Category Archives: İz bırakan insanlar

ŞAHAN GÖKBAKAR’IN RAHMETLİ BABASI, HAZAR GÖLÜ, SARI IŞIKLI, HARPUT KOROLU GECE

Evet meşhur Recep İvedik tiplemesini yapan Şahan’dan  söz ediyorum. Hacettepe’de asistanlık yaptığım dönemlerde bütün ailesi ile tanışıyordum. Lerzan’la Selçuk benim kuzenim olan Tülin’in OTDÜ’den arkadaşları idi. Ben onları tanıdığım zaman Togan daha 1,5 yaşındaydı, Şahan biraz daha büyüktü. Togan’cık çok insan seven bir bebekti odada yürürken önünüze dikilir, kollarını  uzatarak kucağınıza almanızı isterdi.

Continue reading… →

İLHAM VEREN RADİKAL GENÇLER

Son birkaç aydan beri, sanki  bana bir hayat dersi vermek üzere hayatıma giren  gençlerle ve onların ilham verici hikayeleri ile çevrelendim.

Bu gençler hayatları pek de pürüzsüzmüş gibi akıp giderken  o kadar cesur ve kökten değiştirici kararlar aldılar ki, cesaretlerine şaşmamak elimde değil.

Kızgın tavanın içindeki yağdan ateşe atlar mısın? Yoksa ne olursa olsun tavanın içinde kızarmaya devam mı edersin?

Bir çok insan alışık oldukları düzeni bozmamak, nasılsa bir çok kişinin de kendiyle birlikte yanmakta olduklarını görerek, kızgın yağda yanmayı ‘’hayatın, işin, evliliğin cilveleri’’ gibi düşünüp, içlerine sindirerek, hatta günlük hayatın karmaşası içinde yandığını bile fark etmeden,  yaşamaya devam eder.

Bazen insan tavanın dışında da bir ihtimal olduğunu görür, ancak  ateşe atlamanın  da yakma potansiyelini görüp, alışkanlıklarına sarılıp, tavanın içinde kalmaya devam eder.  Bazen de insan sadece  ateşe atlama anının belirsizliğini göze alamayarak tavada kalır.

Diğer bazı insanlar ise tavanın içinde kaldıkları sürece sadece yanacaklarını, ancak ateşe atlarlarsa bir çıkış yolu bulabileceklerini görür, alışkanlıkların getirdiği rahatlığı bırakıp, belirsizliğin taşıdığı tehlike ve heyecana atlamayı göre alırlar. Bu insanlar ya tavada çok çaresizdir, artık ne olacaksa olacak deyip ateşe atlarlar ya da  cesur ve öncüdür, hayatın ona sunacağı seçenekleri denemekten korkmadıkları için atlarlar.

 

Son aylarda çevremde bir çok öncü genç insan hayatlarında sessiz sedasız, seyircisiz alkışsız, kökten değişiklikler yaptı.

Kimi toplumda kabul gören cilalı işlerini, takım elbiselerini, topuklu ayakkabılarını terk edip,  daha insancıl boyutlardaki işlerle ilgilenmeye başladı. Kimi aşkın artık bittiği evliliğinde oturmaktan vaz geçip, kalbinde kendi ve çocuğu için mutlu olacak bir yer açtı. Kimi toplumun ona dayattığı geleneksel  cinsel kimlik rolünden istifa edip yüreğinin götürdüğü yöne gitti.

Sizin bana göre çok ilham verici olan hikayelerinizi duydukça, hikayelerinizin altındaki  maceracı, devrimci, yenilikçi, başkaldıran ruhlarınızı görüyorum.

Statükocu ruhum güven içindeki seyir balkonundan  bakarak, sizin yeni seçimlerinizdeki başarılarınızı görmeyi bekliyor.

 

 

ELAZIĞ’LI MEZUNLARIN HATIRLATTIKLARI; HOCANIZ DELİ ÇOCUKLAR, YAPACAK BİR ŞEY YOK.

Geçen günlerde mecburi hizmetteyken öğrencim olan çocukların Facebook grubuna katıldım. Birkaç eski öğrencim özel olarak bana ulaşıp, anıları canlandırdılar.

Adı Eflatun olan bir öğrencim varmış, ne hikmetse bu kadar değişik bir isim bile, ondan bir mesaj gelene kadar tamamen aklımdan çıkmış.  Meğer ki, o benden de deli imiş, tahta oymacılığı ile ilgileniyor, Everest’e filan çıkıyormuş. Bu özgür ruhlu eski öğrencim bana, benim hiç hatırlayamadığım bir ‘’Elazığ günleri’’ anısını yazdı.

Continue reading… →

AYŞENURGÜL

Öğrencilik ve ihtisas hayatımız boyunca Ayşegül Tokatlı ile karıştırılmamız artık alışık olduğumuz bir şeydi, (hala bizi çoğu kişi karıştırıyor). Eğer bir servise önce ben gittiysem, Ayşegül o serviste çalışırken herkes ona Ayşenur diye seslenir, tersi olursa bana Ayşegül denirdi.

Continue reading… →

TALAT BAHÇEBAŞI, 112 VE DİĞERLERİ

Sanırım 2013 yılının ilk aylarından birinde Murat Topbaş (KTÜ Halk Sağlığı Öğretim üyelerinden biri) odama gelip beni bir hafta sonra Ankara’da gerçekleşecek bir toplantıya  davet etti. Ben hem yarım kalmış halk sağlığı ihtisasım her zaman içimde uhde kaldığından, hem de Murat’ın o zamanki ana bilim dalı başkanı Gamze Çan en sevdiğim arkadaşlarımdan  biri olduğundan ne olduğunu anlayamadan kabul ettim. Meğer Sağlık bakanlığının bünyesinde gerçekleştirilen  ‘’Çok Paydaşlı Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı’’ isimli oldukça ciddi bir çalışma gurubuna dahil olmayı kabul etmişim.

Continue reading… →

MUSA KAZIM ÇAĞLAR

Baş asistan vizitleri Hacettepe Pediatri asistanlığının en tuhaf ama önemli adetlerinden biridir. Her yıl, son sene asistanlarından 3-4 tanesi başasistan seçilir ve koskoca hastanenin gece sorumluluğu onlara teslim edilirdi. Her gün baş asistanlardan biri nöbetçi kalır, nöbetteki servis kıdemlileri ile birlikte baştan aşağı bütün pediatri servislerinde vizit yapar. Böylece hem yeni yatan hastaları en kıdemli asistanlardan biri görmüş olur, hem de servislerde yatan hastalarda bir problem çıkarsa hocalara danışmaya gerek kalmadan sorun başasistan tarafından çözülürdü.

Continue reading… →

BİZ ŞİMDİ MEZOPOTAMYA’NIN NERESİNDEYİZ?

Hani bazı insanlar vardır. Kısa sürede kaybetmişsinizdir ya da zaten çok yakın olmamışsınızdır, ama bir şekilde bir ışık katmıştırlar hayatınıza.  Merih tam da bu türden bir arkadaştı. Elazığ’a gittiğimde ilk tanıştığım kişilerden biri idi. Göz ihtisası yapıyordu, çok ilginç bir insandı.

Uzun boyu, zayıf bir bedeni, şeffaf yeşil pörtek gözleri, tepesi tamamen kel başı, kulaktan kulağa ensesinden aşağı epeyce uzattığı sarı saç tutamları ve renault marka arabasının bagajında her an her yerde mangal yapabilecek malzemesi olan bir tipti. En önemli özelliği ise hemen hemen  hiç  konuşmaması idi. Bütün olarak bakıldığında dünyaya yanlışlıkla düşmüş bir uzaylı gibiydi. Her nedense beni çok severdi, ben de onu çok sevmiştim. Gayet güzel arkadaşlık ederdik hatta sohbet bile ederdik.

Bir pazar sabahı gazete almak için şehre doğru yürürken,  Merih arabası ile yanımda durdu ve nereye gittiğimi sordu. Kendi Diyarbakır’a gidiyormuş hadi sen de gel deyince ben de onunla birlikte gittim. Hazar gölünü geçtikten sonra yol bir müddet  Dicle nehrinin kenarından gidiyor, hatta birkaç kez köprü ile bir sağına bir soluna geçiyor. Bu köprülerden birini geçince ‘’Merih benim kafam karıştı, şimdi sence biz neredeyiz. Yani Mezopotamyanın içinde miyiz yoksa dışına mı çıktık?’’ diye sordum. Ben aslında iki nehrin arasında mıyız diye sormaya çalışmıştım, ama her nedense bu sorum Merih’i saatlerce güldürmüştü. Gün boyunca Mezopotamya deyip deyip kahkahalar attı.

O sıralar Sevda isminde bir ev arkadaşım vardı, dönünce ona bu olayı anlattım.  ‘’Ayşenur abla ben Merih’le 8 ay aynı odada çalıştım, sesini duymadım, sen şimdi bana Merih’in saatlerce kahkaha attığını mı söylüyorsun’’ diye  hayretler içinde kaldı.

Birkaç ay  sonra Sevda TUS sınavını kazanınca  akşam evde yemek hazırladık,  bir şişe de ‘’Buzbağ’’ açtık, kutlama yapıyoruz. O sırada eve bir telefon geldi. Arayan Sevda’nın bir arkadaşı idi, teyzesi ile  içki içiyorlarmış  bizi de davet etti. Ben arkadaşını tanımıyorum ya Sevda da biz zaten içiyoruz diye daveti  reddetti.  Fakat aradan 15-20 dakika geçince zil çaldı. Yarı sarhoş iki kadın ellerinde bir şişe votka ile bari birlikte içelim diye eve daldılar.

Şimdi vaziyet şu ben ev sahibiyim gelen iki kadını da tanımıyorum, Sevda da sadece birini tanıyor.  Eh klasik Türk misafirperverliği, mecbur buyur ettik kadınları. Ama çok kısa bir sürede bin pişman olduk, çünkü zaten geldiklerinde sarhoştular, ellerindeki votkayı lıkır lıkır içtiler, yetmedi bir de bizim şarabı içtiler. Bu arada biz tokuz diyorlar ama  masamızdan da sürekli bir şeyler otlanıyorlar.

Sevdanın arkadaşı olan kız bööğğ diye salonun ortasına kusmasın mı? Teyze olacak yaratık hiç telaş göstermediği gibi bir de  ‘’Tabi içki karıştırınca olur böyle şeyler, bana kimse anlayış göstermedi, ben anlayışlıyım, kus kızım’’ diye kızı teşvik ediyor. Hayır bir şey değil teyze ‘’kus evladım’’ dedikçe yeğen de teyzesini mi kırsın gark deyip orta yere bir mide dolusu kusmuk daha fırlatıyor. Bir insan midesi ne büyüklüktedir? Bir insan bir saatte ne kadar kusmuk üretebilir? Bütün tıp bilgilerime, fizik kurallarına aykırı bir şekilde bütün salon, balkon, banyo battı. Zavallı Sevda bu belayı benim başıma getirdiği için çok mahcup elinde kova ve bezle ortada dört dönüyor. Ama temizlemeye yetişmesi ne mümkün?

Ayrıca hiç gitmeye de niyetleri yok. Ben ‘’size taksi çağırayım yeğeniniz fena oldu evde yatsın’’ filan dedikçe, teyze olan ‘’hayıııır, taksici Elazığ gibi yerde, gecenin bu saatinde bizi sarhoş görünce neler yapmaz. Biz bu gece burada kalalım’’ diyor. Eh haklı, ben de şoför olsam bunlara neler yaparım. Evlerinin  yakın olduğunu öğrendim ‘’hadi biz sizi yürüyerek götürelim, hem açık hava size iyi gelir ‘’ diyorum. Teyze ‘’olmaaaazz, yollarda bizi gören olur. Biz burada kalalım’’ diyor. Eyvah ki eyvah. Bunlardan kurtuluş yok mu? Hayır evden de geçtim. Elazığ’da adım evinde içki alemleri yapıyor diye çıksa yandım demektir.

Birden aklıma dahiyane bir fikir geldi. Nasılsa kimse ile konuşmuyor, kimse duymadan bu beladan bizi ancak Merih kurtarır diye düşündüm. Ama Merih bekar lojmanında hastaneden 5-6 kişi ile kalıyor, onlara da belli etmemek lazım. Ayrıca o zaman cep telefonu filan yok ben salonda kadınların yanında konuşuyorum, onun da en az 5-6 kişinin arasında benimle konuştuğunu biliyorum. Ajan filmi çevirir gibi kısık bir sesle  ‘’Merih beni sessizce dinle,  sakın kimseye bir şey çaktırma, hemen arabana atla,  bize gel, ama çabuk gel lütfen ‘’  dedim.  Zavallı çocuk 2 dakika sonra koşarak merdivenlerimi çıkıyordu. Beni görünce telaşla ‘’ ne oldu ‘’ diye sordu. ‘’Sus, sakın hiçbir şey sorma, yalnız bu kadınları arabana atıp evlerine götüreceğiz’’ dedim.

Sevda, Merih ve ben kadınları resmen sırtlayıp arabaya attık. Teyze olacak kadın 200 metrelik yolda Merih’e  resmen sarktı. Merih ‘’ bunlar kim, nerden buldunuz bunları’’  der gibi bakıyor, fakat sorma dedim ya sesi çıkmıyor. Vallahi kim olduklarını, bizden ne istediklerini bilsem söyleyeceğim. Allahtan Sevda arkadaşının evini biliyordu. Araba ile apartmana kadar gittik,  kadınları yaka paça üst kata kadar çıkarttık ve  kütük gibi kapıya yasladık. Zili çaldık ve koşarak oradan uzaklaştık.

Bu kadınları bir daha hiç görmedim.

Eve dönünce Sevda epeyce temizlik yaptı.

Merih gerçekten de bu konu ile ilgili ne benimle ne de başkası ile hiç konuşmadı. Ben Elazığ’dan ayrıldıktan sonra Merih’ten de hiç haber almadım. Arada bir aklıma düşer, nerede olduğunu merak ederim.

63
Merih’le Ben, Hazar gölü kıyısında , güneşe karşı baktığım için gözlerimi açamıyorum. Bu resim eğer yanılmıyorsam hocam Nurşen Yordam tarafından çekildi.
64
Sevda ile ben hastanede çekilmiş bir resim

ARİF ABİ , ÇAĞIMIZIN HASTASI

İlk okul üçüncü sınıftan itibaren (1967-68) yaz aylarını Yıldızlı doktor evlerinde geçirdik. Burası Trabzon ile Akçaabat arasında  bulunan o zamanlar tamamen köy olan, deniz kenarında bir yerdi. Bir- 2 km boyunca doktorlar bir birlerinden etkilenerek, bu alanda tam sahilde yer almış ve bir sıra villa yapmışlardı. Bu nedenle burası halk arasında doktor evleri diye bilinirdi. Yıldızlı  çocukluğuma dair pek çok anının yaşandığı yerdir. Hem çok güzel hem de çok acı şeyler yaşadık orada.

Ortam çok güzeldi, bütün aileler birbirini tanır ve güvenirdi. Sabah erken saatlerden, gece geç saatlere kadar arkadaşlarımızla birlikte olabilirdik. Müzikli danslı parti yapabilir, denize girebilir, köylerde yürüyüş yapabilir, kayalara tırmanabilir, balık tutabilir, tütün tarlasında çalışabilir, sahilde gece ateşleri yakabilirdik. Pek çok insana göre ayrıcalıklı bir çocukluk yaşadığım anlaşılıyor.

Bütün evlerde yaşayan gençler arasında sadece Arif Abi ile pek konuşmaz, hatta yolda gördüğümüz zaman oradan uzaklaşmaya çalışırdık. Çünkü Arif Abinin eroinman olduğunu herkes gibi biz de bilirdik. Genellikle ortalarda pek görünmezdi zaten, aile evinde bile onun odası bodrum katında idi, o eve gittiğimizde bile ortada görünmezdi. Onu ancak uzaktan birkaç kez gördüm, genellikle yaz günü bile siyah kalın kazaklar giyer, başı kollarına gömülü şekilde duvarın üzerinde otururdu.

Arif Abi mahallemizde çok namlı idi, annem onun orta sona kadar çok ama çok başarılı bir öğrenci olduğunu, o yıl anne babası Almanya’ya giderken onu bir aile yanında bıraktıklarını, o yaz eroine alışıp, ondan sonra da bir türlü okulda başarılı olamadığını anlatmıştı. Arif Abinin annesi bir alman idi. Annem onun anne ve babasını bu konuda hatalı buluyordu ve hatta ‘’annesi belki Türk olsa onu bu yaşta yabancıların elinde bırakmazdı, bu çok gelecek vadeden genç adama çok yazık oldu’’ dediğini hatırlıyorum.

Ne yazık ki biz Yıldızlı’ya gitmeye başladıktan 2 yıl sonra annem meme kanseri olmuş, daha sonra da hastalığı oldukça saldırgan seyretmişti. Ben lise birinci sınıftan ikiye geçtiğim yazdı galiba. Evde annemle ben yalnızdık. Annem oldukça ileri safhada hasta idi, ama o yaz boyunca oldukça iyi idare ediyordu, kanser bütün kemiklerine yayılmış olduğu halde yürüyebiliyor, kendi öz bakımını yapabiliyor, hatta bana tarif vererek yemek yaptırıyor, ev işlerini uzaktan kumanda edebiliyordu.

Bir gün kapı çalındı. Biz aslında her zaman mutfak kapısını kullanırdık, ama bu kez salon kapısı çalmıştı. Kapıyı açtığımda gözlerime inanamadım. Çünkü karşımda güzelce tıraş olmuş, saçını başını taramış, ceket pantolon takım giyip, kravat takmış bir halde Arif Abi duruyordu. Muhteşem görünüyordu. Gerçekte ne kadar yakışıklı olduğunu o güne kadar anlamamıştım.

Annem onu salonda kabul etti. Hala gözlerimin önündedir, annem köşedeki koltukta, Arif abi de yanında oturuyordu. Anneme geçmiş olsun demek için gelmişti. Çok derinden gelen bariton bir sesle, son derece düzgün cümlelerle konuşuyordu. Bir ara annemin ellerini ellerinin arasına alıp, ‘’maalesef ikimiz de çağımızın hastasıyız’’ deyişini ve o sırada sesinde duyulan çaresizliği  hiç unutmuyorum.

Bu konuşmanın üzerinden  bir yıl geçti, annem öldü. Arif Abi annemden bile erken öldü. Öldüğünde bütün vücudunda iltihaplanmış yaralar doluymuş. Ölüm sebebi de beslenme yetersizliği ve tüberküloz idi. O zaman bana eroinin vücudun enfeksiyonlara karşı direncini kırdığını anlatmışlardı. Bir de eroin kullananların sadece tatlı yemek istedikleri ve çok üşüdüklerini biliyorum.

Maalesef uyuşturucu kullanmak gerçekten de çağımızın hastalığı, bir çok kötü niyetli insan ceplerini dolduracak diye ne muhteşem gençler heba oluyor.

AYŞENUR’UN YASTIK ALTI ALTINLARI

Ayşenur Cesur benim ve bir çok gezginin gezi arkadaşı. Onu ilk kez 2000’lerin başında, Peru Bolivya gezisinde tanıdım. Zamanla bir çok gezide daha birlikte olduk. Çok gezen ortak tanıdıklarımız çıktı. Gerçekten tanımaya değer ilginç arkadaşlarımdan biri oldu.

Hayata dünyayı gezmek için geldiğine inandığını sanıyorum. Henüz görmediği yerler onun için günün birinde mutlaka gidilmesi gereken yerler sadece. Bana göre oldukça garip biri, çünkü dünyayı gezerken henüz Türkiye’nin pek çok yerine gitmemiş. Hatta geçen yıl kuş peşinde Kars-Artvin gezimize katıldı, çok etkilendi, artık Türkiye’yi gezmeyi de ihmal etmez sanırım.

Continue reading… →

Show Buttons
Hide Buttons