Monthly Archives: Ekim 2022

GÖĞE BAKAN KOCA KARI; 2022 KASIM

Kasım Arapça bölen anlamına gelir, bir takvim sistemine göre yıl kasım ve hızır ayları olmak üzere ikiye bölünür, kasımın sekizinden itibaren artık kasım günleri başlayacak. Kasım ayı yeryüzünün kışa hazırlandığı bir zaman dilimidir. Bu ayda hem havalar hem de deniz suyu iyice soğuyup, ağaçların yapraklarından soyunduğu bir aydır. Ancak bu ayın ortalarında pastırma yazı denilen mevsimsiz sıcaklar da beklenen bir hava olayıdır.

Bu Kasımda ay döngüsü şu şekildedir;  8 Kasımda 2022 14:01 – Boğa burcunda Dolunay (Ay Tutulması) ve 24 Kasımda 2022 01:57 – Yay burcunda Yeniay

Bu ayın Hicri takvime göre neredeyse bütününü Rebiülahir, son günlerini ise Cemaziülevvel ayları kapsıyor.

Kasım ayında deniz balıkları iyice lezzetlenmeye başlar, hamsinin yavaş yavaş sofralarda yer almaya başladığı zamandır.

Toprak işlerine gelince artık Ege’de zeytin hasadı, kış öncesi toprağın sürülmesi, ağaç dikilmesi zamanıdır.

Kasım ayının en önemli tarihi olayı şüphesiz 1938 yılında 10 Kasımda Atatürk’ün ebediyete intikal etmesidir. 

TOHUM KARDEŞLİKLERİM

Buraya taşındığımız yıl neredeyse bizim taşınmamızla eş zamanlı olarak Çanakkale Belediyesi Tohum Sandığı açtı. Sarıçay kıyısında bulunan tarihi bir binayı restore ederek atalık yerli tohum üretimine ve dağıtımına başladılar. Tarihi bina çok albenili bir binadır, bana Out Of Africa filmindeki evi hatırlatır. Biz de ilk sene karalahana tohumlarımızı paylaşmıştık, ancak bu yıl bizim tohumların pek de rağbet görmediği için artık üretmediklerini söylediler. Bu yıl mayıs ayında her gidene (ben birkaç kez uğradım) 6 çeşit atalık tohum bulunana bir paket hediye ettiler. Aldığımız her pakette domates, alacalı patlıcan, beyaz kabak gibi tohumlar vardı. Biz bazılarını ektik bazılarına ise gerek kalmadı. Belediyenin tohum bankasından ürettiğimiz sarı domates, beyaz kabak ve alacalı patlıcandan kendi tohumlarımızı da aldık. Yani ilk tohum kardeşim belediyenin tohum bankası.

Köyde de bir tohum kardeşim var. Komşum Emine Hanım bütün köyün tohum bankası gibi bir kadın,  Emine Hanım benden başka köydeki birkaç kişiye daha tohum veriyor. Emine Hanımın annesi de kendi tohumlarını saklayan bir kadınmış, şimdi kızı onun tohumlarını devam ettiriyor. Bu işini o kadar ciddiye almış ki, bazı ürünleri aileden kimse pek de sevip yemediği halde sırf tohumunu kaybetmemek için ekmeye devam ediyor. Geçenlerde konuşurken sadece karpuz ve salçalık biberin tohumunu dışarıdan aldığını, diğer bütün tohumların kendisine ait olduğunu söyledi. Bende ona verebileceğim tohumlar henüz yok, ben de ona nane kurutup veriyorum. İnşallah günün birinde ben de ona farklı tohumlardan veririm.

Bir başka tohum kardeşim, Hacettepe’den sınıf arkadaşım Vahide (Karadeniz gelini, kocasından Lazca bile öğrendi, ben güya Laz kızıyım birkaç kelime biliyorum) Ankara’da bir bahçesi var ve geçen sınıf gezimizde bana bazı tohumlar göndermek istediğini söyledi. Karadeniz’in dev boyutlu pembe domatesinden de varmış, biz kendi tohumlarımızı kaybettiğimi için ondan istedim. Bu domates, dev boyutlu, yamuk yumuk, pembe renkli, mis kokulu ve incecik kabukludur, boyutlarına rağmen çok narin bir domatestir, kesince birkaç saat içerisinde tüketmek gerekir. Onun kendi rekoru yarım kilonun üzerindeymiş, biz Rize’de 1071 gramı görmüştük, bakalım buradaki bahçede kaç gram olacak?

Elif Dağlı; yine Hacettepe’den arkadaşım, İstanbul’daki evlerinde Karadeniz’in kokulu üzümünden olduğunu görmüş ve çelik istemiştik, gerçekten de 3 adet çelik yapıp gönderdiler. Sonra bu çeliklerin başına gelmedik kalmadı, neyse uzun etmeyeyim kaç yıldan sonra şu anda elimde canlı tek bir çelik kaldı, o da yerini mi sevmedi bilemiyorum, kurumadı, ölmedi ama hiç neşesi yok, gene de umutla bekliyorum, bu memlekette bazı ağaçlar iyice derine kök saldıktan sonra uzuyorlar. Bakalım göreceğiz. Bu yıl Elif benden tohum istedi, ben de ona birkaç adet kendi ürettiğim tohumlardan hazırladım.

Gülden Tüysüz; çok yakın arkadaşım Beyhan’ın ablasıdır. Beyhan benim 40 yıllık arkadaşım, üstelik de Çayeli’li bir ailedirler. Annesi gençliğinde Umurbey’de yaşamış, buraları unutamıyor. Beyhanların Saroz körfezinde bir yazlıkları var, yani yaz aylarında nadir de olsa görüşüyoruz, hatta annesinin Umurbey’de yaşadığı evi bile bulduk. Gülden de bahçesine bazı sebzeler dikmeyi seviyor. Bizim köyle coğrafi yakınlığı olduğu için kolayca adapte olacaklarını düşünüyorum, bazı tohumlarımı onunla da paylaşacağım. Ondan Rize bal kabağının tohumunu alacağım, bizdekileri kaybettik.

Adnan Bey; rahmetli Nasuh eniştemin sınıf arkadaşının oğlu, eşi de bizim Ali’nin kuzeni imiş, yani hem aileden hem de arkadaşlarım vasıtası ile tanıştım. Geçen yıl Lapseki’deki şeftali tarlalarında harika bir gün geçirmiştik. Onunla da bazı tohumları değiş tokuş yapacağım, coğrafi yakınlık nedeniyle adaptasyon sorunu olmayacağını düşünüyorum. Ondan almayı planladığım ürün ise kuş üzümü.

Elif Telatar; bizim akrabamız, şimdiki halde Pazardaki evde oturuyorlar, bahçeyi de Elif bakmaya başladı. Ondan bazı tohumlar istediğim zaman bana Ardeşen’de yaşayan ve atalık tohum üreten bir kadından söz etti. Ben de onun aracılığıyla Ardeşen’li Emine Hanımı takip etmeye başladım. Kadın her sebzeden birçok çeşit üretiyor ve tohum elde ediyor. O kadar farklı çeşitleri var ki bu biberse buna da biber demek haksızlık diye düşünüyorsunuz. Fakat bir sürü patlıcan çeşidi olmasına karşılık ‘Dev Guduklu’ yok tabii. Elif aracılığıyla Emine hanımdan bir çok çeşit tohum aldım, ben de ona devguduktan tohum gönderiyorum, tabii Elif’e de. Bakalım bu dev patlıcan Rize’de olacak mı? Olursa boyu ne kadar olacak? Gerçekten çok meraktayım.

Sonuç olarak bu gün birkaç kişiye tohum hazırladım. Hepsine en özel tohumlar olan 2 çeşit çok güzel kavun, beyaz kabak ve devguduktan gönderdim. Elif Dağlıya ise sultani bezelye ve balık biber de koydum. İnşallah hepsi verimli olur.

Devguduk, Emine Hanımın patlıcanına verdiğim isimdir.

Benim geçen yıllarda Trabzon’dan getirttiğim renkli fasulyeler burada olmadı mesela. Umarım bu sefer de fiyasko ile sonuçlanmaz.

Posta için hazırladığım paketler

devguduk tohumları

SONBAHAR; SOĞUKLAR GELDİ, KIŞ BAHÇESİ HAZIRLIKLARI, YUMURCAK SAVAŞLARI, TOHUM TİYOLARI…

Artık sonbahar kendini iyice belli etmeye başladı, günlerin kısalması fark edilmeye başladı, çınarların yaprakları azaldı, yer yer sararmalar, kızarmalar başladı, havalar bir hayli serinledi. Geçen hafta yaz sebzelerini kaldırdık, kış bahçesi hazırlıklarına başladık, çapa yaptık, bahçeyi gübreledik. Geçen yıl nedense komşulardan bir türlü tedarik edemeyip ciddi bir gübre krizi yaşamıştık, bu yıl gene bilemediğim bir sebepten komşularımız insafa geldi de şimdi bol miktarda hayvan gübremiz var. Köyde yaşarken, hele de biraz olsun toprakla uğraşmaya başlamış iseniz, öncelikleriniz değişiyor, daha önce hiç aklımın ucundan geçmeyen sebeplerle mutlu olmaya başladım, gübrelerin geldiği gün kendimi nasıl keyifli hissettiğimi anlatamam.

Komşular yaz bahçesini sökünce toplu halde kışlık salçalarını yapıyorlar, biz ise salçaları peyderpey yaptığımız için bahçeyi söktükten sonra pek bir iş olmadı, çünkü son ürünleri bahçıvanıma verdim. Şu anda bahçede sadece uzak köşelerde kalmış ve hala vermeye devam eden birkaç çeri domates, böceklerin yediği karalahana, pazı dışında pek bir şey yok.

Artık kış sebzelerini dikme zamanı geldi. Soğan, sarımsak, marul, ıspanak gibi sebzeler dikiyorum. Bazılarını tohumdan üreteceğim, bazılarını da çarşıdan aldığım fidelerden dikerek büyüteceğim.

Bu yıl ilk kez (Nermin tohum yapmayı biliyor ve yapıyor) ben de bazı tohumlar yaptım. Örnek vermek gerekirse yayılmasını çok istediğim bir patlıcan tohumu ürettim. Komşumuz Emine Hanım, adeta köyün atalık tohum bankası gibi, annesinden aldığı terbiye ile bütün tohumlarını kendisi yapıyor, dolayısıyla elindeki tohumlar onlarca yıldan beri bizim köyde kendi ürettikleri ürünlerin tohumları. Öyle ki mesela elinde iki çeşit börülce varmış, bunlardan biri sadece yeşil fasulye şeklinde tüketilirken, diğer türün taneleri yeniliyormuş. Tane börülceyi (kurutulmuş börülce) evde kimse pek sevmezmiş, bu türü sadece tohumunu kaybetmemek için yıllardır ekmeye devam ediyormuş.

Bu bilge kadının ürettiği bir patlıcan çeşidi var, bunun gibi bir patlıcan daha önce hiç görmemiştim. Bitkisi normal patlıcan bitkisi, yaprakları biraz daha büyük diyebilirim, patlıcanı görene kadar diğer patlıcan çeşitleriyle arasında belirgin bir fark yok. Sebzenin rengi alışık olduğumuz kemer patlıcanı renginde yani parlak koyu mor, şekil olarak da ucu hafifçe sivri, uzun bir patlıcan çeşidi. Asıl şaşırtıcı olan patlıcanın boyutu, normal bir kemer patlıcanından 3 kat kalın ve 2 kat uzun, hatta tohuma bıraktığım patlıcanın boyu 40, çevresi ise 20 santime kadar ulaştı. Hormonlu gibi görünen bu dev patlıcanın içerisi ise bembeyaz ve şaşırtıcı derecede az çekirdekli, tohuma bıraktığım patlıcanın ucundaki 10 cm’lik kısımda hiç çekirdek yoktu. Patlıcanın ucu da ekmek somunu gibi sivri (Trabzon deyimiyle guduk), ben de patlıcana dev/guduklu/kızılkeçili adını verdim.

Bu yıl birkaç çeşit patlıcan dikmiştim, koyu mor renkli top patlıcan ve kemer patlıcan, bir de alacalı olan patlıcan dikmiştim. Bazılarını fide olarak almıştım, yerli alacalı patlıcanı ise belediyenin atalık tohum bankasından üretmiştik. Bir sıra da Emine Hanımdan bu özel patlıcan fidelerinden alıp dikmiştim.

Patlıcanların çoğunu fide olarak diktiğimiz için hemen kendilerine geldiler, gayet neşeli yaprak vermeye, çiçeklenmeye başladılar. Hatta ilk sebzelerini verdiler, onlardan bazılarını tohumluk olarak işaretledim, birkaç tane de kopartıp yemek yaptım.  Derken birden bire solmaya, çiçeklerini dökmeye başladılar. Meğer patlıcanlara köylülerin yumurcak dedikler zararlı bir çiçek dadanmış. Bu yaz sebzeleri dikerken naylon örtü ile malçlama yapmıştık, bir gün naylon örtünün altında, örtüyü kaldıracak kadar sık bir şekilde bu parazit bitkinin ürediğini fark ettik. Aslında görüntü olarak çok güzel bir çiçek, ilk çıktığında kuşkonmaz gibi görünüyor, daha sonra üzerinde mor küçük çiçekler beliriyor. Kökleri ise patlıcanların köklerinden besleniyor, bitkileri tamamen sömürüyor. Mücadele etmek de hiç kolay değil, çünkü kökleri sıkıca patlıcanın köklerine yapışmış oluyor.

Bundan sonra her gün ilk işim gidip, patlıcanların diplerini çapalayıp, bu bitkiden olabildiğince temizleme oldu. Birkaç haftalık mücadeleden sonra asalak otu biraz azaltabilince patlıcanları yeniden canlandı, bir sürü patlıcan büyüdü, ancak bu sefer de yaz bittiği için çabucak kartlaşıp, tohumlanmaya başladılar. Sonuç olarak yazın birkaç kez yiyebildik ve biraz da kış için közledik, ama benim için en değerlisi, çok değer verdiğim dev patlıcandan tohum alabildim. Patlıcan tohumu almak için ilk çıkan patlıcanlardan bir kaçını (benim durumumda sadece birini) tohumluk ayırıp, bütün mevsim boyunca olgunlaşmasını sağlıyorsunuz.

Bitkilerin soylarını devam ettirebilmek için geliştirdikleri bir taktik var, eğer sebzesi üzerinde duruyorsa tohumu olduğu için yeni sebze vermeye uğraşmıyor, bütün kuvvetiyle tohumunu beslemeye bakıyor. Sebzenin verimli olması için sürekli hasat edilmesi gerekiyor, çünkü burada ‘koyun can derdinde kasap et’ durumu söz konusu, bitki kendine tohum yapmaya çalışıyor siz ise sebze almaya.

Edindiğim bazı bilgilerin ışığında tohum bırakmak için bazı tiyolar şunlar;

  1. Çarşıdan alınan tohumların hemen hepsi kısır, yani her sene yeniden almak gerekiyor.
  2. Atalık tohumlar ise köylülerin kendi ürünlerinden aldıkları tohumlar, bu tohumlardan alınan ürünlerden kindi tohumlarınızı yapabiliyorsunuz. Atalık tohumlar çarşı tohumu kadar verimli olmayabilir, ancak çevre koşullarına çok daha dayanıklı oluyorlar ve kimyasal kullanmak da gerekmiyor. Bu nedenle eldeki atalık tohumları takas etmek bence çok önemli.
  3. Farklı bir bölgeden alınan tohumları ilk sene sadece tohum almak amacıyla üretmek akıllıca görünüyor, çünkü bitkinin yeni ortama uyum süreci var. Bizim Brezilya’dan getirdiğimiz kocaman bir domates vardı, tohumlarını almış ve geçen yaz bahçeye ekmiştik, ancak çıkan domatesin şekli getirdiğimiz domatese benzemiyordu. Meğer bitki yerinden uzaklaşınca strese girer ve ilk atasının şekline dönebilirmiş. O kadar özenip getirdiğimiz dev boyutlu Brezilya domatesi şekil değiştirdi diye yeniden tohum almamıştık. Kompost gübre yaptığımız için bahçenin çeşitli yerlerinde kendiliğinden bir sürü domates çıkıyor, bu domateslerden uygun yerde çıkanları muhafaza ediyoruz, kışlık sosların çoğunu bu kendiliğinden çıkanlarla yapıyoruz. Bu yıl, Brezilya domatesinden de bir kök çıktı, neredeyse 2 metrekare alan kapladı ve bütün yaz boyunca ince uzun, az çekirdekli çok lezzetli domatesler verdi, artık bizim bahçeye uyum sağladığı ve oldukça da verimli olduğu için bu sefer tohum aldık.
  4. Bir sebze ekecekseniz ihtiyacınızdan fazla kök ekmekte fayda var, bazen siz her şeyi doğru da yapsanız, havalar uygun gitmiyor, verim azalıyor. Tabii birçok kurdun, kuşun, köstebeğin hakkını da düşünmek lazım. Benim tuhaf bir gözleme dayalı inancım var; sanırım sebzeler birbirinden güç alarak ürün veriyorlar; mesela 20 kök domatesten, 5 kök domatesten alacağınız verimin 4 katından fazlasını elde ediyorsunuz. Domates tohumu için sadece beğendiğiniz bir domatesi kullanabilirsiniz ama mesela fasulye gibi bir sebzeden tohum alacaksanız tek sebzeyi değil de mesela 10 kök ektiyseniz, 2,3 kökü tohum için ayırmak ve diğer kökleri hasat etmek akıllıca görünüyor.
  5. Tohum almak için ilk ürünlerden seçmek gerekiyor, bütün yaz boyunca ürün iyice olgunlaşana kadar bekleniyor. Genel olarak tohum alacağınız sebzenin sapı sertleşip kuruyunca artık tohumlar hazır demektir. Domates tohumu alacaksanız domatesi güneş altında güzelce olgunlaşana hatta çürüme belirtileri göstermeye başlayana kadar bekletmekte fayda vardır.
  6. Kavun, karpuz, kabak gibi sebzelerin tohumlarını da kendi kabuğu içerisinde kurutmak daha doğru oluyormuş.
Yumurcak
Dev guduklu
Gene yumurcak

Dev guduklu tohumu

Frenk soğanları gözlerini açtı

Kale lahanalar da miniminnoş

Gübrelenmiş topraklara pazı, ıspanak tohumları atıldı

Bunlar da çarşı fideleri, her cins lahana var

HOMO SAPİENS ÇOKLU SÜRÜ HAYVANIDIR. HER SÜRÜSÜNDE DAVRANIŞI FARKLILAŞIR.

Dünya üzerindeki hayvanların pek çoğu sürü dediğimiz topluluklar halinde yaşarlar. Yaban yaşamında sürü halinde yaşama; yırtıcılardan korunma, türün devamını sağlama açısından oldukça verimli bir yöntem gibi görünüyor. Hemen her sürüde düzeni sağlamak için belli bir hiyerarşi mevcut, çoğu sürüde  yiyecek öncelikle en güçlü olanın, yani soyun devamını getirmesi en olası alfa çiftinin hakkı oluyor. Mesela, çiftleşme kuralları var; bazı sürülerde evlilik/tek eşlilik var (kelaynak, angut) , diğerlerinde gen havuzunu bozmamak için genç ergen erkekleri sürüden dışlama (Afrika’nın birçok memeli sürüsü), bazılarında sadece alfa bireye (aslanlarda erkek, kurtlarda çift) çiftleşme hakkı veriliyor. Çocuk yetiştirmenin de kuralları var, bazı sürülerde anne kadar sürünün diğer dişileri de etkin oluyor; mesela yetim büyüyen yani anne terbiyesi almamış fillerin insanlara saldırdıkları, bu yetimlerin tecrübeli dişi bireylere katılması durumunda ise yola geldikleri bilimsel bir gerçektir.

Ben köyde yaşadıkça Sarıgacıyı gözleyerek onun yaşam alanını sahiplenişini, yavru yetiştirişini, avlanmayı, kendinden büyük yırtıcılardan kokusunu saklamayı öğretişini, sonunda onları özgür bırakışını gördükçe hayvanlara daha çok saygı duyar oldum. Kediler, aslanlar hariç sürü halinde yaşamayı pek sevmezler, buna rağmen eğer yiyecek bolsa, şehirlerde koloniler halinde yaşayabilirler. Koloni yaşamı onların doğalarına uygun olmadığı için bu sıkışık hayatta çok daha sık viral enfeksiyon olduklarını gözlemliyorum. Köyün köpekleri ise mümkün olduğu kadar sürüleşiyorlar, kedilerden çok daha sosyal yaratıklar oldukları kesin.

Dünyayı gezebildiğim o eski güzel günlere dönecek olursam Kenya’da gözlem safarisine çıktığım bir gezi vardı. Serengeti ve Masaimara doğal yaşam alanları başta olmak üzere Kenya ve Tanzanya’da birçok hayvan devasa sürüsü izleme şansım bulmuştum. Orada en büyük sürüyü yapan hayvanlar gnu’lar, bizim bilmediğimiz ata benzer ama boynuzlu bir hayvan türü ve binlercesi bir arada geziyor, onların dışında kalan zebra, gergedan, zürafa ve diğer hayvan sürüleri ise gnu sürüsünün yanında ufacık kalıyorlar. Gnular kadar büyük sürü yapan hayvanlar türleri mesela sığırcık kuşları ya da sardalye gibi balık sürüleri olabilir ancak.

Tekil olarak bir hayvan farklı bir organizmadır, bir hayvan sürüsü ise tamamen faklı bir şeydir. Yabanda bir hayvan eğer tek başına ise yırtıcıdan kaçmak, canını kurtarmak için elinden geleni yapar, sürü içerisinde ise bazı durumlarda sürünün hayrına zayıf, yaşlı ya da yaralı hayvan kendini feda eder.

Bizler yani insanoğlu da sürü hayvanları olarak yaşıyoruz. İnsan da sürü içerisinde tekil olduğu zamandan çok daha farklı davranır.

Aidiyet hissi o denli fazla olabilir ki, aile (biyolojik sürü) içerisinde her türlü istismara maruz kalan bireyler bile sırf bu aidiyetten mahrum kalmamak için her şeye katlanırlar. Normalde karıncayı incitmeyen bir insan tuttuğu takım (taraftarlık sürüsü) maç kaybettiğinde sürüsüyle birlikte holiganlık yapabilir. Bu durum Karadeniz bölgesinde silaha sarılıp havaya ateş etme şeklinde tezahür ederdi, muhtemelen böylece herkes kendi evinin balkonundan sürüsüyle birlikte olma keyfine ulaşabiliyordu. Meslek arkadaşları arasında (sosyal sürülerinden biri) çok farklı davranışlar sergileyen birisi, briç oynadığı (başka bir sosyal sürü) arkadaşlarıyla çok daha farklı davranışlar gösterir. Bunun için insanları en iyi seyahatte ya da içki masasında (yani bildiğiniz doğal sürülerinden farklı bir sürü içerisinde görerek) tanıyabileceğiniz söylenir, tecrübeyle doğruluğu sabit bir sözdür.

Türkçede yalnızlık Allaha mahsus diye bir söz vardır, gerçi bu söz evlilik için söylenir ama evlilik bir aile kurma işi olduğuna göre sürü olmakla ilgili bir atasözüdür. Bizim sürü alışkanlıklarımız ise hayvanlarınkinden benzerlikler gösterdiği gibi farklılıklar da gösteriyor. Galiba en önemli farklılık hayvanların genel olarak bütün ömürleri tek bir sürüde (bazı sürülerde gen havuzunu bozmamak için ergenlik çağındaki erkekler ilk sürüden kovulur ve başka bir sürü oluşturur ya da kendileri bir sürü kurar) geçirirler, sonuç olarak bir anda sadece tek bir sürü içerisinde bulunurlar. İnsanlar ise aynı anda birden çok sürü içerisinde bulunurlar ve hayatlarının aile içerisinde geçen ilk birkaç ayı dışında (ana okuluna başladığı andan itibaren diyelim şuna) her zaman birden fazla sürünün üyesi olurlar. Çocuğunu kreşe gönderen her anne şaşkınlıkla çocuğun okuldayken evde olduğundan çok daha farklı davrandığını gözlemler. İnsanlar bu ikinci (okul) sürüye katıldıkları andan itibaren her bir sürülerinde farklı davranış kalıbı göstermeyi benimser. Mesela aile içerisinde, okul çevresinde, iş çevresinde eğer hobileriniz varsa bu hobilerle ilgilenen çevrelerimizde çok farklı davranışlar gösteririz, sürülerimizde iletişimde bulunduğumuz insanları da aile fertleri, iş arkadaşı, komşu, dost gibi isimlerle anarız.

Herkesin kış komşuları, yazlık site komşuları, kooperatifteki arkadaşları, parti yoldaşları, meslektaşları, fakülte arkadaşları, takım arkadaşları, akşamcıları, sanatseverleri, gezi arkadaşları, yoga arkadaşları, gezginleri, karavancıları daha sayamayacağım kadar çok gurupları (sürüleri) vardır. Kendi adıma konuşuyorum; 2 yıllık sosyal izolasyondan sonra sürülerimin ne kadar değerli oldukları kafama iyice dank etti. Bu yaz aylarında neredeyse bu iki yılın öcünü alırcasına ya ben bir sürümden diğerine koştum, ya da sürülerimden bana koşanları ağırladım.

Derler ki insan en yakınındaki 5 kişinin ortalaması gibi bir şeydir, bence insan biriktirdiği sürülerinin ortalaması gibi bir şeydir daha doğru bir söz.

Sürülerini kaliteli tut, kaliteli yaşa.

Show Buttons
Hide Buttons