Emeklilik törenimde anlattığım dersin özetidir.
Fırat nehri üzerinde kurulmuş olan Atatürk Barajı GAP projesinin en büyük eseri olup, 2400MV elektrik üretir, göl hacmi 48.700hm3 , göl alanı ise 817 km2, sulama alanı ise neredeyse 900 bin hektar kadardır. Bu devasa baraj gerçekten de göz kamaştırıcı bir anıt eser olup, bu gururun bir göstergesi olarak, gövde resmi Türk Lirası üzerinde bile kullanılmıştır.
Ancak Mezopotamya aynı zamanda dünya üzerinde insan uygarlığının da başlama noktasıdır. Dolayısı ile GAP projesine ait barajların gölleri dolarken pek çok antik kent de sular altında kalmıştır. Çünkü eski kentler de şimdikiler gibi kolayca suya erişimi olan yerlerde kurulmuşlardı, yani bir baraj gölü dolarken, o bölgedeki insan yerleşimlerinin büyük çoğunluğunun sular altında kalması olağandır.
Atatürk Barajı yapılırken sular altında kalan antik kentler içinde en ünlüsü sanırım Zeugma’dır, ancak kesinlikle en eskisi ve en önemlisi Zeugma değildir. Bu bölgede çok daha eski, insanlık tarihine, uygarlığın nasıl geliştiğine ışık tutacak pek çok antik kent vardır.
Bunlardan biri de Şanlıurfa’nın Hilvan ilçesinde bulunan Nevali Çöridir. Tamamen Atatürk Baraj gölü suları altında kalan bu antik kent MÖ 8.400-8100/ MÖ 8530-7540 yılları arasına tarihlenmiş ve 1990 yılında tescil edilmiştir.
Çanak çömleksiz neolitik çağın, yani insanların tarıma, toprağı ve hayvanları evcilleştirmeye başladığı çağın ilk dönemlerine bir örnek teşkil eden yerleşimdir. Höyük Güluşağı köyünün yakınlarında Kantara deresinin iki yanında yer almaktadır. Aslında üst üste 5 katta oluşan höyüğün ilk katı ilk neolitik yerleşimlerden biri olup, çevrede bulunan Göbekli Tepe, Çayönü, Karahan, Sefer Tepe, Hamzan Tepe, Taşlı tepe gibi antik buluntular ile de benzerlikler göstermektedir.
Hatta Nevali Çöride bulunan bir kült binası Çayönü’nde bulunan bir binanın da kült binası olduğunun anlaşılmasını sağlamıştır. Her iki şehirde de kült binası dışında insanların yaşam alanı olan ev topluluklarına rastlanmıştır. Böylece bu iki yerleşim yerinin bilinen en eski şehir örnekleri olabileceğini düşünmek mümkündür.
Çünkü şehir yerleşimi demek için, o yerleşim yerinde insanların toplu kullanım alanlarına sahip olması gereklidir. Anadolu’da bulunana Çatalhöyük’te böyle ortak kullanım alanları olmadığı için oranın şehirleşme öncesi büyük bir toplu bir yerleşim alanı olduğu bilinmektedir. Oysa Nevali Çöri’de tek bir kült binası dahi olsa insanların ortak kullandıkları bir alandan söz etmek yani şehirleşmenin bir ileri basamağı olduğunu düşünmek mümkündür.
Bu kült binası, ilginç bir bina temel tekniği olan ev yerleşimlerinden, hem şekil olarak, hem de içerisinde çevredeki pek çok höyükte rastlanan T şeklindeki dikili taşların bulunması ile net bir şekilde ayırt edilmektedir.
Aslında arkeologlar tarafından Göbekli Tepeden daha sonra fark edilmiş olmasına karşın sular altında kalacağı bilindiği için daha önce kazılmıştır. İlk kez 1980’de Hans Georg Gebel başkanlığındaki ekibin yüzey araştırmalarına fark edilmiş olup, Heidelberg Üniversitesi ve Şanlıurfa Müzesi işbirliğiyle, müze müdürü Adnan Mısır başkanlığında, Prof. Harald Hauptmann bilimsel danışmanlığında 1983, 1985 -1987 yıllarında küçük ölçekte sondajlar olarak ve 1989 -1991 yılları arasında ise daha geniş çapta kazılmıştır.
Yerleşkede yukarında aşağıya (yeniden eskiye), Roma İmparatorluğu, Erken Tunç Çağı I. evre, Bakır Çağı (Halaf) ve Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ yapı katları bulunmuştur. Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ yerleşimi, Nevali Çori I’de 5, Nevali Çori II’de 2 kattır.
Nevali Çöri ismi hiçbir haritada olmamasına karşılık halk arasında o vadi için kullanılan bir isimdir ve ‘’ekin cüzam’’ı anlamına gelmektedir. Muhtemelen ta buğdayın ıslah edildiği, o ilk zamanlarda meydana gelen bir hastalığı işaret ediyor diye düşünüyorum.
Elbette bu yerleşimde pek çok da küçük eser bulundu. Sanırım bunlardan en meşhuru kırık bir çanak parçası üzerinde dans etmekte olan çocuklar olmalı.
Bu kabartma üzerinde muhtemelen en az romantik yorumu ben yapmışımdır. Kabartmanın iki tarafında kolları yukarıda horon oynayan iki çocuk, ortada da bir kaplumbağa var. Ben bu hayvanın orada tesadüfen bulunmadığını düşünüyorum, muhtemelen bu çocukların şişkin karınları ile bu kaplumbağaya benzerliği vurgulanıyor.
Benim düşünceme göre eski insanlar oldukça pratiktiler ve yaşamak için çevrelerinde olan biteni iyice gözlemek zorundaydılar. Zaman zaman gördükleri şeyleri, özellikle de farklı olanları kayıt etmek ihtiyacındaydılar. Bu resimler birer sanat eseri olmanın yanı sıra aslında tarihe düşülmüş birer kayıttır.
Bu kabartmada iki çocukta belirgin karın şişliği var, benim düşünceme göre bu karın şişliklerini tıbbi bir durumla açıklamak mümkün.
Çevreyi düşünecek olursak, insanlar yeni yeni tarıma ve yerleşik yaşamaya başlıyorlardı. Tarıma başlayınca hem çok daha kalabalık bir nüfus bir arada beslenebilmeye başlamıştı, hem de tarım işçiliği için bu nüfusa ihtiyaç vardı. Dolayısı ile uygun bir su kenarı bulup, yerleştiler. Daha önceleri muhtemelen sadece 30-40 kişinin, o da bazı mevsimlerde beslenebildiği bu vadide 300-500 kişi bütün yıl boyunca rahatça beslenebilmeye başladı. Böylece daha önce hiç sahip olmadıkları güvenceye sahip olmakla kalmayıp, daha önce hiç sahip olmadıkları hijyen ve sağlık sorunlarına da sahip oldular. Öyle ya bunca insan ve evcilleştirdikleri hayvanları bir arada yaşamaya başlayınca bunların atıkları artık doğa tarafından ortadan kaldırılamayacak kadar çoğaldı.
Sonuç olarak sudan da kaynaklanabilecek bir çok parazitik hastalık bu çocukların karnının şişmesine sebep olmuş olabilir.
Mesela bölge için çok uygun görülen ve hala oralarda endemik olan sıtma, kalaazar gibi hastalıklar dalağı büyüterek bu karın şişliğine sebep olmuş olabilirler. Her iki hastalığın da yayılması için çok uygun ortamlar olmuş olmalı. Su var, hijyen yok, bol hayvan var, sinek var, çocuk var. E daha ne olsun?
Bu derste biraz sıtma ile kalaazar ayırıcı tanısını yaptıktan ve öğrencilere bu konularda bilgi verdikten sonra bu çocukların bu hastalıklardan hiç biri olmadığını düşündüğümü söyledim. Çünkü her iki hastalık da bu kadar dalak büyüklüğüne sebep olacak kadar ilerlemiş ise çocukların çok ağır hasta olmaları gerekirdi. Oysa burada çocuklar neşe içinde oynuyorlar. Gene de her iki çocukta da olan bir karın şişliği için çevresel bir etken düşünülmelidir. Bu çocuklara bağırsak paraziti tanısı koyuyorum. Kesinlikle bu tanının doğru olduğuna eminim, o şartlarda yaşayan çocuklarda barsak paraziti olmaması imkansız.
Hocam yazınızda mantıklı bir şekilde konuyu ele almışsınız.. Ben de güneydoğuda bu coğrafyada büyüdüm ve genelde çocuklar dalak ,kan hastalığı,anemi oldukları zaman kamplumbağa kanı içirilir . Acaba ordan günümüze kadar gelmiş olan bir gelenek olamaz mı
Bu tesbit doğru olabilir. çok teşekkür ederim
Rica ederim hocam ben de halk bilimi alanında yüksek lisans yapıyorum konuya ilgim ondan ☺️