Yıllarca bizim hastanede fahri klinik genetikçi olarak çalıştım desem yalan olmaz. Özellikle de Prof. Dr. Yakup Aslan (yeni doğan hocası) benim genetik tanılarıma çok güvenir, çoklu anomalisi olan her bebek için benden konsültasyon isterdi.
Yıllar önce yine böyle çoklu anomalisi olan bir bebeği görmemi istemişti. Bu bebekte yok yoktu. Kafası ve yüzü son derece normal görünüyordu ve daha sonra da yıllar içerisinde ne kadar akıllı bir çocuk olduğunu anladık. Ancak çocuğun boynundan aşağıda sağlam herhangi bir yeri yoktu desem yanlış olmaz. Her şeyden önce kol ve bacakları hemen hemen hiç yoktu. Elleri omuzlarından birkaç parmakçık olarak çıkıyordu, onlar bile yanlış görünüyorlardı. Bacakları küçücük, büklüm büklüm, iki et parçasıydı. Böbreklerinde, kalbinde, omurgasında, diyafragmasında bir sürü yerinde türlü çeşitli bir çok daha anormallik vardı.
Çocuk yıllar içerisinde bir sürü ortopedik ameliyatlar geçirdi. Daha sonra da böbrek yetmezliğine girip, dializler filan oldu. Artık hastanede evinden çok vakit geçirdiğini anlayabilmişsinizdir. Sık sık koridorlarda filan çocuğa rastlayıp, laf atardım. Öyle gözümüzün hastane koridorlarında büyüdü, ama hiçbir zaman oh diyemedi.
Adı Kardelen olan bu çocuğu ben en son gördüğümde, benim servisime yattığında 8 yaşına gelmişti ve düzenli dializ alıyordu. Yatma sebebi ise eski kateterinde sorun çıkmıştı, yeni bir kateter takılması lazımdı ve cerrahi serviste yer yoktu.
Annesi genç bir kadındı. Bu kadını da yaz kış sürekli olarak kısa kollu bir penye ve kot pantolon ile hatırlıyorum. Kızcağızın tipine bakınca bir üniversite öğrencisi, ya da mahallemizin aklı beş karış havada kızı sanırdınız. Ancak o kadar fedakar bir anne idi ki anlatılamaz. Her gün kızını hastanelere taşır, günlerce haftalarca onunla birlikte hastanede yatar, her seferinde bir öncekinden daha da kötü bir haber alır, ama gene de bir of bile demezdi. Bir de eline çok çabuk bir kadındı, artık servislerin gediklisi olduğu için, kızının hiçbir bakımını hemşirelere bırakmaz, çamaşır odalarından, pansuman odalarından ihtiyacını kendi alır, çocuğunun tüm bakımını kendi yapardı. Bu konuda bir hemşire kadar deneyim kazanmıştı.
Görünüşüne bakınca ( çalışmadığını da biliyorum) maddi durumu hiç de iyi olmadığı belliydi, buna rağmen Kardelen’e bir diz üstü bilgisayarı almıştı. Kardelen o omuzlarından çıkan parmakçıkları ile tıkır tıkır, oyunlar oynar, bilgisayarla kendi yaşındaki çocukların yaptıklarından çok daha fazlasını yapabilirdi. Böylece hastaneye yattıklarında onun da oyalanacağı bir şey olurdu.
Ben de Kardelen bile bilgisayar oyunu oynuyorsa, artık bu oyunlarda demek ki benim anlayamadığım bir ihtiyaç, bir tılsım var diye düşünmeye başlamıştım. Böylece hastanede yatan çocukların ellerinde atariler filan görünce aileleri ikaz etmekten vaz geçmiştim.
Şimdi bu çocuk yaşıyor mu bilmiyorum, ama onu Farabi Hastanesinde çok kişi tanıyacaktır, eminim.
Şimdi gelelim bu çocuğun benim başımı nasıl bir dertten kurtardığına…
Muayenehanem varken, ilk kez gelen bir çift, iki günden beri ateşi olan çocuklarını getirmişti. Ben de çocuğa grip tanısı koyarak, bol bol sıvı içirmelerini söyleyip, ateş düşürücü verip ve ertesi gün kontrole getirmelerini söyleyerek gönderdim.
Benim yanımdan çıkarken ikna olmuş ve memnun görünüyorlardı, ama eve gittiklerinde bir antibiyotik bile vermemiş olmam aile büyüklerinde büyük bir öfke yaratmış. Bir anne, bir baba, yarım saat sonra büyük baba telefon ederek, sinirli sinirli çocuğun hala ateşi olduğunu söylemeye başladılar. Her seferinde tek tek ateş düşürmelerini anlattım, ama o kadar bunalttılar ki son telefonlarda muhtemelen biraz sabırsız davrandım.
Ertesi gün kontrole geldiklerinde baba, içeri girer girmez, belinden silahını çıkartıp masamın üzerine koydu ve ‘’ben sana bu kadar para verdim, bir antibiyotik bile vermedin, sabaha kadar çocuğum alev ateş yandı, bu çocuk hastaneye yatacak’’ dedi. Meğer polismiş. Ben öyle silahtan falan korkmam, ama dışarıda bekleyen aileler var, daha fazla maraza çıkmasın, bir de gerçekten bu çocuk çok hasta da ben mi anlayamadım endişesi ile tamam gözlemek üzere yatırayım dedim.
Dışarıda bekleyen aileler için boşuna üzülmüşüm, o sırada bekleyen bir büyükanne vardı. Adamın üzerine yürüyüp ‘’Çabuk o silahı yerine sok, hatta istersen daha da münasip bir yerine sok. Sen nasıl bizim sevgili hocamıza laf edersin? Bir daha tek kelime ettiğini duyarsam seni Fizan’a sürdürürüm’’ diyerek, yanımdan ava çıkmış aslan gibi çıkan adamı süt dökmüş kediye döndürdü. Meğer ben alttan alıp, sinirlenmeden konuşunca, adam tepeme çıkıyormuş. Adamın ilacı sertlikmiş, azarı işitince gerçekten de sus pus oldu, bundan sonra hiç ama hiç sesi çıkmadı.
Anne ve çocuğu yatırdım, ama çocuğun ateşi 37 derecenin üzerine çıkmıyor. Beyaz küreleri, sedimi, akciğer filmi, her şey ama her şey çocuğun basit bir soğuk algınlığından başka bir şey olmadığını ispatlıyor. Kadın gece filan coşup da nöbetçilere saldırmasın diye boş bir serum bağlattım, en hafifinden bir de antibiyotik başladım. Ama inanın çocuğun hiçbir şeyi yok.
Bir iki gün sonra çocuğu taburcu etmeye kalktım, annesi feryat figan, hayır, çocuğum çok hasta görmüyor musunuz diye üzerime yürüdü. Bir hafta, 10 gün oldu, çocuğun ateşi tamamen düştü, oyun odasından çıkmıyor, her gün artık evinize gönderelim diyoruz, ama çocuğu bir türlü taburcu edemiyoruz. Kadın ev lafını duyunca çocuğumu ölüme mi gönderiyorsunuz, hiç vicdanınız yok mu diyor. Üstelik kadın, çocuğuma hastalık bulaşır diyerek, bizim hemşireleri de inandırdı mı, yoksa onları da artık bezdirdi de bulaşmayalım diye mi bilmem, yanındaki yatağa hasta da yatırtmıyor. Artık çocuk gerçekten de hastaneden bir hastalık kapacak endişesi duymaya başladım.
İşte tam o günlerden birinde Kardelen’in kateter takılmak üzere hastaneye yatması gerekti. Aslında Kardelen’in yaşı, süt çocuğu servisine yatmak için büyüktü ama, hem çocukcağız eksik bedeni ile küçücüktü, nasıl olsa süt çocuğu yataklarına sığar diyerek, servise yatırdık.
Ben de hemşirelere belalı annemize, bu çocuk kateter için yattı, enfeksiyonu yok diyerek, Kardelen’i polisin çocuğunun olduğu odaya yatırın dedim. Böylece kadın belki bu çocuğun halini görür de kendi çocuğunun durumunu abartmaktan vaz geçer diye düşündüm.
Ne kadar doğru düşünmüşüm ki, Kardelen odaya yatar yatmaz, o 10 gündür bir türlü taburcu edemediğimiz kadın, asistana gidip, beni derhal çıkartın, benim çocuğumun hiçbir şeyi yok diyerek taburcu olmak istedi.
Ben de bana günlerdir kumdan halat büktüren bu kadından biraz olsun öcümü almak için beni beklesinler, çocuğu son bir kez muayene etmeden çıkartmak istemiyorum deyip, taburculuğu iki saat kadar geciktirdim.
Odaya girdiğimde polisin karısı, çocuğunu gocuğu, kaşkolü dahil giydirmiş, sıkı sıkı kucağında tutuyor ve sandalyeyi de pencereye doğru çevirmiş, manzara seyrediyor şekilde beni bekliyordu. Vallahi hiç acele etmedim, uzun uzadıya Kardelen’le ilgilendim, çocukla konuşup, sevdim, biraz bilgisayar oyununu öğrendim. Ondan sonra öteki kadına döndüm, sanki Kardelen’den bir şey bulaşacakmış gibi, çocuğuna dokunmamı bile istemedi, bizim hiçbir şeyimiz yok hemen gitmek istiyorum dedi. Ama daha bu sabah bile bana bu kadar şikayette bulunmuştun, çocuğunda bir şey olmadığını sana 10 gündür anlatamıyordum, ne ara iyileştiğine karar verdin diye sordum. Elbette cevap filan alamadım. Çocuğu tekrar kontrole çağırdıysam da gelmedi.
Kardelen’cik hala yaşıyorsa benden sevgi ve eğer artık yaşamıyorsa benden rahmet istemiş olacak ki, iki gündür aklımdan çıkmadı.