Daily Archives: 12 Şubat 2021

SÜREKLİ EVDE KALMAYA KARŞI GELİŞTİRDİĞİM HAYATTA KALMA ÇANTAM (BAGAJIM), SANAL DÜNYAYI YA DA BASİT ANI TETİKLEYİCİLERİNİ KULLANARAK İYİ VAKİT GEÇİRME ÖNERİLERİM

Kuzenlerimden biri 11 Şubat doğumludur, geçen yıl 60 yaşına bastı ve sanki bir daha uzun süre görüşemeyeceğimiz içine doğmuş gibi, geniş ailesini ve yakın arkadaşlarını toplayarak, güzel bir kutlama yaptı. (Kuzenimin resmi doğum günü 12 Şubat, gerçekte 11 Şubat doğumlu olduğunu birkaç yıl önce tesadüfen fark ettik.)

O tarihte en büyük derdim, ‘acaba kar yağar, köyün yolları kapanır da gitmeme engel mi olur’ idi. Neyse ki havalar bana engel olmadı ve ben İstanbul’a, o toplantıya gittim. Ailenin Basa tarafının çoğunu, yıllardan beri görmediklerim dahil,  görmüş ve çok eğlenmiştim.

Fırsattan istifade onu da görmek için Gülçin’in evinde kalmıştım, bir akşam da bir kaç arkadaş Gülçin’in evinde güzel bir yemek yemiştik. Eve döneceğim sabah, Gülçin kendi işe giderken beni uyandırmaya kıyamamıştı. Köpeği Alya, benim de evden gideceğimi ve yalnız kalacağını anlayınca çok üzülmüştü. Hayvan o kadar acıklı bakınca onunla uzunca vedalaşıp öyle çıkmıştım. Gemlik’ten İstanbul’a giderken Gülçin’e götürmek için, dönerken de kendimiz için zeytin almıştım. Yol boyu Türk sanat müziği çalan bir kanalı açmış, bağıra çağıra eşlik etmeye çalışmıştım.

Bütün bunları çok net hatırlıyorum, çünkü bu geziden sonra, tam bir yıldır aralıksız her gece aynı evdeyim.

Düşününce, hayatım boyunca hiç bu kadar uzun süre aralıksız, hep aynı evde uyumadım. Çocukken okul zamanı kışlık evde olsak da, yaz geldi mi ya Pazar’a, ya da Yıldızlı’ya giderdik. Daha sonra Ankara, Elazığ, Trabzon ve Çanakkale’de yaşadım. Okuldayken yazın eve giderdim, asistanken izinde tatile giderdim, sıkça nöbet tutardım. Daha sonra da gezmelere başladım.

Evet, ev hayatını severim, ama sevdiğin şeylere de mola vermek lazım. Yoksa kabak tadı veriyor.  Normal bir yıl olsa hiç değilse biri yurt dışı olmak üzere en azından 3,4 geziye gitmiş, her ay mutlaka Çanakkale çevresinde günü birlik geziler yapmıştım. Hayatımda ilk defa tam bir yıldan beri her gece aynı evde uyuyup uyanıyorum.

Ben evde otursam, arkadaşlarım gelse gene çekilirdi, ancak dışarıda yemek, ev gezmesi gibi son derece doğal şeyler de tamamen kısıtlı yaşıyoruz. İnsan sağlığı için elzem, arkadaşlık, sohbet,   tokalaşmak, sarılmak gibi ne çok vitamin varmış, eksiklikleri akıl sağlığına hiç de iyi gelmiyormuş, bunu çok net anladım.

Tabii dijital çağda yaşamanın bazı faydaları var. Hepimiz sosyal ağları her zamankinden çok kullanır olduk. Görüntülü konuşmalar, toplantılar, eğitimler hemen hayatımızın vaz geçilmezleri halini aldı.

Mesela bizim bir gurubumuz var, haftada bir gün somatik farkındalık çalışması yapıp, bir gün de felsefi sohbet yapıyoruz. Arkadaşlarla herhangi bir formatı olmayan serbest akışkan bir sohbetin yerini tutmuyor elbette. Geçenlerde, bir akşam herkes kendi evinde içkisini, çayını eline aldı ve sanal ortamda bildiğiniz kadın günü yaptık.  Yakında benzer bir sanal sohbet gününü tekrarlamayı düşünüyoruz.

Benim kuzenlerimden biri Lozan’da yaşıyor. Çoğu akademisyen, ya da alanında dünya çapında bilim insanı, gayet elit, geniş  bir arkadaş gurupları var. Normal zamanlarda birkaç ayda bir Fransa’ya geçer, bir hafta sonunu Burgonya vadisinde şarap tadımı ve alımı yaparak, Michelin yıldızlı lokantalarda yiyerek geçirirler. Zaten sürekli gittikleri lokantaların pek çoğu da Michelin yıldızlı, butik mekanlar. (Bizi götürdüğü yerlerde ne yediğimizi tabağımıza bakarak değil de ancak söyledikleri zaman anlayabildik.)

Tabii ekibinin hepsi de bilgisayar dehası. Bunlar aylardan beri bir araya gelemiyorlar ya, şöyle bir çözüm bulmuşlar, mesela bu hafta ben arkadaşlarımı yemeğe davet ediyorum. Belli bir akşam kararlaştırıyoruz. Sonra bildiğim ve hepimizin sevdiği lokantadaki  aşçıyla ne yapabileceği konusunda anlaşıyorum. Arkadaşlarımın yemek zevkini bildiğim için eğer daha önce denediğimiz yemekler önermişse hemen, eğer aşçı çok farklı bir seçenek sunmuşsa, arkadaşlarla menüde mutabık kaldıktan sonra ısmarlıyorum.   

Sonra aynı menüden her bir arkadaşın evine kaç kişilerse o kadar kişi için yemek geliyor. Her bir evde gayet şık bir sofra kuruluyor, yemekler sofrada, büyük boy televizyonlar sofraları görecek şekilde ayarlanmış oluyor,  telekonferans  başlatıyorlar, herkes kendi evinde, ama aynı sofrayı paylaşırmışçasına, aynı yemekleri yiyerek, saatlerce sohbet edip, güzel vakit geçiriyor.

Bu yöntem o kadar hoşlarına gitmiş ki sıkça birbirlerini yemeğe davet ediyorlar. Yemekten sonra alkollü araba kullanmak derdi de olmadığından bu yöntemi belki ileride de devam ettirirler.

Bu kadar organize olmayan şekli de işe yarıyor. Bizim yaptığımız gibi sadece çay, çörek  ve sohbet daveti  de yeterli oluyor.

Tabii eğer imkan varsa kendi adıma açık havada bir şeyler yapmayı tercih ederim. Dışarıda da mümkünse insanların az olduğu alanlarda zaman geçirmek gerek. Arabama deprem sırasında kullanılmak üzere hayatta kalma çantası hazırlar gibi ‘tesis olmayan yerlerde’ hayatta kalma bagajı hazırladım.  Arabamda rejisör koltukları, kamp masası,  küçük bir çadır,  yoga matları gibi bir sürü eşya var.  Gerekirse, mangal, semaver, termos vb  kolayca eklenebilir.

Çanakkale’de insanlar, her mevsimde boğazın kenarında rejisör koltuklarında oturup çay kahve içmeyi, saatlerce sohbet etmeyi çok seviyorlar. Ben de bunu yapmaya çok özeniyordum.

Gençliğimizde ana karakteri Basri ve Fatoş isimli evli bir çift olan bir çizgi roman vardı. Basri, sürekli olarak hastalanır, başına buz torbası koyar, ayağını sıcak su leğenine sokar, içinde her şey olan kocaman sandviçler yerdi (O zamanlar sandviçlerde çok az şey olurdu, mesela ekmeğe yağ sürer ve zar gibi incecik salatalık dilimi koyarsanız İngilizlerin en meşhur sandviçlerinden birini hazırlamış olursunuz). Böyle bol malzemeli sandviçler benim sözlüğümde Basri sandviçidir.

Asistanlığım sırasında birkaç kez Çorum’daki Hitit şehirlerine günü birlik geziler düzenlemiştik. Bu gezilere genellikle Namdar Uluşahin önayak olurdu.  Aramızda otobüs ve yiyecekler için para toplardık. Ayşegül Tokatlı’nın babası asker olduğu için askeriyenin kantinlerinden alışveriş yapabiliyordu. Kantinden mayonez, peynir, yumurta, salam ve turşu gibi çeşit çeşit sandviç malzemesi alır, dilimlettirirdi. Evinin önünde bir fırın olan arkadaşımız (galiba Namdar) gezi sabahı önceden ısmarladığı baget ekmekleri alır, sıcak sıcak geziye yetiştirirdi.

Herkesin elinde sıcak su termosları olurdu. Kahveler de sanırım şirkettendi. Yola koyulunca biz birkaç kişi en arkadaki koltuklara oturur, herkese yetecek kadar Basri sandviçleri hazırlardık. Her bir sandviç yarım ekmek büyüklüğündeydi, tekrar isteyen olursa yetecek kadar malzeme olurdu.  Bir gezimize kuzenim Tülin de katılmıştı. Önce bu kadar büyük sandviç yenir mi diye düşünüp sonra ikinciyi istemişti. Sonra da hayatımda yediğim en güzel sandviçti demişti. Benim için de termos kahvesi ve o Basri sandviçler muhtemelen bu güne kadar yediğim en lezzetli yemeklerden biridir. Daha da önemlisi gençlik yıllarımın hatırlatıcısıdır.

Birkaç sefer Sermin’le birkaç sandviç, kuru yemiş ve bir termos kahve ve rejisör koltuklarımızı alıp, boğazın tenha bir kıyısında piknik yapmaya kalkıştık. Sermin, her seferinde hevesle geldi, ama  her seferinde çok kısa bir sürede geri dönmek istedi. Bu gün gene pikniğe gittik, ama rüzgar var diye deniz kenarında oturmak istemedi, bir plaj binasının arkasında denize 10 metre mesafede denizi görmeden, kedilerle birlikte sandviç yedik. Artık başıma gelecekleri öğrendim, Sermin’i bir daha pikniğe götürürsem, arabayı manzaralı bir noktaya çekip, araba içinde kahve içireceğim.

Bu gün yoga gurubundaki arkadaşlarla komşu köylerden birinde 5-6 kilometre orman içinde yürüyüş yaptık, yanımızda kurabiyelerimiz kahve termoslarımız, köpek mamalarımız da vardı (Tabii bir de Çanakkale’de hiç olmadık yerlerde karşımıza çıkan savaş kalıntıları).

Hiç olmadı evin balkonunda bile Basri sandviç pikniği yapılabilirim.

Bence herkesin kendi güzel zamanlarını hatırlatan bir şeyler vardır. Termosta kahve, Basri sandviçi gibi sıradan, kolayca ulaşılabilir ‘anı tetikleyici’leri kullanarak güzel zaman geçirmek mümkün.

Bir başka anı tetikleyicim de açık havada çalı çırpı yakıp, Türk kahvesi pişirip içmektir. Bu da otuzlu yaşlarımdaki Karadeniz doğa yürüyüşlerimi hatırlatır. Bu hafta kar yağışı bekleniyor. Bahçede ateş yakıp kahve pişireceğim.

Orman gezisinden
İkinci dünya savaşı sırasında yapılmış bir korugan
Çoban çeşmesi üzerinde mola, korona önlemleri hiç aksatılmıyor
Show Buttons
Hide Buttons