Bu hafta sonunda aslında İstanbul’dan misafirlerim gelecekti ve birlikte küçük bir Doğu Karadeniz turu yapacaktık. Artvin Maçahel bölgesine gidecektik, çünkü tam da bu günlerde orada kısacık fakat tarifi mümkün olmayan güzellikte bir sonbahar olur. Bu da yetmezmiş gibi başınızın üzerinden yırtıcı kuşlar Afrika’ya doğru göç eder. Bu günlerde Maçahel’de nereye bakacağınızı şaşırırsınız.
Arkadaşlarım gelmedi, ama ben Doğu Karadeniz gezisi yapacak bir ruh haline çoktan bürünmüştüm. Böylece geçen hafta sonunda görmeye henüz fırsat bulamadığım bazı yerlere gitmeye karar verdim.
Gitmek istediğim ilk yer Pazar’daki eve sadece 5 km uzaklıkta, denizin içindeki kayalar üzerine kurulmuş olan Kvaçoli (lazca siyah taş demek) balık lokantası idi. Çünkü sanırım bir ay kadar önce Hacettepe 81’li sınıf arkadaşlarımdan biri olan İlker Töral sosyal medyada buranın resmini yayınladı. Ben de yıllardır eve giderken bu lokantanın tabelasını görürdüm ve bir gün burada balık yemeyi aklıma koymuştum, ama orada balık yemek bir türlü nasip olmamıştı.
Ben de İlker’in paylaştığı resmin altına ‘’bu lokanta bizim eve çok yakın ama hiç gitmedim’’ diye yazmıştım. Bunun üzerine sınıf arkadaşlarımın bazıları bana ‘’vay efendim, madem evine bu kadar yakın bir yer, sen nasıl olur da oraya gitmezsin’’ diye bir sürü laf saydılar. İçkisiz olduğunu öğrenince de ‘’rakısız balık lokantası mı olurmuş, sen gitmemekle haklısın’’ diye yazdılar. Bu yazışmalardan sonra, oraya gitmek arık boynumun borcu olmuştu.
Cuma günü ( 7/Ekim/2016) arabama atlayıp Pazar’a gittim. Evden iki ablamı da alıp öğlen vakti Kvaçoli’de balık yemeğe gittik.
Lokanta, bir tünelin deniz tarafında kaldığı için sahil yolu yapılırken dokunulmamış, coğrafi olarak rakipsiz güzellikte sahile alanında kurulu salaş bir yer. Böyle doğal sahil bölgeleri Karadeniz’de artık çok nadir kaldı. Burası da belli ki çok eski bir volkanik faaliyetin denize ulaşma noktası. Denizin içinde çok değişik şekillerde bol miktarda proklastik kaya mevcut. Dalgalar, çok değişik şekil ve boyutlardaki bu kayalarla oynaşarak, muhteşem deniz manzaraları sunuyor.
Bu kayalardan birinin bir ucu sahile bitişik, iki adet doğal köprü ile denizin içine doğru uzanıyor ve ucunda tam kafa demleyecek bir alan oluşturuyor. Gittiğimizde, kayanın üzerindeki bir masada benim eski öğrencilerimden biri arkadaşı ile çay içiyordu.
Gerçekten de tam kafa dinleyip, eski usul daktilo makinesi ile roman yazılacak bir yer.
İkinci olarak Kamilet Vadisine gitmek istiyordum.
Kamilet Vadisi ve Mençuna Şelalesi de İz TV’de bir programa konu olmuştu. Bu programda kendisi de Arhavi’li olan, arkadaşım Oğuz Kurtoğlu Kamilet Vadisinin tanıtımını yapmıştı. Bu programdan önce pek de önem verilmeyen bu vadi, program sonrasında bölgede bayağı meşhur oldu.
Kamilet, Arhavi’nin içinden çıkılan gerçekten çok güzel bir vadi, özellikle Çifte Köprüler’e bayıldım. Mençuna Şelalesine varmak için son etap tahta bir köprüden geçip, son 800 metreyi yürümek gerekiyor. Tahta köprüden geçerken Nermin’in başı döndü, ayrıca son metrelerde yanlış yöne sapıp kaybolmayı başardığımız ve Nermin artık çok yorulduğu için şelaleyi yakından göremeden geri döndük.
Ertesi gün için benim planım Ayder’e gidip kaplıcaya girmek ve daha önceden görüp de binmeye fırsat bulamadığım ‘’Zipline’’ a binmekti. Ama bir gün önce Mençuna Şelalesini yakından göremediğimiz için, bari Palovit Şelalesi’ni görelim diyerek, biraz yolu uzatmaya karar verdik.
Cumartesi günü sabah erkenden yola çıkıp, Ardeşen girişinden Fırtına Vadisine saptık. Çamlıhemşin çıkışından önce sağ tarafa dönüp Zil Kale yolunu takip ederek Palovit Şelalesine vardık. Yol oldukça dar, ama muhteşem vadi manzaraları eşliğinde gidildiği için sadece bu yol bile görmeye değer. Yol şelalenin hemen karşısına kadar gidiyor. Manzarayı kesmeyen merdiven şeklinde bir köprü ile altındaki göle inmek de mümkün. Çok yüksek olmasa da bol suyu, minik gölü ve olağan üstü güzellikte çevresi ile rüya gibi bir şelale.
Öğlene doğru Çamlıhemşin’e geri dönüp muazzam bir kahvaltı yaptık, muhtemelen son yıllarda yediğimiz en güzel kuymağı yedik. Sonra da köprüden sola dönüp Ayder’e vardık.
Ayder’deki kaplıcaya girmek bayağı maceralı oldu. Görevliler gerçekten kötü davranışlı idi. İçeride kendi fotoğraflarımızı çekmek için telefon sokmak istedik, görevli zıvanadan çıktı. Gözleri dönmüş bir şekilde, ‘’yasak’’ diyerek derhal telefonları emanet dolabına kilitlememizi emretti.
Biz yanımıza mayo almamıştık, ama oldukça tesettür sayılabilecek penye şortlar ve tişörtler almıştık. Ama nedense bizi bu kıyafetlerle içeri sokmadılar. Zaten içeri telefon sokmak istememizden gıcık kapmış olan bir diğer görevli, yüzünde ‘’şimdi gel de bu salağa laf anlat’’ ifadesi ile, parmaklarının ucunu birleştirdiği elinin yüzüme doğru sallayarak ‘’Sağlık Bakanlığının emri böyle penye suyun özelliğini bozuyor’’ diye çemkirdi.
Naylon mayo suyu bozmuyor da penye nasıl bozuyormuş anlayamadım. Allah biliyor ya, içimdeki şeytan ortalığı iyice dağıt ve kapıyı çarpıp çık dedi. Ama kavga etmeye üşendim, üstelik Sermin çoktan girip ücretlerimizi ödemişti, ayrıca içerdeki sıcak havuza girmeye de çok istekliydim.
Böylece kadınlarla kerhen sulh ettim. Bize Kırkpınar güreşçilerinin giydiğine benzeyen ama naylondan birer kıspet ve lastikli kısmı koltuk altımıza gelecek şekilde giyeceğimiz, peştemalden dikilmiş bir etek verdiler. Bu da hamam modeli tesettür zahir, iyi ki haşema giyme mecburiyeti koymamışlar.
Bu giysilerle çok komik olduk. ‘’Hayda bre’’ diyerek havuza atlayıp sularla güreşmeye başladık. Çok havalıydık.
Daha sonra ise kıspet kısmı tamam da üstümüzdeki o peştemallerle güreşçilere benzemediğimize karar verdim. Kendimizi geçen ay Çatalhöyükte bulunmuş şişman kadın heykeline benzettim. Sermin’le gülmekten kırıldık.
Ayder’den başlayarak bütün Fırtına vadisi boyunca her yerde zipline, insan sapanı, rafting gibi destekli doğa maceraları yapılabiliyor. Biz zipline’a ‘’Osmanlı Lokantasında’’ binmeye karar verdik. Çünkü burada Fırtına Deresinin üzerinden, Saatli Maarif Takviminin manzaralarından birine konu olan tarihi köprünün altından karşıya uçuyorsunuz.
Zipline videolarım sayesinde, arkadaşlarım arasında internette fenomen oldum diyebilirim.
Bu hafta sonu aklımızı çağlayan görmeye programlamışız ya Fırtına Vadisindeki büyüklü küçüklü bütün şelaleler dikkatimizi çekti. Hafta sonu gezimizi taçlandırmak için, son olarak, Çayeli’nin içerisinden çıkılan Aşıklar Deresi Vadisindeki Ağaran Şelalesine gittik. Aslında bu şelale benim aklımda yoktu. Sermin’in adını duyduğu ve geçen yıl ciddi bir sel yaşandığı sırada çekilen videolarını izlediği için merak ettiği bir yerdi. Fakat iyi ki gitmişim, görünce kelimeler kifayetsiz kaldı, ‘’Cennet’’ diyebildim sadece.
Yoluna geçen yıl beton dökülmüş, oldukça kısa zamanda (Çayeli’nden 12 km içeride) oldukça yükseğe çıkıyorsunuz. Şelaleyi uzaktan gördüğünüz ilk anda bile bunun Doğu Karadeniz bölgesindeki diğer şelalelerden farklı olduğunu anlıyorsunuz. Şelalenin yüksekliği bazılarına göre 75 metre, bazılarına göre ise 92 metre.
Aslında buraya bir şelaleler kompleksi demek daha doğru. Dere, neredeyse gökten fışkırıp, bir biri ardınca seri şelaleler halinde vadiye düşüyor. Biz şelalenin altına kadar gidip, minik göle ayaklarımızı soktuk. Orada dururken tek bir şelale ve altında bir göl gibi görünse de, yukarı doğru tam 9 adet gölet varmış.
Bu da yetmezmiş gibi 30 metre solunda bir başka dere de kendi şelalelerini ve göletlerini yaparak vadiye ulaşıyor.
Büyüleyici ancak oldukça da tehlikeli bir dere, mesela geçen sene ani bir selle, akmakta olduğu vadi duvarını sıyırmış, bir tane ağaç bırakmamış, şimdi sarı bir kaya üzerinde akıyor.
Mutlaka bütün bir günü ayırıp gitmek ve yukarılara çıkıp, şelale jakuzilerinde yüze yüze inmek lazım.
Eve dönerken Karadeniz karanlık yüzünü gösterdi, simsiyah yağmurlar içinde döndüm, tam zamanında gezmişim.
Sonbahar ise sadece Ayder’de birkaç yamaçta kendini gösterdi, oysa Maçahel’e giden arkadaşlar muhteşem sonbahar manzaraları yayınladılar. Demek ki her vadinin kendine ait bir mikro kliması var.
Eve döndükten sonra madem ki fotoğraf çekemedik, ben de ne eksiğimiz var düşüncesi ile Sermin’in ve benim yüzlerimizi Çatalhöyük’teki yeni tanrıçaya ekleyerek bir kolaj çalışması yaptım. Ayder Kaplıcasındaki hali-pür komedyamızı unutulmaz bir hale getirmeye çalıştım.
Bu gezinin hemen bütün fotoğraflarını sosyal medyada paylaştığımız için sadece bu kolaj çalışmalarımı paylaşıyorum.