilendim. Üzümlerden ve havuçlardan aldığım cesaretle kışın meyve fidanlarının altına bakla, pırasa, karnabahar, soğan gibi kış sebzeleri diktim. Köstebeğin sarımsaklarıma verdiği zarar haricinde bir hayli başarılı olduğum için bu sene yaz bahçesiyle de kendim ilgilenmeye karar verdim.

Sebze bahçesinin toprağını hazırlamak bir önceki sene bostanı tamamen kaldırdığın zamanda başlıyor. Sonbaharda bu bölgeyi iyice çapalayıp, kış boyunca toprağın havalanmasını sağlamak gerekiyor. Kışın bu alanı boş bıraktım, sadece bahçeden çıkan otları ufak yığınlar halinde kurutup, yaktım.

Bu kış çok yağmur yağdığı için bahçenin her alanında olduğu gibi bu alanda da oldukça fazla yabani ot çıkmıştı. Ramazandan önce bu alanı yeniden  makine ile çapalattırdım. Otlar ve küller iyice toprağa karıştı. Toprak bir kez daha havalandı. Damla sulamanın boruları kontrol edildi, hasarlı olanlar tamir edildi. Ramazanda tekrar çapa yapıldı, toprak iyice ufalandı, küreklerle sebzelerin dikileceği tarhlar yükseltildi, tarhların tepe noktalarından geçecek şekilde sulama boruları serildi. Bundan sonra iş başa düştü; tarhların üzerine gübre, leonardit ve gülleci bulamacı döktüm.

Bu yıl bahçeyi daha geniş tuttuk, tarhların arasında en az üçer metre mesafe var. Bu genişliğin avantajları olacak diye düşünüyorum, bitkiler birbirlerinin gölgesinde kalmayacak, aynı sebzenin farklı cinslerinin birbiri ile tozlaşmasını engellemiş olacağız, dejavantajı ise daha büyük bir alanda yabani ot mücadelesi yapmak gerekecek. Bu yaz yabani otlarla o kadar uzun süre harcamak istemiyorum, ilk kez malç yöntemi deneyeceğiz. Sebze tarhlarını siyah naylonlarla kapatacağız, güneş ışığından mahrum kalan yabani otlar bitmeyecek, toprak bütün gücüyle sebzeleri besleyecek, su kaybı ( buharlaşma) daha az olacak, deneyip göreceğiz. Gidip bir top siyah naylon aldım, tarhların boylarına ve sayısına göre kestim.

Bu arada havalar oldukça soğuk gittiği için dikme işlemini iyice geciktirdik. Normalde bizim köyde 23 Nisan ile Hıdrellez arasında dikimler başlayabilir ama bu yıl Mayıs ortasında dikime başladık. Hatta bazı fideler muhtemelen Haziran başını bekleyecek.

Hem Çanakkale’den hem de Lapseki’den domates, biber, patlıcan, kabak, salatalık yerli çeşitlerden bir sürü fide aldık. Böyle yazınca pek az çeşit varmış gibi görünüyor, ama mesela kıl biber, köy biberi, çarliston biber, dolmalık biber, kapya biber, acı biber gibi çeşitleri var. Keza patlıcan, domates her birinden birkaç çeşit var. Tabii bir sürü de Nermin’in tohumdan hazırladığı fideler var. Ayrıca bahçenin çeşitli yerlerinde bal kabağı, domates, kavun gibi fideler belirmeye başladı. Bahçenin çeşitli yerlerinde kendiliğinden çıkan fideleri eğer yerleri uygun ise orada bakmaya çalışıyoruz, değilse kendi hallerine bırakıyoruz. Bu yıl çeri domates dikmedik, çünkü zaten bu kendiliğinden çıkan domateslerin çoğu çeri domates. Son olarak komşu kadının bütün tohumları atalık olduğundan birkaç perese (burada fideye perese diyorlar) de ondan kapabilirsem çok iyi olacak.

Bu yıl ilk defa naylon serdiğimiz için bir hayli acemilik çektik, gerçekten en kolay nasıl yapabileceğimizi düşünmek için bayağı zihinsel mesai harcadım. Damla sulama boruları 30 cm aralıklarla küçük delikleri olan borular, bu tali borular, su deposundan gelen bir ana boruya musluklu bir cıvata ile bağlanıyorlar. Böylece siz isterseniz bütün borulara su veriyorsunuz, isterseniz bazı boruları kapatıp o sıralara su vermeyebiliyorsunuz. Boruların delikleri minicik olduğu için damla damla su akıyor. Bu sistem İsrail’de bir Kibbutzda ( bir nevi komünist rejimle idare edilen çiftlikler, Yahudiler önce Filistin’den para ile toprak satın alarak bu çiftlikleri kurmuş ve zamanla ülkeyi ele geçirmişler) keşfedilmiş, vaktiyle bu kibutzu gezmiştim.

Malçlama yöntemi ise sebzeleri diktiğiniz toprağı talaş, naylon gibi bir malzeme ile kaplama yöntemidir. Bu yöntemle hem bitkinin kökleri daha sıcak tutulur, hem su buharlaşması azaltılır, hem de yabani otların önüne geçilir. Nermin bu yöntemi bilmediği ve hiçbir konuda konfor alanının dışına çıkmadığı için bir türlü yapamamıştık, bu sene işi ben ele alınca yapmaya karar verdim.

İlk sırayı dikerken biraz acemilik çeksek de kolayca başardık. Sadece dikim işlemi biraz daha uzun sürdü hepsi o kadar. Umarım bu yöntem söylendiği kadar işe yarar, sırf yabani ot çıkmasını engellese o kadar bile yeter. Bu yöntem anlaşılan bizim köyde ilk kez kullanılıyor, komşular başımıza dikildiler ne yaptığımızı öğrenmek istediler. Umarım sevgili bahçem göze gelmez.

Tabii sebzeler dikilirken dikkat ettiğimiz bazı noktalar oluyor. Mesela domates gibi toprağı çok sömüren sebzeleri her sene farklı yere dikiyoruz. Bu seneye kadar domatesler seraya yakın tarhlara dikildiler, bu yıl seradan en uzak alana onları diktik. Aslında diğer sebzelerin yerlerini de mümkün oldu kadar değiştiriyoruz. Bir başka dikkat ettiğimiz nokta ise her sebze tarhına ara sıra birkaç adet fesleğen, reyhan gibi kokulu bir ot dikmek, bu sayede hem güzel kokulu bitkileri üretmiş oluyoruz hem de arıları sebzelere çekip, güzel koku sevmeyen bazı haşaratı uzaklaştırmayı umuyoruz. Bir başka önemli şey de hiçbir zaman acı biberi diğerlerinin yakınına dikmemek gerekiyor, yoksa tatlı biberleri de acılaştırıyor. Aynı sebzenin farklı türlerini de yan yana dikmemek gerekiyor, tozlaşıp tamamen farklı bir tür ortaya çıkartabiliyorlar.

Bu yıl yeniden denediğimiz bir tür de benim lotus dediğim, daha önce başarılı olamadığımız enginar fideleri oldu. Nermin onları tohumdan yetiştirdi, ama bence toprağa birbirine çok yakın olacak şekilde dikti. Enginar nasıl olsa ancak iki yılda büyüyen bir bitki, Nermin’in diktiği bütün enginarlar canlı kalırsa seneye seyreltmek için bazılarını taşımak gerekecek gibi görünüyor. Bunlar da başarısız olursa bir daha denemeyeceğim.

Bu arada evde ciddi bir gübre kriz yaşadım. İki yıldan beri bir gübre bulmakta sorun yaşıyorum, döne döne gübre arıyorum, çevredeki bütün gübre yığınlarını ezberledim . Kimi veririm deyip kendi kullanıyor, kimi ağırlığınca para istiyor. Çanakkale pazarına fideleri almak için bizim kızlar gitmişlerdi, Sarıcaeli köyünden bir kadınla tanışmışlar, kadın kendi hayvanlarının gübresinden alabileceğimizi söylemiş. Köylerinde üniversitenin bir kampüsü var, oraya yakın bir yere yığdım, istediğiniz kadar alın, hatta yeter ki alın, para mara da istemem demiş.  Tabii gübre bulundu diye önce çok sevindim, fakat bizim kızlar kadının ne adını ne telefonunu almamışlar. Şimdi Sarıcaeli köyünden büyük göbekli kadını nasıl bulayım da gübreyi alayım hiçbir fikrim yok. Vallahi sinirimden ağlayasım geldi. Hayvan tersi için bu kadar zihinsel, fiziksel ve duygusal emek harcayacağım aklımın ucundan geçmezdi.

Bu aylarda bahçede işler oldukça fazla oluyor, elbette ağaçlara da bakım verildi, bahçede yaptığım ve yapmayı planladığım bazı projeler de var, ama onları artık sonbaharda yazarım, bu kadar üst üste bahçe yeter.

Bahçıvan
Ben

YAZLIK SEBZE BAHÇESİ HAZIRLIKLARI BİR ÖNCEKİ SENE TOHUM SEÇMEKLE BAŞLIYOR.

Bu yazıda yazlık sebze bahçesini nasıl hazırladığımızdan bahsetmek istiyorum. Yazlık sebze bahçesinin hazırlanmasına bir önceki yazdan başlanıyor.

İlk iş önümüzdeki sene için (sonraki yıllara da saklamak için bir yıl için gerekenden gereken miktardan iki, üç kat daha fazla) tohum elde etmek.

Tohumu elde etmenin birkaç yolu var; domates, biber, kabak gibi sebzelerin, tadı, kokusu, şekli güzel olan bir kaç tanesinin çekirdeklerini sebzeden ayırdıktan sonra kağıt üzerine alarak, çok güneş almayan ama nemli olmayan bir ortamda kurumalarını sağlıyoruz. Patlıcandan henüz tohum almadık, ama ilk çıkanlardan birkaç patlıcanı tohumluk olarak ayırıp, dalında iyice olgunlaşmasını bekleyip, belli bir olgunluğa gelince çekirdeğini ayırıyorlar.

Fasulye, börülce, bamya gibi bazı sebzelerde bitkiyi olduğu gibi tohumluk bırakıyoruz. Tohumluk ayrılan bitkilerin fasulyelerini toplamıyoruz ve olgunlaşmaya bırakıyoruz. Burada genellikle kimsenin aklına gelmeyen bir noktadan söz etmek istiyorum. Bitkiler kendi soylarını devam ettirmek için çiçek açıp, sebze veriyorlar, bizi beslemek için değil. Fasulye örneğinden devam edece olursam tohumluk ayırdığımız ve toplamadığımız bitkinin üzerinde artık yeni fasulye yetişmiyor, mevcut  fasulyeler olgunlaşmaya devam ediyor, oysa üzerindeki fasulyeleri (tohumlarını) topladığımız bitkiler, hızla yeni fasulye vermeye devam ediyor. Çiçekler de öyle, gülleri kestikçe yeniden açıyorlar, eğer dalında solmasına isin verirseniz, yeniden tomurcuk yapmıyorlar.

(Yani sebzeleri topladıkça yenilerinin çıkmasını sağlamış oluyorsunuz. Sebze bahçesinin evin hemen yanında olmasının en büyük faydası;  her gün ufak da olsa hasat yapabilmek. Bahçeyi haftada bir toplasanız, birçok sebze biraz kartlaşmış olacak ve diyelim ki toplamda 5 kilo fasulye toplayacaksınız, aynı bahçeyi haftada üç kere toplasanız, üç seferde de 3/4 kilo toplayabiliyorsunuz, hem de taptaze oluyorlar. Sonuç olarak sık hasat yapmak verimi artırıyor.)

Fasulye gibi bazı tohumlar çok belirgin iken birçok tohum benim gibi acemi biri için karışabiliyor.  Tohumu tanısanız bile cinsini karıştırabilirsiniz, çünkü mesela domatesin bir sürü cinsi var, en deneyimli çiftçiler bile karıştırabilir, yani mutlaka tohumun hangi cins olduğunu ve nereden geldiğini yazmak lazım.

Biz kendi ürettiğimiz tohumlara sadece mesela armut şeklinde kabak yazarken,  komşumuzun atalık tohumlardan ürettiği ve bize getirdiği kavun, karpuz gibi meyvelerden ürettiğimiz tohumları da mesela köyden ( yada Emine)  karpuz diye kayıt ediyoruz. Halileli domates, Bayramiç fasulye,  Sapanca kabak, Fundanın annesi acı biber, Ayşe’nin Marmaris’ten getirdiği kavun gibi hem ürünün türünü, geldiği yeri hem de bize hatırlatan bir özelliğini yazarak saklıyoruz. Ayrıca Belediyenin kendi tohum bankasında ürettiği, bazen de farklı sivil toplum kuruluşlarının ürettiği ve dağıttığı tohumlardan da alıyoruz. Bazen köy pazarındaki köylü kadınlardan, arkadaş tarlalarından da tohum aldığımız oluyor, onları da isim vererek saklamaya özen gösteriyoruz. Bir başka tohum aldığımız yer de Rize; alışık olduğumuz ve burada pek de bilinmeyen karalahana, ince saplı pazı, sultani bezelye gibi tohumları oradan getiriyoruz.

Ayrıca maydanoz, havuç gibi bazı bitkilerin tohumlarını hazır paketlerde alıyoruz. Emre’yi ziyaret için Lozan’a gittiğimizde oradan bile tohum aldık, anladık ki, onların tohumlarının genetiği ile oynanmamış, oradan getirdiğimiz tohumların hepsini ertesi yıl da üretebildik, bizdeki hazır tohumları ise her sene yeniden almak zorundasın.

Son 2 yıldan beri kompost yaptığımız alanlardan yeterince çeri domates çıktığı için onlardan tohum yapmıyoruz.

Kıvırcık marul, kişniş, dereotu, turp, karalahana gibi çok ince tohumlu bitkilerin kendiliğinden tohum dökmelerini bekliyoruz.

Kabak, kavun, karpuz, bezelye, havuç gibi bir sürü sebze direk tohumdan dikiliyor. Bunların tohumlarının bazıları çok küçük oluyor, elle savurunca bazen hepsi aynı yere birikiyor, dağılımın homojen olması için iyice mısır unu ile karıştırıp, o şekilde serpiyoruz.

Patates, soğan, sarımsak gibi bazı kök bitkiler biraz farklı; soğanların tohumları bir yılda ufacık soğancıklar haline geliyor, bunlardan alıp dikiliyor. Sarımsakların dişleri ayrılıp dikiliyor. Patatesler ise genellikle köklenince ufak parçalara ayırıp, o parçaları dikiyoruz, aslında minik patatesler şeklinde Nisan başında dikiliyor. Evde köklenen, sürgün veren bütün soğanları da toprağa oturtuyoruz.

Her bir bitkinin uygun dikim zamanı var, bu zamana uymak gerekiyor.

Bazı bitkilerde tohumlar direkt olarak dikilirken, birçok bitkide fide yetiştirmek gerekiyor. Mart ayı gelince yaz sebzelerinden fide üretimi zamanı gelmiş oluyor,  tohumları viyollere dikip seraya alıyoruz. Bunları sabırla sulayarak, hava sıcaklığına göre seranın pencerelerini açıp, kapatarak sera içi sıcaklığı ayarlıyoruz ve fidelerin büyümelerini bekliyoruz. Çanakkale ve Lapseki’de fide alabileceğimiz yerler belirledik, eksik fideleri de oralardan alıyoruz. Oralardan aldığımız fidelerin yerli tohum olmasına dikkat ediyoruz. Bu yıl Nermin renkli domates tohumlarını kaybettiği için bulursak sarı, yeşil, siyah domates fidesi de alacağım.

Bizim köyde havaların durumuna göre Hıdrellez civarında dikim işlemleri başlıyor ve Mayıs sonuna hatta Haziran başına kadar sürebiliyor. Bu yıl havalar Mayıs ayının ortasına kadar bir hayli serin gideceği için sebze dikim işini Hıdrellezden sonraki haftaya bıraktık, çünkü köyümüzün denizden yüksekliği 270 metre ve gece sıcaklıkları henüz 10 derecenin üzerine çıkmadı. Bu yıl sebze bahçesinde ilk kez malç yapacağız, dikimi yapınca yazmayı düşünüyorum.

Şimdilik sadece bal kabaklarını diktik, geçen yıl pek verimli değildiler, bu yıl onlar için de bir iyilik düşündüm.  Kabak çok fazla su ve gübre isteyen bir bitkidir, Rize’de gördüğüm kadarıyla bayır aşağı salınmaktan da pek hoşlanır. (Bizim köyde kanalizasyon var, ancak yetersiz olduğu için fosseptik kuyu yaptırdık, iyi ki yaptırmışız, birkaç yeni ev yapılınca kanalizasyon sizlere ömür hale geldi. Neyse bizim kuyu bahçenin kuytu bir köşesinde, bayağı gevşek taşlarla örüldüğü için, bahçenin o köşesinde toprağın diğer yerlere göre ciddi derecede nemli olduğunu ve çok daha fazla yabani ot geliştirdiğini fark ettim. Hem de yokuş bir alanda, güneşin en kızgın zamanında meşe gölgesinde kalıyor. Tamam, burası Rize’ye çok benziyor diye düşündüm, Rize’nin bal kabağı da çok güzel olur.) Ben de bu yıl tam bu bölgede kabaklar için yer kazdırdım.

Nermin çeşitli kabak türlerinden 10 tane fide yapmış, bunlardan 7 tanesi dikilecek kadar büyümüştü. Dört tane de Rize kabağı çekirdeği buldum.

Dikme işleminden önce kazılmış toprağı iyice ufaladım, gübre ile karıştırdım, can suyu verdim, ondan sonra fideleri dikip, üzerlerine de zararlılardan ve köstebekten koruyacağını umduğum gülleci bulamacı döktüm. Son olarak bu gün güneşten korumak için üzerlerini yaprakla örttük. Rize çekirdeklerini ise tohumdan diktim. Bundan sonra artık fidelerin biraz daha büyümesini bekleyerek altlarını toprakla yükselteceğim ve işi tabiat anaya bırakacağım. Fosseptik kuyusunun bereketine güvenmekle doğru mu yaptım yaz sonunda anlaşılacak.

Viyöllerdeki fideler
Rize kabağının ocağı
Suyunu, ilacını verip, yerini kaybetmemek için başına çubuk diktik
Fideden diktiğimiz kabaklardan biri
Fide kabaklar böyle bir sıra halinde dikildi ve üzerleri yaprakla kapatıldı

BAHÇE ARTIK KENDİ PEYZAJINI KENDİ YAPMAYA BAŞLADI; BAHÇE BANA, BEN BAHÇEYE İYİCE ALIŞTIK.

Buraya yerleşmeden önce Nermin, bir bahçenin kendine gelebilmesi için en az beş sene gerektiğini, bundan sonra artık bitkilerin iyice büyümesini bekleyeceğimizi söylemişti. Gerçekten de tam beş seneyi devirdik ve bahçe artık bayağı kendine geldi. Kendine gelmekle kalmadı, bayağı doğurganlaştı.

İlk geldiğim günden itibaren bahçede tıbbi ve aromatik bitkiler yetiştirme gayretine girdim. Bahçenin bu iş için en uygun olacağını düşündüğüm alanı ise evin önündeki bayır oldu. Bu alanı küçük taş duvarlarla pek de tekin olmayan bir şekilde taraçalandırdık ama gene de birçok kademe ciddi derecede dik, yani yürümek bayağı hüner istiyor. Bahçenin bu bölgesini Rize’nin çay bahçelerine benzeterek, aromatik bitkilerle donattım ve adını çaylık koydum. Neredeyse bütün tıbbi ve aromatik bitkilerim bu alanda bulunuyor.

Geçen yıl Çanakkale Belediyesinin açtığı aromatik bitkiler parkını gezince oldukça yeterli bir bahçe oluşturduğumu anladım, bendeki bitki türü o parktakinden geri kalmıyor, ancak elbette bitki sayısı parka göre çok az. Bu bahçe çok da özel bir bakım gerektirmiyor, sulama yapmıyorum, sadece ilkbaharda gerekenleri buduyorum, özel bakım isteyenlerin altını çapalayıp, gübreliyorum. Hepsi bu kadar. Tabii bir de yaşam alanlarını yabani otlardan temizliyorum. Bu kadar az bakıma rağmen tohum saçıyorlar. Bu tohumlar rüzgarla yayılıp, genellikle duvar diplerinde yeni bitkiler çıkmasına sebep oluyorlar. Bu yavrulardan yerini beğendiklerimi yerlerinde bırakıyorum, bazı taraçalarda duvar dibine bilerek dikmişiz gibi ikinci bir bitki sırası oluşturdular. Uygun yerde olmayanları ise saksılara alıyoruz, sonbahara kadar saksıda bakıp, sağlıklı olanları istediğimiz yerlere dikiyoruz.

En çok oğul veren bitki mercanköşk bitkisi, onu adaçayı ve adamotu takip ediyor. Biberiye normalde oldukça dayanıklı bir bitki olasına rağmen, nedense bu bahçeyi pek sevmediler, içlerinde kuruyanlar oldu, pek keyifli olmasa da yaşamaya devam edenler var. Lavantalar ise son iki yıl küllerinden yeniden doğuyorlar diyebilirim. İki kıştan beri Mart ayı oldukça soğuk geçtiği için bu ayda lavantalar tamamen kurumuş görünüyor, oysa canlılar, köküne yakın olacak şekilde budayıp, yeni filizlerin güneş görmesini sağlamak gerekiyor, yazın eski boylarını buluyorlar. Itır da her kış ortadan kalkıp, bu mevsimde yeniden canlanıyor. Buna karşılık kekikler kışı rahatça atlatıyorlar. Çaylığımda birkaç çeşit kekik var, pek doğurgan sayılmazlar, sadece kendileri büyüyüp daha geniş bir alan kaplıyorlar. Bir de örtücü bir kekik türü var, o bir hayli büyük bir yeri kapladıktan sonra artık en eski olan kısımlardan bir hayli yaşlandı. Bu yıl ona bir hayli bakım yaptım, hem de birkaç kök avluya da diktim, ama onlardan pek umutlu değilim. Zahter ve Çanakkale kekiği denilen beyaz çiçekli top kekik yetiştirmem mümkün olmadı. Neyse ki zeytinlikte her ikisinden de bolca var.

Bu sene çaylıkta en çok memnun olduğum bitki Mürver ağacı, galiba yeterince büyüdü, bu yıl üzerinde bol miktarda çiçek var, umarım meyvesi de olur. Bu ağacı ilk geldiğimiz sene dikmiştik, geçen yıla kadar sadece çiçek veriyordu, geçen yıl ilk kez çok az miktarda meyve verdi, bu yıl artık meyve vermesini bekliyorum. Çünkü bu meyveden şurup yapıyorum. Aşağıdaki köy yolunda bir tane var genellikle ondan toplarım, geçen sene ise yukarı köyün bir harabesinin içerisindeki ağacı topladım. Bu yıl artık harabelerde, yollarda sefil olmak istemiyorum.

Çaylıkta kıyasıya mücadele ettiğim ve kökünü kurutmaya çalıştığım bitki ise yabani sumak, çünkü çok arsız bir bitki ve zaten zeytinlik yolu yabani sumak dolu, çaylığımda sumak istemiyorum. Bir de çakal eriği (güvem) ile mücadele halindeyim, çünkü bizim çevredekiler erkek ağaç, meyve vermiyor.

Bu bahçeye eklemek istediğim ve şu ana kadar tohumundan büyütmeyi başaramadığım bitki ise kudret narı. Şimdi ise fideden büyütmeyi deneyeceğiz.

Bahçeye bir sürü çiçek de diktik, ancak bahçe oldukça büyük, bir araba dolusu getirip bolca diktiğimiz çiçekler azıcık kalıyor. Çözüm yabani çiçeklerde hem bakım istemiyorlar, hem de bahçeyi sarıp son derece göz alıcı bir görünüme kavuşturuyorlar. Mesela aynısefa çiçeğinden bir komşudan iki kök almıştım çoğu kez kendim tohumlarını dağıtarak neredeyse bütün bahçeye yaydım. Hem çok güzeller, hem uzun süre bahçeye renk katıyorlar, hem de şifalı bir çiçektir. Bu yıl yeni olarak, Gamzenin bahçesinden aldığım yabani menekşeler çapalanmayan bir yerde olduklarından tohumları kaybolmadı, galiba yerlerini de sevdiler bu yıl en coşkun çiçekler onlar, inanılmaz güzel görünüyorlar. Daha önceki yıllarda, kırlardan kökleriyle birlikte getirdiğim, anemonlar, çiğdemler az da olsa açtılar, gelecek ilkbaharda gene elimde kürek, kova ile gezip yabani çiçekleri bahçeye taşımaya niyetliyim, ancak bu kez bahçenin çapalanmayan alanlarına dikeceğim.

Geçen sene çaylık dediğim alanda birkaç kök gelincik bırakmıştım, bu sene çok bol miktarda gelincik var. Şu anda bahçenin diğer her parçasında sıkı bir yabani ot kontrolü sağlamaya çalışsam da çaylık, gelinciklerin solmasına ve tohum atmasına kadar bekleyecek. Böylece lavantalar başlarını gösterene kadar o kısım gelincik tarlası olarak göz dolduracak. Aralardaki istenmeyen otları tohumlarını atmadan seçerek almaya çalışacağım.

Dediğim gibi bahçe artık kendi peyzajını oluşturmaya başladı, sadece çiçekler, çalılar çoğalmıyor, kendiliğinden çıkan ağaçlar da var. Mesela çaylığın aşağı kısmına zakkum ağaçları dikmiştik. Zakkum da bu bölgede bayağı iyi yetişen bir ağaç, fakat nedense bizim bahçeyi sevmedi, her kış soluyorlar, dalları köklerine yakın kesiyorum, yazın yeniden yeşeriyorlar. Kendi diktiklerimiz bu kadar nazenin iken nasıl olduysa kendiliğinden beton yolun altında, neredeyse toprak bile olmayan bir yerde bir zakkum daha çıktı ve gayet güzel büyümeye başladı.

Bahçede gene yol olarak düşünüp, kayrak taşı döşettiğimiz bir yerde ana çınara yakın bir bölgede yeni bir çınar fidanı büyümeye başladı, iki senede boyu 3 metreye ulaştı. Ufak tefek meşe fidancıkları da var, ancak onlardan henüz büyüyen olmadı.

Bahçeyi ilk aldığımız zaman bir eğri bir badem ağacı vardı. Geçen yıl komşunun bahçesinde bir göçük oldu, bu göçük bizim bahçeye çok yakın olduğundan mecburen çok çirkin bir istinat duvarı (daha) yaptırdık. Bu duvarı yaptırırken bizim bademin bulunduğu yamacın hemen yanında bir yeraltı dereciği olduğunu fark ettik. Bu dere çok yavaşça yamacı kaydırıyormuş, meğer badem de o nedenle eğriymiş. Duvarla badem de sağlama alınmış oldu, eğrilen ana gövdeyi kestirdik, yanındaki daha genç ve düzgün dalı gövde niyetine bıraktık. Ancak bu ağaç artık ömrünü tamamlıyor gibi hissediyorum, iki yaz önce bahçeye bol miktarda badem döktü ve şu anda bahçede bir sürü yavrusu büyüyor, kendi ise iki yıldan beri doğru dürüst badem vermiyor. Geçen yıl tam çiçek açtıkları dönemde kar yağınca köydeki bütün bademler meyve vermemişti, ona yormuştum ama bu sene komşu tarladaki bademin bile üzeri dolu, sadece bizimki az meyve verdi. Bakalım takipteyim.

Bahçe paramparça dedim ya, bir de yarı açık avlumuz var; içi yoldan görünmesin diye avluya bir bahçe teli diktirdim, bu tele yaz kış yeşil bir sarmaşık sardırdım. Bu sarmaşığı sardığımız tele uygun olarak dikdörtgen bir biçim alacak şekilde (isteyen önünde Kızılkeçili hatırası resmi çektirebilir) budayıp duruyorum, bahçede geometrik şekli olan tek bitki bu.  Bu sarmaşık da köklerinden yeni bitkiler çıkartmış, onları da saksılara aldık, eğer sonbahara kadar canlı kalırlarsa yeni yaptırdığımız duvarı bu sarmaşıkla kapatma projem var. Bahçedeki bütün beton duvarları sarmaşıklarla kapatıp yeşil duvarlar haline getirme projem var, ancak o kadar çok duvar var ki bir türlü kapatmak mümkün olmadı, belli ki birkaç yıl daha sabırla çalışmak gerekecek.

Geçen yıl duvarlardan birinin altında ne olduğunu anlayamadığım, ancak çok güzel göründüğü için kendimiz diktik sandığım bir bitki çıkmıştı. Bu bitki hiç çiçek açmadan 2,5 metre kadar büyüdü, sonunda boyuna göre çok küçük, sarı çiçekler açtı, fakat çiçeklendikten kısa bir süre sonra yere doğru devrildi. Ben de bu ufacık çiçekler için seni bakmam deyip kökünden sökmeye çalıştım, meğer yabani yer elmasıymış ( önceden bahçenin çok farklı bir yerine yerelması dikmiş fakat başarısız olmuştuk).  Zaten çok severim, yabanisi çok daha lezzetli. Geçen sene birkaç yumruyu yerinde bırakmıştım, bakalım bu sene tekrar çıkacak mı? Çevrede benzer bir bitki göremiyorum, bildiğimiz yer elmalarına göre çok daha beyaz kabuklu ve çok daha keskin baharatlı, yani farklı bir bitki, acaba tohumu nereden ve nasıl bahçeye geldi?

Son olarak da yabani pazıdan bahsetmem gerek. Bahçenin bir köşesinde tohumunun nereden geldiğini bilmediğim yabani pazı var. Bahçenin o bölgesine pazı dikmeyerek tohumunun karışmasını önlemeye çalışıyorum. Geçen sene bir kök olan yabani pazı bu yıl birkaç kök yaptı, şimdi tohuma durdular. Onları çok önemsiyorum, çünkü çok lezzetliler ve sapları da pazı sapına benziyor, oysa burada diktiğimiz bütün pazılar kalın saplı farklı bir cins, o da kötü değil ama sanki faklı bir sebze, yazın Karadeniz’e gittiğim zaman unutmazsam pazı tohumu alacağım.

Bölgede endemik olan gülhatmi çiçekleri de asla diktiğimiz yerlerde olmuyor, canları nereyi çekmişse gidip orada büyüyorlar.

Bu memlekette bütün arazi sahipleri, iki arazi arasında doğal alanlar bırakıyorlar, bu alanlarda endemik bitkiler hayatlarını devam ettiriyor, hem de doğal bir çit oluşturuyorlar. Bu alışkanlıkla bizim bahçenin etrafında da iki tel arasında insansız toprak sahaları var. Bu alanlardan birinde pek de hoşuma gitmeyen bir bitki bizim bahçede de çıkmaya başladı, yok etmek için ne kadar uğraştıysam başaramadım, geçen yıl belediyenin bahçesini gezince bu bitkinin misk adaçayı olduğunu anladım. Şimdi kalan tek kök bitkiyi gözüm gibi bakıyorum.

Toprağına baktıkça bahçe giderek daha çok kendine yeter hale geliyor, kendi peyzajını kendi geliştiriyor.


Gamzenin bahçesinden yabani menekşe
Aynısefalar
Gelincikler
Mor ve beyaz salkımlar
Mürver
Sarmaşık ve kudret narı yavruları
Prometeusa özenen lavantalarım
Duvar dibindeki sıra tamamen kendiliğinden çıktı
Betondan kendiliğinden çıkan zakkum
Öndeki çınar fidanı, arkadakinin yavrusu, resimdeki bademler de kendiliğinden
Yabani pazılar tohuma durdu
Bütün bahçede geometrik budanan tek bitki, avluyu gözlerden saklıyor

Show Buttons
Hide Buttons