Daily Archives: 14 Eylül 2020

GÜNLERCE BOŞ KALINCA AKLIM KELEBEKLERE GİTTİ.

Geçen haftaya kadar denize girilecek kadar güzel havalar varken, birden bire sonbahar geldi. Eylül henüz doğayı sarıya kırmızıya boyamadı ama, çınarların gönlü hazana döndü. Günlerin kısalması da artık iyice belli olmaya başladı.

Geçen hafta sağlam bir rüzgar çarpınca hastalandım, ateşim çıktı, halsizlik oldu. Salgın, hayatlarımızı nasıl da değiştirdi,  basit bir soğuk algınlığı geçirmek bile kriz halini aldı. Derhal, kendimi izolasyona aldım, günün çoğunluğunu odamda geçiriyorum, evde maske takıyorum. Aslında hayatımda ilk kez grip geçirirken, daha ilk günden itibaren dinlendiğim için birkaç günde iyileştim, gene de bir süre daha hane halkından uzak durmayı planlıyorum.

İki gün vaktin çoğu uyuyarak geçti, ama sonrasında odanın içerisinde ne yapacağımı şaşırdım. Kitap, el işi, sosyal medya, hepsi tamam da artık bir yere kadar.

Neyse ki tam da bu günlere denk geldi, online bir aromaterapi dersine katıldım. Aromaterapi dersini Zeynep Cansın Gelişli (bana kendisi hediye etti) verdi. Cansın, ilham veren genç arkadaşlarımdan birisidir. Trabzon’da birlikte yoga hocası olmuştuk, ama yogada ben öğrenciliğe devam ettim, o hocalığı ilerletti. Geçen yıl ani bir kararla eczanesini kapatıp, İstanbul’da doğal ürünler üreten bir firmada çalışmaya başladı. İlk bakışta bir anda, hem de aile sağlık merkezinin tam karşısındaki eczanesini kapatabilmesi çok radikal bir karar gibi görünebilir. Ancak, yaşamı boyunca kendini şu anda yapmaya başladığı iş için hazırlamış olduğu açıkça anlaşılıyor. İnsan sevdiği bir işi yaparken nasıl da içten dışa doğru parıldıyor. Onun adına çok mutlu oldum, dersinden de bir hayli faydalandım.

Tabii elimden telefon düşmedi, bir sürü tanıdığımdan çok çeşitli hastalık ya da yakın temas hikayesi duydum. Anladığım kadarıyla sonunda hepimiz bir gün bu hastalığa yakalanacağız, şu anda sadece bunu geciktirme çabası içerisindeyiz. Aşı ya da etkili bir ilaç tedavisinin ortaya çıkmasını bekliyoruz.

Aşı ve koruyucu hekimlik ilkeleri sayesinde salgın hastalıkların ortadan kalkması ya da hatırı sayılır derecede azalması, aşı yan etkilerin abartılmasına ve oldukça ciddi bir aşı karşıtlığına sebep olmuştu. Şimdi bu aşı karşıtı kitle bir yandan salgına sebep olan virüsün laboratuvarda üretildiğine inanıyor, öte yandan da bu salgını durduracak aşının geliştirilmesini bekliyor.

Ben ise, inandım, iman ettim ki, bu sene doğanın insana haddini bildirme senesi. İnsanoğlunun her şeyin hakimi olduğu, bütün evrenin insan için yaratılmış olduğu sanrısına dur deme senesi.

Bu yıl, bir tek salgın yok ki, her şey son derece sıra dışı, sel, deprem, meteor düşmesi, kum fırtınası yazmakla bitmez.

Bütün bu karmaşa içerisinde gözümden kaçmayan bir olay paylaşmak istedim.

Son yıllarda Doğu Karadeniz bölgesinden başlayıp, batıya doğru hayli ilerleyen bir kelebek istilası var. Bu kelebek, Asya’dan ülkemize doğru girdi ve ülkemizde zararlısı bulunmadığından hızla üredi. Bir türlü çaresi de bulunamadı, sonunda kelebeğin doğal zararlısı da bölgeye yerleşecek ve bir denge oluşacak şeklinde düşünceler gelişti. Çünkü bu kelebek geldiği bölgelerde  böyle büyük zararlar  vermiyormuş, doğa içerisinde dengede yaşıyormuş.

Bu yıl o denli alışılmadık koşullar yaşandı ki, on yıllardan beri Karadeniz bölgesinde her türlü bitkinin canına okuyan bu canavar kelebek bile bu yıl ilk kez zora girdi, kelebeğin zararlısı da artık Türkiye’ye geldi. Bundan sonra kelebek nüfusunun dengeyi bulacağını ve bitkilere, ürünlere bu denli zarar veremeyeceğini umuyorum.

Bölgeye geldikleri zaman kendi nüfuslarını sınırlayacak herhangi bir böcek türü bulunmadığı için yıllarca kendi cennetlerinde yaşadılar, kocaman ağaçları içten içe sömürüp, hayalete çevirdiler. Yıllar içerisinde verdikleri zarar hayal bile edilemez. Bölgede tarım ilacı yaygın olarak kullanılmadığı için ve sadece bu kelebeğe etki edecek ilaç da belli olmadığı için, hep onu dengeleyecek bir türün ülkeye girmesi bekleniyordu.

Bu yaşam öyküsünün içerisinde insan ırkı için alınması gereken dersler yok mu? Çevresinde kendisi ile boy ölçüşecek bir düşman olmadığı için, aşırı çoğalan ve çevresini aşırı talan eden bir tür var. Bu şekilde çoğalmaya devam edebilmesi çok uzun yıllar içerisinde mümkün görünmüyor. Çünkü kendi besin kaynaklarını hızla tüketiyor. Çare olarak ya başka bölgelere göçüp yeni bir yıkım(çevreye)/yaşam(kendi türüne) döngüsü başlatacak, orayı da tüketince bir başka bölgeye atlayacak. Bu seçenek dünya sonlu bir yer olduğuna göre dünya kaynaklarını tüketene kadar sürebilir (eğer yeni bir gezegende koloni yapılmadıysa). İkinci bir seçenek, kendi artıkları ile çevreyi o denli kirletecek ki artık çevreden beslenemeyecek, zehirlenerek, daha fazla üreyemez hale gelecek (bu seçeneği daha ufak bir evren olan mikrobiyoloji laboratuvarlarında her üretme kabında görürsünüz). Üçüncü seçenek ise doğa ana işi ele alıp, kendinden başka bütün türlere zarar veren bu türe zarar veren bir başka türü devreye sokacak. Bundan sonra bu iki tür birbirlerine karşı savaş vererek ve nüfuslarını dengeleyerek, tabiattaki diğer türlerin çoğunun korunacağı yeni bir denge oluşturacak.

Buraya kadar gelince artık akbaba ve sırtlan (leşçilleri) nüfusu yok olursa, ortada kalan leşlerden hastalık bulaşır demeyeceğim. Sürüngenler ve kemirgenler olmasa toprak havalanmaz ve verimli olmaz demeyeceğim. Bunları merak eden başka kaynaklardan okusun.

Benim dikkatim çeken, insanın dünya üzerindeki davranışı ile Karadeniz bölgesindeki kelebeğin davranışının ne kadar örtüştüğü ve tesadüf olduğuna inanmadığım bir şekilde aynı yıl içerisinde bu iki zararlı tür için de nüfus dengeleyici bir başka türün ortaya açıkmış olmasıdır.

Bu salgının dünyaya bakışımızı değiştireceğine dair umutları olanlara ne yazık ki büyük ölçüde katılamıyorum. Bence ölenler ölecek, kalanlar kalacak, bundan bir iki yıl sonra mezarlıkları biraz daha büyümüş bir dünyada kaldığımız noktadan devam edeceğiz. Bence insan türünün sonunu dünya üzerinde bıraktığı çöpler ve bozduğu ekolojik düzen getirecek.

Show Buttons
Hide Buttons