Monthly Archives: Mart 2023

GÖĞE BAKAN KOCA KARI 2023 NİSAN

Bu yıl Nisan ayının büyük kısmı, Hicri takvime göre Ramazan ayıdır. Kadir gecesi 17 Nisan gecesine, Ramazan bayramı ise 21-23 Nisan günlerine denk geliyor. İlginç olarak 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Ramazan Bayramının son günü ile çakışıyor.

Ramazan bittikten sonra Hicri takvime göre Şevval ayı başlar, demek ki ayın son günlerinde de Şevval ayı içerisinde olacağız.

Bu ay içerisinde 6 Nisanda Terazi burcunda bir dolunay, 20 Nisanda ise Koç burcunda bir yeniay gerçekleşecek. Bu dolunay aynı zamanda güneş tutulması gerçekleşecek, yani tutulmalar dönemine giriyoruz.

Hava durumuna gelince 8 Nisan, Kırlangıç fırtınası, 16 Nisan Kuğu fırtınası, 21 Nisan Sittei Sevrin başlangıcı fırtınaları tariflenmiştir. Bu yıl birazcık olsun toprakla ilgilenen biri olarak yağmura hasret geçen sonbahar ve kış mevsiminden sonra, birazcık yüz güldüren Mart ayı geçirdik, umarım Nisan ve Mayıs aylarında yağmur alırız. Gerçekten ciddi bir iklim krizi yaşıyoruz. Maalesef depremin vurduğu bölgelerde her gün sel olurken Marmara bölgesi hala yeterli yağmur almadı.

Bu ay bahçelerde ot temizliği, budamalar, ilaçlamalar, gübrelemeler yapılması, toprağın çapalanarak havalandırılması zamanıdır. Bazı sebzelerin dikim zamanı, bazı yazlık sebzelerin ise fidelerinin hazırlanma zamanıdır. Aslında Nisan ayı önümüzdeki yaz bahçeleri için yapılması gereken birçok şeyin başladığı aydır. Mart ayında iyice yükselen yabani otların henüz tohuma kaçmadan temizlenmesi en önemli işlerden birisidir.

Bu kış çok kurak geçtiği için, sarnıç dolmazsa ekim yapmamayı düşünmüştüm, ancak Mart ayında sarnıç doldu, ben de yaz bahçesi yapmaya karar verdim. Bu yaz çeşitli yerlerden getirttiğim atalık tohumlardan denemeler yapacağım. Özellikle mısır, domates ve fasulye çeşitlemeleri yapmak istiyorum, ilk kez deneyeceğim kale lahana gibi sebzeler de olacak.

Balıklarda kırlangıç, levrek, mercan, barbun gibi balıklar ön plandadır.

Ne kadar sert etkilerden geçersek geçelim, ilkbahar bütün yaraları saracak, kalplere umut salacak etkilerle gelsin, geçsin. Ben bütün ayı depremden önceki enerjimi geri kazanmak için mücadele ederek geçirmeye niyetliyim.

DÜNYANIN BİN BİR HALİ; DÜNYA İNSANA DEĞİL, İNSAN DÜNYAYA AİTTİR

Bir haftadan beri ağır ağır, günler uzuyor, hava ısınıyor, son cemre de düştü, bademler çiçeklendi, otlar yükseldi, uzun zamandır hasret kaldığımız yağmurlar da nihayet başladı, muhteşem bir baharın gelişini daha izliyorum. Oysa bundan tam bir ay önce kâbus gibi bir deprem yaşadık, izlerini silmek o kadar uzun sürecek ki, şimdilik tahmin bile yürütemiyorum.

Bildiğim tek şey, güzel ülkemin en sevdiğim bölgelerinden biri şimdi adeta toplu mezarlık alanı haline geldi.

Her deprem sonrasında olduğu gibi, jeologlar televizyon kanallarının gözdesi haline geldiler, hemen herkesi depremler konusunda uzmanlaştıracak bilgileri tazelediler. Sonuç ne olacak, artık akıllanır mıyız diye düşününce bundan pek de emin değilim.

Bence; ‘akıl’ sadece bilgiyi üretebilmek değildir; veriler ışığında risk analizi ve riskleri bertaraf edecek planları yapabilmek, en önemlisi de bu planları hayata geçirecek iradeyi de gösterebilmektir. Eyleme geçecek cesareti olmayanın akıl sahibi olmasının ne anlamı olabilir bilemiyorum. Elbette bir toplum olarak yaşamanın en önemli getirisi; toplumda yaşayan bazı bireylerin teoriler üretecek akla sahip olması, kiminin bu bilgi ile risk analizi ve risklere karşı mücadelenin nasıl yapılacağını planlaması ve diğerlerinin de mevcut planları hayata geçirecek kişiler olması gibi, ne kadar devasa olursa olsun daha iyi bir gelecek için gerekenleri yapabilecek potansiyel sağlamasıdır.  

Elbette bu potansiyeli en verimli şekilde organize edebilecek yönetime sahip olması da gerekiyor.

Bizim kadar ciddi bir deprem ülkesi olan Japonya pekâlâ depremle yaşamayı öğrendiyse biz de öğrenebiliriz.

Tabii teoride bu söylediğim doğru, ya pratikte ne olacak, işte bu kısım bence bilinmez. Kimse bana ama Japonya’nın fayları deniz altında demesin, biz de fay hatları toprak yüzeyinde olan bir deprem ülkesi olarak yapılaşma, şehirleşme planlarımızı hayata geçirebiliriz. Ama zaten bizde her zamanki gibi mevzuatta sorun yok, mevzuata uyumda problem varsa o zaman takkeleri indirip öz eleştiri yapma zamanı gelmedi mi?

Eğer tövbe edeceksek, ülke olarak her şeyden önce çürük inşaat yapmaya tövbe etmeliyiz. Böyle somut bir tövbenin sonuçlarını alırsak belki de inanç için önce eşeği sağlam kazığa bağlayıp sonra Allaha emanet etmemiz gerektiğini fiilen anlayabiliriz.

Biz sadece insanız, bu evren bizim için yaratıldı megalomanlığından hatta paranoyasından kurtulmamız gerekiyor. Gerçek şu ki, biz bu gezegen üzerinde yaşayan sayısız canlı türünün içerisinde soyumuzu devam ettirebilmek adına çok iyi bir adaptasyon yeteneğini gösterebilen bir türüz, işte bu yeteneğimiz sayesinde en hızlı, en büyük, en kuvvetli tür olmadığımız halde, kendimizi gezegenin besin zincirinin tepesine konumlandırabildik. Ancak bu yeteneğimizle de boşuna övünmeyelim, böceklerin, yabani otların, virüslerin, alglerin, bakterilerin uyum yeteneği yanında bizimki solda sıfır bile değildir. Yani yarım aklımızla kendimizi yerleştirdiğimiz yaratıklar içerisinde kral tahtından, gerçek sahnemize yani dünyaya, toprağa, iklim koşullarına, atmosfere, yani gerçeğe  konumlandırmalıyız. Nokta.

Dünya deprem yaparak biz bir ceza vermeye çalışmadı, o kendi varoluş süresince yüzeyinde oluşacak değişiklikleri yaşamaya devam ediyor sadece. Dünyanın da kendi yaşam döngüsü var, bundan 4,5 milyar yıl önce doğdu, güneşin kara deliğe dönüşeceği bir zaman da hayatı sona erecek. Hayatı boyunca da dış kabuğundaki plakalar yer değiştirmeye ve yeryüzü şeklini değiştirmeye devam edecek. Sadece depremlerle, yanardağlarla kabuk şeklini değiştirmiyor, çağlardan çağlara iklim değişiklikleri de yaşıyor. Defalarca üzerindeki hayat devreleri sona erdi, sonra yeniden başladı. Bizim türümüz de bu değişken gezegen üzerinde kendi mevcudiyetini ya doğal çevrenin türümüz için yaşanamayacak kadar değişmesi ya da kendi elimizle hazırladığımız bir gerekçe ile belirsiz bir zamana kadar devam ettirecek, muhtemelen gezegenin sonu gelmeden bizim türümüzün sonu gelecek.

Bizim üzerinde yaşadığımız ve doğal devinimlerini her zamankinden daha iyi bildiğimiz bu gezegene saygı ile uyumlanmayı öğrenmemiz gerekiyor. Dünya bize ait değil, biz dünyaya aitiz. Bunun bilincinde yaşarsak belki bu kadar arsızca hırpalamayız dünyamızı.

Bu dünyada yaşamanın en zor taraflarından biri, çok farklı nefis seviyelerinde olan insan varlıklarla aynı mekânı paylaşmaktır diye düşünüyorum. Bu depremde de her varoluş düzleminden insan varlıkları açıkça gözlemledim. Ben henüz, ilk günlerde enkaz altında kurtarılmayı beklerken, soğuktan, susuzluktan ve çaresizlikten ölen insanlardan çıkamadım. Bunca hüzne rağmen bütün coşkusuyla gelen bahar, hele de bütün sonbahar ve kış boyunca süren kuraklıktan sonra yağmurla gelince içime inceden bir heves gelmeye başladı. Sabah kalkınca ıslak toprağın kokusunu hissetmek, aylardan beri kupkuru olan derelerde az da olsa akan su görmek, yabani otların kabarması iyi geldi. Bir aydan beri ilk kez ‘şimdi bu otlarla nasıl uğraşacağım’ diye gündelik hayata dair düşünürken yakaladım kendimi.

Show Buttons
Hide Buttons