Hacettepe Tıp Fakültesi 1981 mezunu olmak, hayatımın en önemli imtiyazlarından biri olmalı diye düşünüyorum. Mesele sadece prestijli bir okuldan, iyi bir eğitim almış olmak değil, aynı zamanda ve özellikle her biri ayrı bir cevher olan sınıf arkadaşlarıma sahip olmaktan ötürü de ayrıcalıklı hissediyorum.
Hani tıbbiyeden ressam çıkar, müzisyen çıkar, şair çıkar, her şey çıkar, arada sırada doktor da çıkar diye bir söz vardır.
Bizim sınıftan herkes doktor çıktı bir kere, hem de çok iyi doktor çıktı, Türkiye’nin her yerinde, yurt dışında pek çok ülkede, çalıştıkları yerlerde fark yarattılar.
İkinci olarak pek çok eğitimci çıktı, aramızdan pek çok akademisyen çıkardık. Türkiye’nin neredeyse hangi tıp fakültesine giderseniz gidin en az bir 81 Hacettepe bulursunuz.
Bunun yanı sıra birçok sanatçı çıktı. Bir örnek vermek lazımsa, mesela benim bildiğim Metin Çakmakçı çok iyi bir fotoğraf sanatçısıdır, şimdilerde Yavuz Eryavuz’un özellikle kuş fotoğrafları, Aliye Kırtız’ın doğa fotoğrafları ile mest oluyorum. Zerrin Ateş, muhteşem porselen boyamaları ile göz kamaştırıyor.
Aramızdan bir çok da gezgin çıktı. Ben de gezgin bir ruh olarak, bu gezide Turgay Şenen ve Can Cimilli’nin çok başarılı birer tur operatörü olabileceğinin işaretlerini aldım. Mesela Turgay gezi programını yapar, bütün ayrıntılar, transferler, otel odaları, gezinin zamanlaması hakkında çırpınıp dururken, Can da gezilen yerlerin tanıtımını yapar. Adam her bir akarsuyun hangi kolunun nereden çıkıp, kaç kilometre sonra hangi vadide, hangi ağacın altında diğer kolla birleştiğine, hangi köyün kaç sayılı ve tarihli kanunla ilçe yapıldığına, üzerinden geçtiğimiz yola hangi yılda asfalt döküldüğüne kadar bütün ayrıntıları ezberden söylüyor. Gerçi kafadan atsa yalan söylediğini anlayacak durumda değiliz, ancak çok belli ki anlattıkları doğru, bu kadar ayrıntı uydurup da tutturmak mümkün olmadığına göre…
Bu arada Turgay Şenen ve Rindol Çonkar’a bu güzel hafta sonu için teşekkür ederim. Herkes kapalı Watsap gurubundan teşekkür etti, ben halka açık bir teşekkürü tercih ediyorum, sizi meşhur edecem(!).
Biraz da bizi bir araya getiren okulumuzu ve bizim okuduğumuz zamanları anımsamak gerekir diye düşünüyorum.
Hacettepe Üniversitesi 07/07/1967 yılında 892 sayılı kanun ile kurulmuş. Üniversitenin kuruluşunda Tıp Fakültesi çekirdek bir rol oynamıştır. Tıp Fakültesinin kurulmasında da Pediatri ana bilim dalı lokomotif görevi yapmış.
İlk önce 1954 yılında Ankara Üniversitesi bünyesinde ‘’Çocuk Sağlığı Kürsüsü’’ kurulmuş ve Cebeci’de bir evde hizmet vermeye başlamış.
Bu yıldan itibaren, ihtisas ve doktora çalışmaları yapmak üzere pek çok yeni mezun hekim yurt dışına gönderilmiş, bu hekimlerin hepsi geri dönerek daha sonra kurulacak olan Hacettepe Üniversitesinin çekirdek kadrosunu oluşturmuşlar.
Şimdiki Hacettepe Çocuk Hastanesi ise 1958 yılında, ‘’Çocuk Sağlığı Enstitüsü’’ kurularak eğitim ve kamu hizmetine başlamış (Okulum benimle yaşıt).
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde mezuniyet öncesi öğrenim 1963 yılında başlamış ve ilk mezunlarını 8 Temmuz 1969 günü vermiş.
Yani Cebeci’deki iki odalı evde işe başladıktan 9 yıl sonra öğrenci almış, 13 yıl sonra resmen Üniversite olmuş, bundan iki yıl sonra da ilk mezunlarını vermiş.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinin ilk Dekanlığını Üniversitemizin kurucusu, Onursal Rektörümüz Prof. Dr. İhsan Doğramacı yapmış.
Biz, 1974 (hazırlık okumayanlar) 1975-1981 yılları arasında okuduğumuza göre , o zaman Hacettepe Tıp Fakültesi kurulalı henüz çok da fazla olmamıştı. İlk kurucu hocalarımızın yurt dışından dönüp, daha önce ülkemizde denenmemiş bir eğitim sistemini kurmalarının üzerinden on yıldan biraz uzun bir süre geçmişti. Biz de on üçüncü mezunlar dönemi olmuşuz.
Bizim okuduğumuz zamanda, yeni denenen eğitim sistemi iyice sınanmış, olgunlaşmış ve bu yeni Tıp Fakültesi diğer Tıp Fakültelerinin arasından sıyrılarak, diğer Tıp Fakültelerine örnek olmuştu.
İstanbul, Ankara gibi köklü Tıp Fakülteleri hala eski sistemde eğitim yapıyorlardı. Ancak boynuz kulağı geçmiş ve yeni açılacak bir çok Tıp Fakültesini kurma görevi, Hacettepe Tıp Fakültesine düşmüştü. Mesela bizim dönemimiz iki amfide ders gören, 300-350 kişiden oluşuyordu. Bu sayı içerisinde Kayseri, Eskişehir, Trabzon ve Samsun Tıp Fakültelerine giren öğrenciler de vardı. İlk üç seneden sora sıra ile önce Kayseri, sonra da Eskişehir ve Samsun Tıp Fakültelerinin öğrencileri ayrılıp, kendi üniversitelerine gittiler.
Biz 81’liler oldukça özellikli çocuklar olmalıydık ki, bir yandan o yıllarda ülkemizin başına bela olan terör olayları gençliğimizi heba ederken diğer yandan, o zamanlar için alışılmadık bir eğitim sistemi ve son derece acımasız sınavlarda da başarılı olduk.
Son yılımızı hastanede hekim olarak idrak ettik, şimdiki gibi gözlemci olarak değil. Şunu söylemem gerek ki mesela ben bir sürü sonda takmış, defalarca damara girmiş, periferik yayma değerlendirebilecek, basit kan, idrar ve mikrobiyoloji tahlillerini yapıp, değerlendirebilecek, düz röntgen flimlerini yorumlayabilecek şekilde, hatta hiç cerrahi bir branş düşünmemiş olmama karşılık, cutdown bile açmış olarak mezun olmuştum. Şimdi pediatri asistanları solonum tüpü takmak için anestezist çağırıyor.
O zor zamanlarda, o coşku içerisinde o kadar hoş bir arkadaşlık geliştirmişiz ki, okurken politik olarak tamamen zıt görüşlere sahip olan arkadaşlar bile sonradan birbirlerini pek sevdiler.
Mezuniyetimizin onuncu yılından itibaren de her yıl toplanmaya başladık. Ne yazık ki gurubumuzun büyük bir kısmı bu toplantılara hiç katılmadı. Her toplantıya katılan birkaç nöbetçi katılımcı dışında ( Ayşegül Tokatlı, Kadriye Öncü benim hemen aklıma gelen nöbetçiler), içlerinde benim de olduğum 130-140 kişi aralıklı olarak bu toplantılara katılıyor.
Bu yıl 35’inci mezuniyet yılımız idi. Bu yıl toplantıyı Turgay Şenen ve Rindol Çonkar, Sapanca’da düzenlediler.
Turgay işi cidden çok ciddiye aldı, aylar evvelinden mail gurubumuza, facebook’a, elinde mikrofon, başında fötr şapka ile Demirel taklitleri yaparak, davet videoları atmaya başladı. Sonra bu videolar ve davetlerde ‘’gelenler spa’lık, gelmeyenler sopa’lık’’ listeleri ve Demirel’in bize yedirmeyi düşündüğü yemekleri test edişi, Acarlar Longozu tanıtımları vs olmaya başladı. Bu arada Demirel’in ilk gönderdiği listedeki para hesabını aramızdan kimse sökemeyip, kaç para göndereceğini anlamayınca işe sınıfımızın muhtarı Ayşegül Tokatlı el attı. Bir de sevgili moduş’ümüz Gülnur Tokuç var tabii. Böylece bize de sadece toplantıya katılmak düştü.
Bu arada şunu da söylemem lazım ne Ayşegül ne de Gülnur’un bazı özellikleri hiç değişmiyor. Ayşegül gene, benim gözümün bile görmediği eski ve bulanık resimlerden, adını ve yüzlerini hiç hatırlayamadığım herkesi tanıyor. Gülnur gene bir şey söyleyeceği zaman en çok kendisi mutlu oluyor, onun fıkır fıkır haline bakıp, o henüz ağzını bile açmadan sen de mutlu oluyorsun.
Geziye bazılarımız özel arabaları ile, çoğumuz ise ya Sabiha Gökçen Havaalanından, ya Ankara’dan hızlı tren ile geldik. Her gelen gurup, mikrofonlarla ‘’Ankara’nın bağları da büklüm büklüm yolları/ Ne zaman sarhoş oldun da kaldıramıyon kolları’’ türküsü ve içimizdeki çengilerin eşliğinde, unutulmaz bir biçimde karşılandı. Sakarya Nehri’nin, Karadeniz’e döküldüğü noktada aynı türkünün kayıktan terennüm edilmesi ile de uğurlandı.
Dönüş yolunda Pegasus hava yollarından çektiğim zulüm nedeniyle, karşılanma ve uğurlanma arasındaki kısımları hafifçe unutmaya başladım (!). Arkadaşlarımdan resim ve anı yardımı bekliyorum. İyi destek görürsem bu geziden bir yazı daha çıkartıcam(!). Sizi meşhur etmemi istiyorsanız tabii.