Monthly Archives: Aralık 2023

BU SENE EL İŞİ OLARAK BATİK ÖRGÜ KONUSUNU SEÇTİM, AMA İŞİ BİRAZ ABARTMIŞ OLABİLİRİM

Gamze’nin kız kardeşi Gaye de birkaç seneden beri Çanakkale’de yaşıyor, 2 kış kardeşin de elleri hiç boş durmaz; oturdukları yerde bebek yelekleri örerler, anneleriyle birlikte çılgın kırkyama işleri yapar. Bu çılgın kırkyama işinde; kumaşlar, danteller, oyalar çeşitli şekillerde birleştirilip, örtüler yapılıyor, hatta bana da bir tane yaptılar. Gaye sadece kumaştan değil yünden de çılgın yama işleri çıkarıyor; renk, renk yünlerden şişle çok çeşitli örgü modelleri, tığ ile birçok desenler yapıp, sonra onları çok çeşitli şekillerde birleştirerek kazaklar, hırkalar yapıyor. Bu arada bana da bir hırka, bir de kazak, Sermin’e de bir kazak yaptı. Bana da bir internet sitesi gönderdiler, orada da böyle batik bir sürü şey satılıyor, bir çoğu hoşuma gidiyor ve ne kadar basit ama hoş diye düşünüyorum.

Gayenin yaptığı kazağı klasik kemençe kampına giderken götürmüştüm. Kampta çok profesyonel bir fotoğraf çeken bir vardı, bütün kampı özetleyen kısa bir video hazırlayıp göndermiş, o videoda güzel kazağım sırtımdayken çekilmiş bir görüntüm vardı, o kadar renkli görünüyorum ki, o kısacık sahne bütün klibi domine etmişti.

Ben de böyle yavaş, yavaş doldum; bu sene kafama göre birkaç kırkyama kazak örüp, arkadaşlarıma dağıtma kararı aldım.

Bir sürü batik yün aldım, aylardan beri yatak odam bir triko fabrikası gibi.

Benim yamalarım Gaye’ninki kadar özgür olmasa da aylardan beri örüp, örüp gönderdiğim herkes pek beğendi.

  1. Olcay’ın fakir kol kazağı; evde giymek için hazırladım, iş yaparken kolları oraya buraya girmesin diye fakir kol hazırladım. Genel olarak önde ve arka ortada tığla yapılmış motifler dışında aynı batik yünle, çok basit ajur modeli ile örülmüş parçalar var. Tığla yapılan motiflerin bazı sıraları, ana gövdedeki yünle, diğer sıralar ise, uygun düz renkler ile örüldü. Motiflerin her biri farklı diyebilirim. Bu kazağın farklı iki özelliği var; gövdeyi oluşturan örgü parçaları birbirine eşit değil ve parçaların birleşme yerlerini iyice belli etmek için sarı renkli sıçandişi denilen tığ motifi işlendi, bu motif bir çemberin etrafındaki gibi serbest uçludur. Bir de başının kolay geçmesi için yakanın önündeki motif sol kısımda çıtçıtlı, yani yaka yandan açılabiliyor.
  2. Nil’in yan örgülü hırkası; bu hırka da aynı basit ajur modeli ile yapıldı, ancak hem kolları uzun, hem de kazak daha uzun. Yine ön ve arka gövdenin orta yerinde tığ işi motifler var, bu motiflerin her biri ayrı renklerde olmasına karşın, modelleri aynıdır. Bu kazağın da iki özelliği var; gövdenin yan parçaları da biteviye değil, orta kısımda enine, saç örgüsü modeliyle örülmüş parçalar var, bir de önde gizli ama kocaman cepleri var.
  3. Meral Ablanın cepli şalı; bu şal aslında internette benzerini görüp özendiğim ve ilk ördüğüm parça. Çok basit ajurlu bir model ve ters/düz kareli olarak örülmüş parçaların, enine, boyuna birleştirilmesi ile oluşturuldu. İki sıra şiş örgü parçanın arasında bir sıra da tığla işlenmiş motifler var. Motifler, batik yünün içindeki renklere uygun düz renkli yünlerle örüldü. Bu şalın en beklenmedik özelliği ise ceplerinin olması. Meral Ablaya ceplerin kullanışlı olup olmadığını sordum, mendil filan koyuyormuş, daha da çok ceplerle eğleniyormuş.
  4. Gaye’nin aykırı çizgili kazağı; ön orta, arka orta ve kolların orta parçaları kahverengi, bej, kırmızı batik yünle düz/ters basit kare modeli ile örüldü. Kol ağızları taba renkli yün ile örüldü. Kolun yeşil, bej ve hardal rengi ile düz örülmüş kısmı ise aslında gövdenin bir parçası oldu. Gövdenin yan alt parçaları da taba, yeşil, bej ve hardal renkleri ile kalın çizgiler halinde örüldü. Yaka parçası, bej yünden tek bir örgü olarak örüldü. Son olarak da koyu yeşil bel lastiği tek parça halinde başlandı, ancak batik parça ve çizgili parçaların boyları farklı olduğu için lastiğin bitişi de ona uygun olarak farklı seviyelerde kesildi. Bence lastiğin böyle farklı kesimi bütün kazağın havasını değiştirdi. Bu numarayı gene yaparım.
  5. Gamze’nin kapalı şalı; gene aynı basit ajur modeli ile örülmüş farklı boylardaki örgü parçalarının birleşmesinden meydana geliyor. Meral ablanın şalından faklı olarak, arada tığ motiflerinden oluşmuş bir sıra yok, tabii cepleri de yok. Bu şalın özelliği de hemen her parçanın farklı renkte bir batik yünle örülmüş olması, bir de şalın bir yanının orta yerinden iki küçük tığ motifle birleşmesi. Bu motifler resimde görüldüğü gibi ortada da kullanılabilir, bir omuz üzerinde de kullanılabilir. 
  6. Kendimin motifli hırkası; oldukça kocaman bir hırka oldu. Aynı ajur modelinden parçalarla meydana getirildi. Bu sefer tığ motifleri hem önce hem de arkada iki yanda iki sıra halinde kullanıldı. Bu hırkanın da cepleri var. Kolların gövdeye birleştiği kısımdaki parçalar omuzların geniş olmasını engellemek için saç örgüsü modeliyle yapıldı. Ön kısımdaki haraşo modeliyle örülmüş patlar döndüğü için içerinden yeşil renkli hazır biye dikilerek dönme önlendi. Bu gizli biyelere gizli çıtçıtlar dikilerek ön kısım kapatıldı. Çok sıcak ve kullanışlı bir hırka oldu. Ancak bir daha tığ motifin altında cep yapmam, kimseye de tavsiye etmiyorum, çünkü mesela içine beyaz mendil koysan dışarıdan görülüyor.

Bu arada hala örmeye devam ediyorum.

Gamze ve şalı
Odamın hal-i perişanı
Gaye’nin kazağı
Gaye ve kazağı
Meral abla ve cepli şalı
Olcay ve kazağı
Benim hırkam

Niloş ve kazağı

ANAM BENİ 3 KARANLIK ÖNCESİNDE DOĞURMUŞ

Günün öyle bir anında doğmuşum ki vakitlerden alacakaranlıkmış (gündüz desen değil, gece desen değil; gecenin karanlığa gömülmeden hemen öncesi, üstelik bir kış gecesi). Bu zaman aralığı edebiyatta olsa olsa vampirin kana susamaya, suçluların sokağa dökülmeye başlaması ya da canından bezmiş bir memurun işten çıkıp daha da mutsuz olduğu evine dönme zamanı olarak yer alır. Zaten alacakaranlık hangi insana güzel kokan çiçekler, ilk bakışta aşk ya da yeni heves hissiyatı verir ki? Böyle bir zamanda telefon çalsa insanın korkudan dudağı uçuklar, insanın başına gelebilecek en güzel şey olsa olsa sıcak çikolata, battaniye filan olabilir. Ama anamın başına ben gelmişim.

Yılın öyle bir gününde doğmuşum ki, hemen ardından yılın en uzun geceleri, yani Şeb-i yelda günleri başlamış. Kış gün dönümü zamanı, bu en kısa günleri atlatabilmek için dünyanın hemen bütün kadim inanışları bir bayram icat etmişler. Türklerde Nardugan, Norslarda Yule, Keltlerde Alban Arthan, Romalılarda Mintranın doğumu, Hristiyanlarda Noel … Tabii bir de şu açıdan bakmak mümkün, artık bu en kısa günlerin sonunda yani 25 Aralık’ta artık gün uzamaya başlayacak, yani mitolojik olarak ışık galip gelecek.

Yetmedi, ayın son hilal fazında doğmuşum bir iki gün sonra yeniay olmuş. Ay döngülerine bakılacak olursa yeniay zamanı gökte ay ışığının olmadığı yani göğün en karanlık olduğu zamandır. Hemen öncesinde iyice incelen bir hilal vardır. Ayın bu dönemi ise sezgilerin en güçlü olduğu, büyücülerin, cadıların en faal olduğu dönem olarak düşünülür. Modern zamanlarda neopagan inanışta bu günlerin meditasyon ve dua ile geçirilmesi gerektiğine inanılır.

Sonuç olarak ben hem günün, hem ayın, hem de yılın en karanlık zamanlarının hemen öncesinde neredeyse karanlığa dalmak üzere doğmuşum. Zaten böyle bir zamanda doğmayı da ancak ben becerebilirdim. Gene de hiç umudumu kaybetmeden 66 yıldır, her sene, kendime dilek tutup, herkeslerimden sağlık, mutluluk dileklerini kabul ediyorum.

KÖYDE BİR SÜRÜ FAALİYET VAR, NEYSE Kİ BU KARAMBOLDE ADIYLA MÜTENAKIZ MESUT DA NİHAYET BİR İŞ BULDU

Aylardır köyümüzde, birkaç koldan yürüyen,  bitmek tükenmek bilmeyen, mücadele alanları var, köy arı kovanı gibi vızır vızır işliyor .

Birinci mücadele silsilesi su üzerine; geçen seneki kuraklık ve bunun sonucunda köyün suyunun azalması, zavallı muhtarımızın bitmek bilmeyen ancak bir türlü tam olarak sonuca ulaşamayan mevcut suyu kurutmama, mümkünse yeni su kaynakları bulma mücadelesine dönüştü.

Adamcağız önce köyün su deposunu büyüttü, aslında bunu yaptığı zaman köyde bol su vardı sadece temmuz sonu ve ağustos aylarında köydeki büyük baş hayvanlara su içirildiği saatlerde 1-2 saatliğine sular azalıyor, bazen de kesiliyordu. Köyün suyunu aldığı yeraltı suyu bayağı bol olduğundan depoyu büyütürsem sorun çözülür sanmıştı, ancak bu depo yapılıp da köye yeni depodan su verilmeye başlandığı günden itibaren köyün şebeke suyu artacağına azaldı. Bence yeni depodan iyice eskimiş şebekeye su verilince, basınç fazla olduğu için zaten mevcut olan sızıntıları, patlakları artırdı. Yer yer toprağın yüzeyinden su sızıntıları oldu, hiçbir dere akmazken köyün ortasındaki dere (normalde  suyu azdır) bu yıl şakır şakır aktı, sırf bundan bile şebekenin sızdırdığı belli. Ancak ben muhtarı bin bir güçlükle eskiyen şebeke borularından sızıntı olduğuna ikna edebildim; nihayet boruların yenilenmesi için dilekçe verdi. Zaten, meğer köyün su şebekesi 40 yıl önce yapılmış, daha sonra çeşitli tadilatlardan geçmiş, şu anda tam planını bilen bile yok, ancak dışarı sızan su olursa orayı açıp kısa bir boru değişimi yapıyorlardı, şimdi makyaj yetmiyor, bütün şebekenin yenilenmesi gerek.

Geçtiğimiz yıl, aşırı kuraklık nedeniyle yeraltı suyu da çok azaldı, garibim muhtar, aylardan beri sabah akşam gidip gelip depoyu kapatıp açıyor, böylece kaynak suyunun kurumamasını sağlamaya çalışıyor. Çünkü bizim köylü su konusunda çok tuhaftır, hesapsızca kullanır, benim artezyen kuyumu 1 yazda kuruttular, muhtar suyu kapatmasa köyün bol kaynak suyu haznesini de kurutmayı başarırlardı. Çünkü yeraltı sularının günlük belli bir dolma kapasitesi var, her gün bu kapasitenin hepsini çekmeye kalkışınca su haznesinin şekli değişiyor, bir süre sonra artık kuyudan su gelmez oluyor. Benim kuyu kendine gelene kadar haftalar geçmişti.

Köylülerin daha önce bu şekilde kuruttukları birkaç yeraltı kaynağı olmuş birkaç yılda bir ormanda faklı sular bulup, onları şebekeye vermişler, en son kullandığımız kaynağı bulunca da artık hiç su sıkıntımız olmayacak diye düşünmüşler. Bu nedenle de şebeke suyunu hunharca kullanıyorlardı, kendi bahçelerindeki yüzeysel kuyuları doldurmak için bile şebeke suyunu akıtırlardı. Normalde köyün hemen aşağısında tarım için kullanılması gereken sulama kanalları var, bizim köyde çok az kişi oradan su taşırdı.

Bu yaz boyunca muhtar su aradı, buldukları bazı kaynağı kullanmasına toprak sahibi izin vermedi, bazıları çok derinde çıktı. Sonuç olarak gene eski kaynağımıza bağımlıyız. Kasım ayında bol yağmur yağdı da şükür suyumuz bir hayli kendine geldi. Şimdi büyük bir hevesle kar yağmasını bekliyorum, çünkü evin önündeki derede nihayet su var, ama henüz akmıyor. Umarım bu yıl şebekemiz de yenilenir.

Bir başka iş silsilesi ise orman yangınının ardından gelen hasar onarma mücadeleleri. Susuzluk ve aşırı sıcak havalar, yazın orman yangınlarını da tetikledi, ama asıl yangını çıkaran ormandan geçirilen ve yıllardan beri bakımı yapılmayan yüksek gerilim hatları imiş. Fakat ben köyün bu kadar yakınından geçen yüksek gerilim hatlarının olduğunu bile bilmiyordum, çünkü normal elektrik direklerinden çok da farklı değildiler, altlarındaki ağaçlar bile kesilmemişti.  Yangından hemen hatların altındaki ağaçlar kesildi, ancak o zaman bu direklerin farkına vardım.

Yangın sebebini o kadar araştırdılar, köylüleri tek tek sorguladılar, ama bence başından itibaren yangının yüksek gerilim hatlarından çıktığını anlaşılmıştı. Kimse cezalandırılmadı, yangın doğal sebeplerle çıktı denildi ama ilk günlerde önce teller ardından  hızlıca direkler kaldırıldı. Sonrada birkaç hafta içerisinde devasa direkler dikilip teller yeni model yalıtımlı tellerle değiştirildi.

Eskiden farkında bile olmadığım yüksek gerilim hattı şimdi  doğanın organik hatlarını bıçak gibi kesip, göz kanatıyor. Böyle olunca anatomik olarak da yangını başlatan canavar gözle görünür oldu, çünkü yangının başladığı vadide elektrik hattı ile yangın alanı birebir örtüşüyor.

Yangından sonra elbette bir de yanan ağaçların temizlenmesi meselesi var;  ormancılar haftalarca çalışıp, tek tek kesilecek daha doğrusu kesilmeyecek ağaçları belirlediler. Şimdi de kesimler yapılıyor, kütükler taşınıyor, ormanın örttüğü arazi, derin vadiler, kayalar, sel yatakları ortaya çıktı, çıplak toprak hala yanık görünüyor. Şimdilik hala felaket sonrası görüntüleri var, ancak bundan sonra eğer insan eli değmezse çok kısa zamanda orman yenilenir. Yukarı köyde kesilen kızılçamların yerine meşe dikerek yenilenen bir deneme ormanı var, çok kısa zamanda nefis bir orman haline geldi. Umarım yeniden dikim yapılacaksa kızılçam değil de zaten yöresel bir ağaç olan meşeyi tercih ederler. Dikim yapılmaz ise zaten en fazla 5 senede çamlar ev boyunu geçiyor.

Köyde yollar devasa iş makineleri, kamyonlardan geçilmiyor. Bu iş makinelerini seyretmeye de bayılırım, bir kere çok güçlü arazi araçları, olmayacak yerlerde geziniyorlar, nesneleri çok becerikli bir şekilde kavrayıp, yerleştiriyorlar, ben onların koca kütükleri kamyona dizdikleri gibi çamaşır çekmecemi düzenleyemiyorum.  Konuştuğum kadarıyla daha bir hayli iş varmış, aylar boyunca bu trafik devam edecek gibi görünüyor.

Öte taraftan köyün orman yangını olmayan tek yönünde de rüzgâr türbinleri yapılmak üzere bir faaliyet silsilesi yaşanıyor. Önce çok kısa bir sürede Yukarı köyde inşaat için bir operasyon merkezi kurdular, şimdi de bir yandan türbinler için yerler hazırlanıyor, diğer yandan da devasa türbinleri taşıyabilecekleri yollar açılıyor. Neyse ki yollar için, çoğu yerde mevcut orman yolunu kullanıyorlar, ancak köyleri baypas etmek için kısa yol eklentileri yapılacak. Bizim evin sanırım 300 metre kadar yakınından, bir iki tarlayı geçip, yukarı köyün yoluna ulaşacak bir kestirme yapılacak. Çünkü bu türbinlerin her bir kanadı birkaç tır uzunluğunda ve normal yollardan geçmesi imkânsız. Çoğu zaman bekletiyorlar, trafiğin az olduğu saatlerde yola çıkartıyorlar. Mesela bir kanadı Çanakkale kavşağından Çan yoluna döndürürlerken görmüştüm, yolu kapatıp, ters yoldan geri geri alt yola indirip, bin bir zorlukla istenen yöne soktular. Yani bunları taşımak için her kavşakta, her yolda bir strateji belirliyorlar. Bizim köylerin içindeki kıvrım büklüm yollardan süt tankerlerinin nasıl geçtiğine bile şaşırıyorum, bunların geçmesi mucize olurdu. Bizim köy gibi aşağıdaki ve yukarıdaki köylerin de içinden geçemezler. Galiba biraz da yol inşaatı izleyeceğiz.

Bu arada bizim komşunun Mesut adında makine mühendisi bir oğlu var. Bu çocuk, yıllardan beri iş arayıp durur ve bir türlü bulamazdı. Çocuk artık neden okuduğunu, hatta var oluşunu sorgular olmuştu, kederden suratı hiç gülmezdi. Bir gün bahçe işlerinde bana yardım eden İbrahim Bey onu görmüş ve ağır psikiyatrik hasta sanmıştı. Çocuk o derece derin depresyondaydı. Ben de onun iş bulmasını o kadar çok istiyordum ki adak bile adamıştım. Nedense tarıma dayalı bir iş yapmak da istemiyordu, oysa mesela doğal ürünler üretip satmaya başlasa belki de şimdiye kadar yanında işçi çalıştıran bir patron bile olmuştu. Ancak o mutlaka maaşlı bir işte çalışmak istedi, hatta geçen aylarda çöp işine bile başvurmuş, sen bu iş için çok okumuşsun demişler. Çocuk keşke  hiç okumasaydım demeye başlamış. İşte bu adıyla mütenakız(çelişik), yüzü gülmez Mesut neredeyse kendi köyünde iş yapan bu enerji şirketinde çalışmaya başladı. Bu özel şirketlerde çalışmak çok zor, sabahın köründen, geç saatlere kadar çalışıyor, üstelik sadece iki haftada 1 gün izni varmış, dolayısıyla çocuğu işe girdiğinden beri hiç görmedim ki artık yüzü gülüyor mu, yoksa işsiz geçen yıllarında gülmeyi tamamen unuttu mu diye bakayım.

Mesut işe girince hemen adağımı hatırlayıp, helva kavurup götürdüm, çocuğu bilmem ama aile oldukça mesut görünüyor.

Bu çocuğun yıllar boyunca ne kadar çok iş başvurusu yaptığına ben şahidim, çünkü online mülakatları, bende uydu internet olduğu için gelip bizim evde yapardı. Son yıllarda eğitimli gençlerin işsizliğinin ciddi bir sorun haline geldiğini bildiğim için Mesut beni çok etkiliyordu. Umarım her gencin, eğitimine uygun severek çalışacağı bir işi olur.

Bu arada Çanakkale’de son bir haftada, tuhaf bir şekilde 4-5 araç yandı. Köyden şehre ulaştığımız yolda önce bir aile aracı,  bir gün sonra neredeyse aynı noktada otobüs yandı. Özellikle otobüs tamamen kül yığınına döndü.  Bermuda şeytan üçgenine dönmüş yolumuz eksikti onu da tamam ettik. Allah sonumuzu hayretsin.

Bütün hat boyunca yangın yeri
Show Buttons
Hide Buttons