Monthly Archives: Mayıs 2023

GÖĞE BAKAN KOCA KARI; HAZİRAN 2023

1444 Zilkade ayındayız, ayın 19unda Zilhicce ayına giriyoruz, 28-30u arası ise Kurban bayramı.

Ayın 4ünde yay burcunda dolunay, 18inde ise ikizler burcunda yeniay var.

Yaz gün dönümü ise 21 Haziran, wiccan (neopagan) inanışına göre Litha (bolluk, bereket) bayramı gün dönümünü içine alan bir hafta boyunca kutlanmaktadır. Anadolu’da bu tarihlerde kutlanan bir doğa bayramı bilmiyorum, ama Orta Asya’da ve Rusya’da bazı kutlamalar yapıldığını okudum.  Kişisel görüşüme göre bu gün aslında kullandığımız takvimde de çok belirgin bir başlangıç günü almalıydı, ama nedense arada kaynamış.

Bu yıl alışıldık mevsimsel olayların gerçekleşmesini beklemiyorum, bu nedenle yüzyıllardan beri halk arasında bilinen fırtınaları paylaşmayacağım.

Dünyanın kendine ait bir yaşamı var; doğmuş, hareket ediyor, değişiyor, yaşlanıyor ve bir gün ölecek, ben dünyanın bizim gibi canlı olduğuna gönülden inanıyorum. Duyguları var mı, emin değilim, ama varsa bile bizimkinden farklı olmalı. Sadece gözleyerek şunu söyleyebilirim zaman zaman değişime uğramak için hastalık diyebileceğim zorluklar yaşıyor. Bu hastalık bazen sivilce gibi küçük bir noktayı etkiliyor, bazen enfeksiyon gibi neredeyse bütün varlığı etkiliyor. Mesela bazen lokal bir alanda ciddi yağış oluyor, ve bizim Karadeniz bölgesinde çok alışık olduğumuz gibi sadece bir dere boyunda sel meydana geliyor. Oysa mesela iklim krizi bütün gezegeni etkiliyor.

Bu yıl ülkemizde gerçekleşen deprem bence bütün gezegeni etkileyen bir olaylar serisini tetikledi.  Maraş depremleri sadece yakın coğrafyayı etkilemedi, kısa süre içinde ülkemizden uzak görünen Afganistan gibi yerlerde büyük depremler oldu, uzak doğuda yanardağlar patladı. Zaten bence deprem, sel, yanardağ patlaması ve ilginçtir uçak kazalarının peş peşe olma ihtimalleri teker teker olma ihtimallerinden çok daha fazla. Ne zaman büyük bir deprem olsa arkasında önünde birkaç ay içerisinde dünyanın bir yerlerinde seller, yanardağ patlamaları oluyor. Bu yıl farklı olarak seller deprem bölgesinde meydana geldi, aşırı tuhaf iklim olayları yaşandı. Arap Yarımadası tarihinde böyle bir dönemi acaba Nuh tufanında mı gördü diye düşünmüyor değilim. Şimdi de Etna Yanardağı patladı. Büyük yanardağ patlamaları bazen kül bulutları nedeniyle kısa süreli (birkaç yıllık) soğuk iklime neden olur (tam da iklim krizi varken pek fena olmazdı doğrusu). Bütün bu laf kalabalığını yazma sebebim, bu haziran hatta belki de yaz ayları boyunca alışılageldik bir mevsim görmeyeceğiz gibi hissediyorum.

Birazcık astroloji eğitimim var, şu önümüzdeki 1,5-2 yıl hem doğal afetler hem de toplumsal olaylar yönünden çok zorlu geçecek gibi duruyor. Ne diyeyim Allah sonumuzu hayretsin.

SON ZAMANLARIN ÖZETİ, HERYER YEMYEŞİL OLSA DA BEZGİN BEKİR RUH HALİNDEYİM; GENE EVDE USTALIK İŞLER ÇIKTI

Aylardan beri beynim uyuşuk, galiba depresyondayım. Depremden beri takıntılı bir şekilde depremdi, seçimdi, kim öldü, kim kaldı, kim ne dedi, sürekli bu tür haberlerle meşgul olup; sanki bilinçli, hatta takıntılı bir şekilde kendimi gergin bir ruh haline sokuyorum. Çöktüm. Üstelik adeta kendi isteğimle çöktüm.

Neyse ki yılın en güzel aylarından ikincisi olan Mayıs ayının güzellikleri beni bir parça ayağa kaldırıyor (favori ayım tabii ki Eylül).

Geçtiğimiz aylardaki yağmur kıtlığına inat güzelce bahar yağmurları aldık, otlar yükseldi, buğday tarlaları rüzgârda adeta deniz gibi dalgalanıyor; her yer yemyeşil, çevremizdeki bütün bitkiler, otlar, ağaçlar, çiçekler, dikenler, makiler coşmuş halde.

Henüz havalar çok ısınmadan (çok sıcak aylarda hem aşırı güneş, hem de sürüngen korkusundan ara veriyorum) hala her gün yürüyüş yapıyorum; artık köylüler arasında iyice nam saldım, kimse yadırgamıyor, hatta kadınlar bana özeniyorlar. Yürüdüğüm yollar boyunca kadınlar, çobanlar, komşularla selamlaşıyorum; hatta köpekler bile kadrolu selamlayıcılarım oldu. Mesleki deformasyon sayesinde pek uyku düzenim yoktur, sabah kör saatlerde uyanırım. Ben de bu özelliğimi iyi bir alışkanlığa dönüştürdüm, henüz hava yeni aydınlanmış ve serinken yürümeye başlıyorum. Aşağı yukarı 2 saat, orman yollarında, köy sokaklarında, dereler, ormanlar, çiftlikler, ahırlar, evler, inşaatlar, tarlalar arasında, kuş sesleri, inek böğürtüleri, köpek havlamaları dinleyerek yürüyorum. Ben yürürken etrafımda köyün olağan günlük hayatı akıyor; süt toplama alanına sütler taşınıyor, ekmek arabaları, süt tankerleri geliyor, okul servisi çocukları topluyor, hayvanlar otlamaya çıkarılıyor, tarlalara gidiliyor. Günlük favori güzergâhımı yürürken hem kendi yaşadığım köyün, hem de yukarı köyün içinden geçiyorum. Yukarı köyde benimle eş zamanlı hayvanlarını çıkaran bir kadın çoban var, bir gün köpekleri üstüme atlar, başka gün keçileri beni takip eder, hem kadınla hem de sürüsüyle bayağı arkadaşlık kesp ettik.

Bu düzenli yürüyüşleri de yapmasam iyice depresyonun dibine vuracağım. Doğa içerisinde yürümek sürekli mekân farkındalığı gerektirdiği için, çok bilindik bir parkurda yürümek bile alet üzerinde yürümekten çok daha iyi geliyor bana, her şeyden önce makine ile dövüş halinde olmuyorsun, etrafta ne var, ayağımı çamura mı basıyorum, şu çiçek ne renkmiş, kuş nasıl ötmüş derken yürüdüğünün bile farkında olmuyorsun. Zihin dinginleşiyor.

Mayıs ayı bahçenin de çok hizmet beklediği bir aydır, neyse ki bayağı bitirdim. Zaten yapmayı sevdiğim ikinci iş bahçede zaman geçirmek, daha da çok sevdiğim bitkilerin büyümesini görmek, tazecik ürünleri hasat etmek, gelen misafirlerime kendi yetiştirdiğim ürünlerden vermek. Geçen ay bahçenin en az ürünü olan bir zamanda gelen bir arkadaşıma kendi bahçelerinde dikmek için bazı fideler vermiştim, her biri tutmuş, o kadar hoşuma gitti ki anlatamam. Artık bahçem tohum, fidan ve fide dağıtacak anaç bir bahçe haline geldi.

Şimdi mevsim ürün açısından oldukça kısır bir zaman olmasına karşılık, yapılacak işler açısından bayağı oyalayıcı. Şu anda tam olarak olgunlaşmış sadece sultani bezelyeler var. Bakla ve normal bezelyeler ise 3-4 hafta içinde hasat edilecek hale gelir. Bu aralar taze bakla, taze enginar ve sultani bezelye ile bazı yemek tarifleri uydurdum, yeşil sofralar kuruyorum.

Bu ay içerisinde yaz sebzelerinin dikimini tamamladık. Elbette bazılarını tohumdan diktik, diğerlerini ise fide olarak. Bundan sonra altlarını çapalanma, toprak doldurma, organik gübreleme, sulama, yabani otlardan arındırma gibi sonsuz bir uğraş vereceğiz. Yani pazardan markette aldığınız her bir meyve sebzenin farkında olmak lazım, çiftçinin hakkını alması lazım, gerçekten çok emek gerektiriyor.

Geçen hafta zeytinlerin çapasını yaptırmak için işçi çalıştırdım, o gün meğer arka lastiğe bir vida girmiş, sabah erkenden lastik yere yapışmıştı. Neyse ki evde kompresör var ve bizim Sermin bu işlerde beceriklidir, lastiğimi şişirdi, sabahın köründe sanayiye gittim. Vallahi bence dünya dönüyorsa sabah sabah neşe içinde işini yapan bu çocuklar sayesinde dönüyor.

Geçen hafta bizim ev de geçen hafta ecinli gibiydi, su işlerine bakan ustalar tam 3 kez gelmek zorunda kaldılar. İlk gelişlerine biz çağırdık; bahçenin damla sulamalarını kontrol etmek ve bozuk vanaları değiştirmek için geldiler. Bir gün önce bahçede bir noktada su sızıntısı olduğunu fark etmiştik, meğer bir bor dirsekten çıkmış, onu tamir etmek için eve gelen ana su vanasını kısa süreliğine kapatmak zorunda kaldık. Tam da o gün köyün su deposunun temizlendiği gün idi, yani köyün suyu saatlerce kesikti, ancak bizim evin suyu ertesi sabaha kadar kesikti. Meğer evin ana vanasıyla uğraşınca ana dirsek yerinden oynamış, köye su verilince de yerinden çıkmış, tabii muhtar köyün suyu boşa akmasın diye gelip bizin evin suyunu kesmiş. Yani ertesi sabah bizim sucular acilen tekrar gelip borularımızı, vanalarımızı düzene soktular.

Bundan 2 gün sonra akşamüzeri yatağımda uzanmış, bir şeyler okurken çatıdan pof diye kuvvetli bir ses geldi, ne oldu diye araştırınca yağmur oluğunun yerinden çıktığını fark ettik, ertesi gün de bu yağmur oluklarını yerlerine takmak için geldiler. Neyse ki bu gelişleri zaten bizim çevre köylerdeki ve bizim zeytinlikteki bir takım işlerini yapmak için planladıkları bir zamandı. O gün endişeden beni bir sıtma tuttu, yataktan çıkmaya zorlandım, ama altı metrelik merdiveni duvara dayayıp, çatıya çıkan adamlar varken yatmak da mümkün değil. Bir taraftan onlar çatıdan sarkmış çalışırlarken bakmamaya çalışıyorum, diğer yandan bakmadan duramıyorum, o yarım saat oldukça zor geçti. Benim garip bir yükseklik korkum vardır, neyse ki gençlerden birinin hiç boşluk hissi yoktu, onun güvenli hareketlerinden biraz ruhsal destek aldım. Yoksa avaz, avaz bağırabilirdim. Daha tövbe, çatıya usta çıkartmak gerekirse asla bakmam, mümkünse evde olmamayı tercih ederim.

Aromatik bahçe

ÇANAKKALEDE DİBLE YAPMAYA KALKTIM. BAHÇEDE NE BULDUYSAM İÇİNE KATTIM, ORTAYA 5 YEŞİL, 1 BEYAZ DİBLESİ ÇIKTI

Burada yaz bahçelerinin sebzeleri çoğunlukla 23 Nisan ile hıdrellez arasında dikiliyor, ancak Haziran ortasına kadar da dikim yapılabiliyor. Bu sene hıdrellezde havalar geceleri çok soğuk olduğu için dikim işini bu hafta yaptık. Şu anda bahçede baklalar ve sultani bezelyeler olmaya başladı. Bizim bulunduğumuz köyde enginar olmuyor değil, oluyor ama hem çok geç oluyor, hem de çiçeğini büyütemiyor, gene de heveslenip birkaç kök dikmiştik, üzerlerinde birkaç küçük enginar büyümeye başladı. Dereotlarını kendiliğinden tohumlanmaya bırakıyorum, bir hayli çıkıyorlar, şu anda da yeniden tohuma karışmak üzereler. Yeşil soğanları ise salata için dikmiştik, ama bu sene ne hikmetse neredeyse hiç salata yemediğimiz için onlar da kalınlaştılar ve cücüklenmeye başladılar. Ben de bahçeden bir çeşit dible yapmaya karar verdim.

İÇİNDEKİLER

1 bardak pirinç

15 kaç adet yeşil bakla

15 sultani bezelye

1 körpe enginar

3 adet yeşil soğan

Bir miktar dereotu

Tuz, zeytinyağı, su

YAPILIŞI

Baklalar ve bezelyeler zaten çok körpe oldukları için bir santimlik parçalar halinde kestim ve bu şekilde kısa süreli haşladım.

Enginarın ise hem sapını, hem çiçeğini ufak parçalar halinde kestim, körpe yaprakları da teker teker koparıp hepsini kısa süreli haşladım.

Pilav tenceresinde önce soğanları biraz soteledim, bütün sebzeleri içine katıp birkaç dakika daha pişirdim. Sebzelerin tuzunu kattım.

Başka bir tencerede önceden suda bekletip iyice yıkadığım pirinçleri zeytinyağında pirinçler şeffaflaşana kadar kavurdum. Tuzunu attım.

Pirinçler üzerine 1,5 bardak sıcak su koyarak 10 dakika suyun kaynamasını bekledim. Pilavı, pişmiş sebzeleri ve kıyılmış dereotunu da ekleyerek karıştırdım. Dıblenin altını kısarak 10 dakika daha pişirdim. Altını kapatıp, kapağın altına kağıt havlu koyarak 20 dakika demlendirdim.

Benim damak zevkime göre muhtemelen hayatımda yaptığım en güzel yemeklerden biri oldu. Böyle bahçe ilhamı ile yaptığım her şeyi çok seviyorum.

GÜNÜ BİRLİK OT FESTİVALİNE GİTMEYE KALKTIM, ĞORĞOLALARA KARIŞTIM; HERŞEY KARARINDA GÜZEL.

Mayıs ayında İzmir’de bir Alaçatı ot festivali, bir de Urla enginar festivali adı altında iki panayır düzenleniyor, başkaları da vardır muhtemelen ama bu ikisi buraya taşındığımdan beri ilgimi çekiyor ve gitmek istiyorum. Çünkü Ege yemek kültürünün olmazsa olmazı kendi deyimleri ile keçinin yediği her ottan yemekler mezeler yapmaları. Bölgenin eşsiz zeytinyağını da bin bir çeşit  ota ekleyince sonuç ‘ yeme de yanında yat’ mertebesine ulaşıyor.

Meğer buraya gelmeden ne kadar az yenebilir ot çeşidi biliyormuşum, şimdilik denediğim otlar arasında cibes, şevketi bostan, turp otu ve gelincik favorim. 

Alaçatı zaten deniz mevsiminde kalabalıktır, ot festivali zamanında iğne atsan yere düşmez bir hale geldiğini biliyordum, ben de bir tur şirketinin düzenlediği tura katılmayı daha uygun buldum, iyi ki öyle yapmışım, kendi aracımla gitsem muhtemelen 2 gün geri dönemezdim. Çünkü dönüş yolunda İzmir’de Cumhurbaşkanının miting saatine denk geldik. Birçok ana arter kapatıldığı için, trafik inanılmaz yoğundu ve aracımızı çok garip şehir içi yollara yönelttiler. İzmir’den geçmek 3 saate yakın sürdü, bu arada İzmir’in ne kadar mahalle arası varsa içinden geçtik, bütün gecekondu mahallelerini dolandık, öyle ki otobüsümüz bazı yerlerde her iki yönde de 10-15 santimle kurtardı, balkonlarda asılı ne kadar çamaşır varsa otobüsü sildi, derelerden, tepelerden aştık, mahalle aralarında seçim bürolarının, pankartların arasından dolandık, ters yöne yönlendirilen kavşaklardan, yol inşaatlarından, direklerin aralarından, kaldırımlardan, 45 derecelik yol ayrımlarından, otobüsün boyundan kısa dönemeçlerden geçtik. Bir ara daha merkezi kısımlara daldık ki, meğer her bir meydancıkta farklı bir partinin mitingi varmış, koca otobüsle, o miting alanı senin öteki benim dolaşırken, ağaç dalları aracımızı çizdi, önümüzden kaçmayı son anda beceren bisikletli vatandaşlar hayatlarının korkularını yaşadı, trafik direkleri zor zahmet sıyırıldı. Uzun sözün kısası İzmir’de Allah tarafından çok becerikli bir şoför bizi, önce ip cambazı oradan oraya, sonunda şükür sağ salim İzmir’den dışarı attı.

Bu geziden aklımda ot festivali değil de bu karmaşa(ğorğola) kaldı.

Ot festivali biraz şekil değiştirmiş, eskiden sadece kuru şifalı otlar ve mevsimlik yenilebilir otlar sergilenir ve satılırken, bu gün ürün standına rastlamak mümkün. Beni en çok deprem bölgesinden gelen stantlar sevindirdi, kuruluk dolmasından, Maraş tarhanasına kadar pek çok ürün vardı. Küçük üreticinin yaptığı; reçel, peynir, zeytin, salça gibi butik ürünler yanı sıra ev kadınlarının yaptıkları sarmalar, dolmalar, börekler, ekmekler, gözlemeler de oldukça göz dolduruyordu. Ayrıca normal Alaçatı kalabalığı da başlamış, bin bir çeşit el marifeti tezgahı, takılar, Ege tatlıları, dondurmalar arasında seç beğen al.

 Güya ot festivaline gittik ama, benim aklımda otlar kadar İzmir’in hamur işleri de kaldı. Fırınların hepsine bayıldım, çeşit çeşit ekmekler, sandviçler, boyozlar, tatlılar, İzmir bombaları, gerçekten hamur işi dükkanlarının tezgahları çok göz alıcıydı.

Taze ot tezgahlarına gelince mevsim itibarıyla en çok enginar, kuşkonmaz ve Ege’ye özgü yabani otlar vardı. Beni en çok etkileyen tezgahlar ise bir kaç yabani otun temizlenip, belli kalınlıkta kesilmiş, harmanlanmış halde satılmasıydı. Bu harmanların alıcısı da bir hayli fazla, hatta birinde içindeki otları da yazmıştı; şevketi bostan, taze soğan, cibes, kara lahana, radika vb.. Demek ki insanlar bu karışım otları da tüketiyorlar. Tezgahtarlara sorunca en çok yumurtalı ot kavurması önerdiler. İçkiciler belli oluyordu, onların tarifleri otun haşlanıp, sarımsak, tuz ve zeytinyağından oluşan bir sosla yenmesiydi. Şavketi bostan köklerini kuzu etli yemek yapıyorlar. Enginar ise ya bakla ile zeytinyağlı yapılıyor, ya da tercihan dolma şeklinde.

Bu arada çok güzel turistik bir köy olan Germiyan köyüne gittik. İnandım, iman ettim ki, bir köyü turistik hale getirmek istiyorsan duvarları renkli resimler çizeceksin, kapıları rengarenk boyayacaksın, eh bir de begonvil sardın mı duvara, dekor tamam, artık iş bir köy kahvesinin önüne atılmış birkaç sandalyeye kaldı. Ege’deysen mutlaka ve mutlaka dut suyu da olacak. Tarihçe desen ondan bol ne var? (Günü birliğine Troas’tan İyonya’ya gidip döndüm.)

Çeşme Kalesini gezdik, Sakız Adasını seyrettik, Çaka Bey’den Çariçe Katerina’ya tarih bilgisi yeniledik, renkli kapıların, hoş sokakların resimlerini çektik, bir top dondurmaya 35 Tl verdik, tabana kuvvet yürüdük, tur rehberleriyle atıştık, uygunsuz yerlerde yemek yedik, rehberden bir türlü duyulamayan açıklamalar dinledik, çoğumuz buluşma yerine saatinde gelemeyip gurubu bekletti, sonra da guruba çıngar çıkardı, yeni insanlarla tanıştık, görüşmeyeceğimiz kişilerden telefon numaraları aldık, İzmir’de labirentte peynir arayan fare gibi dolanırken olur olmaz espriler patlattık, sinirler bozuldu, gülündü, hasılı kelam bir turda yaşanacak ne varsa yaşandı (şükür ki tek eksik otobüste göbek atılmasıydı).  

Böyle festivallere bir kereden fazla gidilmez; sadece İzmir’deki olağan üstü trafikten değil, Alaçatı’daki kalabalıktan da çok yorulduk. Sokaklar adeta birinci lig şampiyonluk maçı sonrası stadyum boşalıyor gibiydi, yollarda yürürken, kendinizi insan kalabalığına soktunuz mu, artık kalabalıkla bütünleşip, topluluğun ilerleme hızına göre yürüyebiliyorsunuz, kendi bilinçli çabanızla adım atıp da bir sonuç ummak mümkün değil.

Salgın sırasında insan kalabalıklarından uzak yaşadık, hatta insan yüzü görmeye hasret kalmıştık, fakat geçen zamanda bir çeşit gulyabaniye dönmüşüz, herkes kalabalıktan şikayet etti. Kimse artık gereğinden fazla insana tahammül edemiyor. Vallahi ne az, ne çok her şey kararında güzel.

Show Buttons
Hide Buttons