Bundan 5 yıl önce bir sabah kuzenim Tülin Basa bana telefon etti. Rüyasında denizin kabarıp, benim Boztepe’deki evimin balkonuna kadar ulaştığını gördüğünü söyledi. Ben genellikle rüyamda deniz görmenin bana çok iyi geldiğini söylediysem de, o hayır, bu güzel bir rüya değildi, deniz Trabzon’dan Pazar’a kadar kabarmıştı, ben çok korktum, umarım senin söylediğin gibi olur dedi.
Bu konuşmamızın üzerinden iki hafta geçmeden Trabzon’da oturan Nasuh eniştem vefat etti. Onun kırkı çıkmadan Pazar’da oturan Mukaddes teyzem kalçasını kırdı. Bunun üzerinden 6 ay geçmeden Pazar’da yaşayan Mualla teyzem aniden öldü. Tülin’in rüyası onun söylediği gibi çıktı.
İşin ilginç yanı Mukaddes teyzem ölmeden 2 hafta önce de benzer bir sıkıntılı rüya gördü. Öyle ki tam teyzemin öleceği günün tarihini bile verdi.
Muke’miz son 5 yılını hiç de kolay geçirmedi. Gerçi bacağını kırdıktan sonra ameliyatı başarılı geçmişti, ama ameliyattan sonra hiç yardımsız yürüyemedi. Hastaneden eve çıkacağı zaman İa adında Gürcü bir bakıcı bulunmuştu. Bu kadın teyzeme bir yıla yakın baktı.
Bundan sonra ise bakıcısı Güldem Acar Kahramantürk oldu. Güldem ve eşi Hamza bizim evin alt katında yaşamaya başladıkları için geç saatlere kadar teyzemle ilgilenebiliyordu. Ama Muke sürekli ilgi talep eden bir hasta olduğu için bir kişinin bakması ona yetişmiyordu. Sermin ve Nermin de özellikle geceleri onun bütün isteklerini yerine getiriyorlardı.
Son 1,5 yıl ise artık yataktan çıkamaz hale gelmişti. Bundan sonra onun hizmetini görmek artık bu çekirdek kadronun yapabileceği bir şey olmaktan çıkmıştı. Muke kesinlikle hastaneye ya da bakım evine gitmek istemediği için evde bir MUKUT (Mukeyi kurtarma ve yaşatma) ekibi kuruldu.
Ev halkından Mukenin ihtiyaçlarını karşılayan Sermin ve Nermin’in yanı sıra, kişisel bakımı için Güldem, Elif Telatar ve Meryem Dural ve ek elemanlar olarak Yasemin Kahramantürk, Elif Acar, Yeter Telatar, Aslı Köseoğlu. Bu kadar kişiye gerek var mıydı diye soracak olursanız, evet vardı. Biri yemeğini pişiriyor, diğeri yanında oturup sohbet ediyor, biri kişisel bakım veriyor, biri sırtını kaşıyor, bir diğeri dua ediyor. Günde iki kez yatağı değişiyor ve bunu en az iki kişi yapabiliyor. Neredeyse 24 saat boyunca yanında birisinin oturmasını istiyor, yarım saat yalnız kalsa yanmış gibi bağırıyordu. Bir de tabii o gün fulltime Muke’nin başında görevli olan kadının çocuklarını diğerleri bakıyorlardı.
Bir de lojistik ekip olarak, Hamdi ve Hamza Kahramantürk kardeşlerle Serdar Şamlıoğlu var tabii, bunlar da sırasıyla getir götür işi yapıyorlar. Hasta masası diyorsun getiriyorlar, teyzenin hastaneye gitmesi lazım diyorsun götürüyorlar, dua lazım diyorsun başında dua ediyorlar.
Tam anlamı ile Muke’nin etrafında bir hizmet ordusu kurulmuş oldu böylece. Kuzenimiz Sibel Özgür de, Sermin’ler evde olmadığı zamanlarda Pazar’a gidip MUKUT ekibinin gezici üyesi oldu. Son bir ayda ben de gidip MUKUT ekibine katıldım. Hiçbir gece uyku uyumadım desem yeridir. Zaman zaman Sermin’in tepesine dikilip uyuyamadığımı söylüyordum, o da yat uyu nasıl olsa teyze mık dese ben uyanıyorum diyordu.
Muke ölmek fikrinden nefret ederdi. Son dönemlerinde artık çok fazla korku çekmeye başladığını fark ettiğim için, son bir ay boyunca evde Kuran okuttuk. Gerçekten de bayağı sakinleşti. Evde sürekli olarak teyp kaydı, zaman zaman da canlı olarak Kuran okundu, defalarca hatim indirildi.
Ama Muke sanırım Emre’nin gelmesini bekliyordu. Emre dayımın oğludur ve yurt dışında yaşamaktadır. Kendi annesi de hasta olduğundan Türkiye’ye sık sık gelmesine rağmen uzun zamandır Pazar’a gelememişti. Muke, Emre geldikten sonraki gün vefat etti. Öyle ki Emre sadece 1 günlüğüne gelmişti, teyzemi görüp, annesinin yanına dönecekti, ama dönüş yolunun yarısından geri çağırmak zorunda kaldım.
Muke, bu son sene içerisinde çok kısıtlı da olsa bazı vasiyetlerde bulundu. Mesela kendisinden sonra evde bir şey yapılmasını istemedi. Mevlut evde olmasın, camide yapın, yemek olmasın, kadınlara camide yaşmak dağıtın demişti.
Bir sefer de bizim kızlara, et pişirin, pilav pişirin, ‘’kevi yemek’’ yapın, Atatürk gelecek demişti.
Bu bilgiler ışığında bazı kişiler tarafından pek de hoş karşılanmayan bazı şeyleri neden yaptığımızı açıklamaya geldi sıra.
Bunlardan ilki Muke’nin arkasından evde kırk gün boyunca Kuran okutmadık, hatta bu süre içinde evde bile oturmadık. Çünkü zaten ölmeden önce günler ve geceler boyunca Kuran okutmuştuk. Öldükten bir hafta sonra Şubat tatili vardı. Güldem yıllardır hiç izin almadan çalıştığı için çocuklarını tatile götürmesi için ona izin verdik. Evde kalorifer yakacak kimse kalmayınca da kızlar benimle birlikte Trabzon’a geldiler. Evi o sırada boş bulup da bir sürü laf eden kişilere duyurulur.
Muke’nin yedisini Çitat (aile mezarlığının olduğu köy) camisinde okuttuk. Teyzecimin kendi isteğini yerine getirmek için de Trabzon’dan üzerinde ismi yazılı olan kadife kaplı dua kitapları aldık. Erkekler için torbanın içine bir siyah tespih ve bir namaz başlığı, kadınlar için de bir yaşmak ve beyaz tespih koydurduk. Mezarını da erkenden yaptırdık.
Kırk mevlüdü için de Nermin’le birlikte istediği ‘’kevi’’ yemeği yaptık. Böylece teyzecimin her isteğini layıkıyla yerine getirmiş olduğumuzu düşünüyorum. İşin ilginç tarafı teyzemin kırkı Münir Telatar’ın cenaze gününe denk geldi. Mevlütten cenazeye koştuk.
Teyzemin vefatından sonra da artık MUKUT ekibini daha mutlu eylemler için toplamaya başladık. Mesela bir sabah hep beraber Ayder’e otelde kahvaltı yapmaya gittik. Geçen akşam da birkaç yıl önce yaptırdığımız ama teyzem hastayken bir türlü kullanamadığımız bahçe mutfağında pelit (bazlama) pişirip, saatlerce sohbet ettik.
MUKEye büyük bir sevgi ve özveriyle bakan bütün MUKUT ekibine sevgilerle.