Akıllıca bir şey yaptım, gezmeyi istediğim uzak ülkeleri neredeyse bitirdim, bu yaşlarıma ise yakın yerleri bırakmıştım. Bu kez de rotam Bakü, Tiflis ve Erivan idi.
Güzel bir tur buldum, hizmetlerinden pek memnun kaldık. Benzer kültür turizmi yapan şirketlerden en ciddi farkı da İstanbul içinden size özel havaalanı transferi yapmaları. Sabahın köründe henüz benimseyemediğimiz havaalanına ‘umarım kuş sürüleri geçmiyordur, rüzgar doğru yönden esiyordur’ dualarıyla vardık.
Benim koltuğum pencere kenarında olduğu için yol boyunca aşağıya bakmaya gayret ettim. Azerbaycan topraklarının açıkça çöl olduğunu gördüm. Dağların tepelerindeki buzullardan süzülen sular nehirler oluşturarak çevresine biraz yeşillik, yerleşim alanları sağladıktan sonra çoğu bu çöl içerisinde bir yerlerde kayboluyor, sadece bir kaçı Hazar Denizine kadar ulaşıyor. Aslında dünyanın en büyük gölü olan bu iç denize ulaşan 11 önemli nehirden 2 tanesi Türkiye topraklarından doğup, Hazar gölüne ulaşıyorlar. Bu nehirlerden en iyi bilinen Aras nehridir. Ancak biz bu gezi boyunca genel olarak Allahuekber dağlarında doğup, Hazara ulaşan Kula nehrinin çevresinde dolaştık.
Hazar Denizinin benim görüş alanım içinde kalan kısmı, koyu renkli bir su ve bu suyu çevreleyen çöl şeklindeydi. Uçak alçaldıkça, denizin içerisindeki petrol sondaj iskelelerini de seçmeye başladım. Denizin ortasındaki kartal gagası şeklindeki Abşeron yarımadasının üzerinde Bakü şehri kurulmuş. Türk cumhuriyetlerine gidince havaalanından başlayarak tabelaları takip etmek çok keyifli oluyor. Haydar Aliyev havaalanında en dikkatimi çeken tabela ‘money Exchange/ valyuta mübadelesi’ oldu.
Bakü bu toprağı petrole bulanmış bu çöl içerinde yeşillendirilmiş, çok güzel bir şehir. Bütün ülke nüfusunun 1/3, 1/4’ü burada yaşıyormuş, şehrin nüfusu 1,5 milyondan fazla imiş. Kesinlikle Bakü’nün içerisi İstanbul’un içinden çok daha yeşil. Şehir kabaca üç türlü bina yapısına sahip. İçeri şehir denilen bölümde, Sovyet Rusya öncesi tarihlerinden kalma tarihi binalar mevcut. Şehrin diğer kısımları ise bir biri içine geçmiş şekilde Sovyetlerden kalma hantal görünümlü sağlam binalar ve Sovyetlerden sonra yapılmış, güzel görüntülü modern binalardan meydana geliyor. Mesela Haydar Aliyev müzesi, yüzyılın en özgün mimarlarından biri olan İranlı Zaha Halid hanımın çizdiği ve 2 yıl üs üste dünyanın en güzel binası ödülünü alan muhteşem bina. Geniş caddeli, tertemiz bir kent. Kültür hayatının da zengin olduğu anlaşılıyor. Mesela kentte ciddi bir caz müzik kültürü var.
Azerbaycan’ın yakın tarihinde Sovyetler Birliği olmasına karşılık daha eski dönemlerden İran ile ve oradaki Azerilerle önemli bağları olmuş. Türk olmakla övünüyor ve Türkiye’yi çok seviyorlar. Konuşmaları gayet net anlaşılıyor. Sefeviler’le olan tarih birlikleri nedeniyle halkın % 85’i Şii, hatta 7. İmam Rızanın ablası Hüküme hanımın mezarı da Abşeron yarımadasında.
Müslümanlıktan önce bu topraklarda Zerdüştilik de önemliymiş. Zaten başka türlüsü nasıl düşünülebilir ki? Topraklardan o kadar çok petrol ve doğal gaz çıkıyor ki, hiç sönmeyen ateşler elde etmek için insanların bir çaba göstermesi gerekmiyor. Burada da eski ve terk edilmiş bir Zerdüşt mabedi gezdik. Ancak İran’da çok daha soft bir din anlatmışlardı, burada ise dervişlerin nefis terbiyesi için boyunlarına ağır zincirler sardıklarını, közlerin üzerinde yattıklarını öğrendik. Hint fakirinden beter yani.
Azerbaycan isminin nereden geldiğine dair bir takım söylentiler olsa da benim en çok hoşuma giden ‘alev ülkesi’ (azer=od, ateş, Bağcan=koruyucu) anlamına geliyor olması oldu. Bakü de zaten bize de yolculuğumuzun ikinci günü gösterdiği güçlü rüzgarlar dolayısıyla ‘rüzgar şehri’ demekmiş.
Qafqaz (Kafkas) ülkelerinden Azerbaycan mite göre Prometousun çarmıha gerildiği ülkeymiş.
Bakü’nün en büyük şansı ve laneti bu petrol (Azeriler neft diyor) ve doğal gaz rezervleri galiba. Çünkü herkesin gözü buraya dikilmiş, topraklar korkunç görünüyor, bir sürü göçmen var. Tarih boyunca İpek yolunun önemli bir parçası iken, şimdi de Bakü/ Tiflis/ Ceyhan boru hattı dolayısıyla modern dünyanın en önemli ticaret yollarından birinin başlangıcı diye düşünmek zor değil.
Nobel ödülünün kurucusu Nobel kardeşler de bu bölgede yaşayıp, cidden çok zengin olmuşlar. Ben bilmiyordum, ama adamlar petrol ağası imişler.
Paraları Manat hala dünyadaki en değerli ‘valyuta’lardan biri. Son yıllarda petrol fiyatları düştüğü için biraz değer kaybetmiş olmasına rağmen hala dünyadan 5. en değerli para.
Yerel rehberimiz konuşurken, inmek yerine düşmek, yıkılmak yerine düşmek, yüksek yerine hündür kelimeleri kullandı. Tuvaletlerde bebek bezi değişim odaları ‘ana uşaq otağı’ , havaalanlarında yolcu yerine sernişin, müzelerde girmek yasak yazısı yerine ‘keçmek olmaz’, uçak anonslarında hamınlar ve beyler yerine hanumlar ve canumlar gibi hoşlukları yazmasam olmaz.
Gobustan denilen bölgedeki petroglifler, benim için bütün Orta Asya ve Türk dünyasını birbirine bağlayan zincirin ilmeklerinden biri gibi oldu. Hazar denizi zaman zaman kıyılardaki ovaları kaplayacak şekilde genişler ve sonra küçülürmüş. Milyonlarca yıl burada dinozor dahil her türlü hayvan ve zengin bitki örtüsü varmış. Zaten petrogliflerde bir çok hayvan betimlenmiş.
En son 3 milyon yıl önce sular çekilince bu aşırı tuzlu, verimsiz toprak yeryüzüne çıkmış. Tabii bütün bu gelgitler ve suyun meydana getirdiği basınç, bölgenin petrol rezervlerinin de kaynağı aynı zamanda.
Bütün gezi boyunca yemekler bizim yemeklere aşırı derecede benziyordu. Sadece Azerbaycan’da hala kuru yemişlerle pişirilen etler günümüz Türkiye mutfağında artık geri planda kaldılar. Bütün gezide, bütün sofralarda içecek olarak şişe içerisinde hoşaf sunulması ve asla kola filan olmaması çok güzel bir ayrıntıydı.