Karadeniz’e rengi belli olmayan deniz diyenin anlını karışlarım. Karadeniz’in rengi göğün rengi ile aynı. Göğün rengi belli değil derseniz bak işte onu anlarım.
Ne yapayım, gök deli kardeşim. Ve bu deniz de delinin teki. Hem de ne deli. Güya iç deniz, ama yaman bir karayeli var. Gemicilerin korkulu rüyası, yola çıkan geminin dönüp dönmeyeceği belli değil.
Denize çıkan her geminin fazladan bir güvenlik önlemine ihtiyacı var. Bu ihtiyaçla Trabzon’da köklü bir gelenek oluşmuş. Yüzyıllar boyunca Karadeniz’e Trabzon limanından seyr-ü sefere çıkmaya kalkışan her geminin kaptanı, sağ salim dönmek ümidiyle, Aya Sofia kilisesinin denize nazır doğu duvarına dualarla birlikte gemisinin resmini kazımış.
Öyle ki bu resimlere bakınca yüzyıllar boyunca Karadeniz’de yüzen gemilerin cinslerini kitap gibi okumak mümkün.
Ya da benim gibi, duvara karşı hayal kurup, bu gemilerden birini sahiplenmek de mümkün. Geminin kaptanı olmayı gözün yemezse kaptanın dönmek için dua ettiği kişi olmayı da düşleyebilirsin mesela.
Ama bu gün deniz kenarında oturmayı tercih ediyorum. Bu gün hava alışık olduğumuzdan çok soğuk, henüz tam kıyılara yağmadı, ama 100 metre yüksekliklerde kar var.
Tam deniz kıyısında oturup bu denizden çıkan balıklardan bir ziyafet çekmeli diyorum. Ama öyle bir balık olmalı ki, denizi yemiş gibi olmalıyım.
Arabamda gündüz vakti -3 dereceyi görüyorum, camlarda ise az da olsa geceden kalma buz var.
Günlerden 6 aralık 2016, her zamanki gibi Körfez’de Metin’e gidip denizin içine oturuyorum.
Sol tarafımda Trabzon burnu, onun arkasında da karlı Kaçkarlar var. Hava o kadar kar dolu ki dağ nerede bitiyor, bulut nerede başlıyor, anlamak kolay değil.
Tabağımda hamsi, aklımda Atilla İlhan,
An gelir/ Paldır küldür yıkılır bulutlar/Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
Çıkarken Metin’den rica ediyorum, Yeşim’e göndermek için birlikte resim çektiriyoruz. Metin gene benden para almıyor.
Artık evimin sıcağındayım ve bu soğukta mümkünse birkaç gün dışarı çıkmamak istiyorum.