Monthly Archives: Ocak 2022

GÖĞE BAKAN KOCAKARI; ŞUBAT 2022

Bu yıl Şubat ayı bir yeniay ile başlıyor, hicri takvim de bir ay döngüsü takvimi olduğu için 2 Şubat’ta Recep ayı (1443 yılı) başlıyor. Yani artık Recep/ Şaban/ Ramazan aylarından oluşan kutsal üç aylara giriyoruz.

Dolunay ise ayın 16’sında gerçekleşecek.

Şubat ayının en önemli özelliklerinden biri de artık Erbain (en soğuk günler) yani karakışın bitip, havaların ısınacağını ilan eden cemrelerin düşme zamanı olmasıdır. Birinci Cemre 20 şubatta havaya, ikinci cemre 27 şubatta suya, üçüncü cemre ise 5 Martta toprağa düşecek.

Artık son yüzyıllar içerisinde mevsimler önce yavaşça artık hızlanarak kaydığı için ben ömrüm boyunca Şubat ayını en soğuk ay olarak yaşadım. Bakalım bu yıl nasıl geçecek?

Şubat ayında soğuk dolayısıyla balıkların en lezzetli olduğu zamandır diyebilirim. Bir Karadeniz’li olarak hamsi, torik ve özellikle de kalkan balığını anmadan geçemeyeceğim.

Akdeniz iklimi olan bölgelerde bahçe işlerine başlanır, ancak bizim köyde Mart ayını beklemek gerekiyor.

Şubat ayının bazı özelliklerinden, özellikle de sevgililer gününden biraz söz etmek istiyorum.

Şubat ayı bu günkü takvimin ilk şeklinin kullanılmaya başlamasından önce yılın en sonundaki takvim dışı bir zamandı. Yıl ilk baharın başladığı Mart aynında başlar, 10 ay kadar sürer, geride kalan zaman ise kışın pek de bir şey yapılmayan boş zamanlar olurdu, çünkü karakışta ne tarım yapabilirsiniz, ne doğru düzgün avlanabilirsiniz ne de savaşabilirsiniz. Yani bu ay neredeyse dünya hayatından tatil yaptığınız ve günlerin dahi sayılmasına gerek görmediğiniz bir zamandı.

Tabii böyle boş zamanların da bir türlü geçememek gibi büyük bir kurusu vardır. Yıllar önce bir şubat ayında Kanada’ya gitmiştim, o karanlık ve soğuk zamanlarında evde oturup can sıkıntısından kurtulmak için olmalı festival üstüne festival yapıyorlardı. Buzlardan inanılmaz heykeller yapıyorlar, bu festival alanlarında sıcak elma şarabı ve bin bir çeşit yiyecekler dağıtılıyor, şehir içlerinde ise her bir derenin, kaldırımın, pistin üzerinde paten kayıyorlar, içki içiyorlar, akla gelen her türlü şekilde günün keyfini çıkarıyorlardı.

Sanırım hayatımda şahit olduğum en soğuk havaydı, ama o zamanda bile insanlar hayattan kopmamayı beceriyordu. Zannedersem eskiden de bir türlü geçmeyen bu soğuk aylarda oyalanma taktikleri vardı. Şimdilerde büyük bir hediyeleşme çılgınlığı şeklinde kutlanılan 14 Şubat sevgililer günü de bunlardan biriydi. Pek çok kişi 14 Şubatın Katolik kilisesinde önemli bir aziz olan Valantin’e adanmış bir gün olarak bilir. Bu azizin konuyla ilgili özelliği, resmen evlenmesi yasak olan askerleri evlendirmesidir.

Oysa ki, günün bir bayram gibi kutlanması çok daha eskiye dayanır; antik Yunandan beri, baş tanrı Zeus ve resmi (!) eşi Hera’nın düğün günü olarak kutlanır. Zeus’un çapkınlıkları dillere destan olsa da kutsal evlilik olarak Hera ile yaptığı düşünüldüğü için bu güne önem atfedilmiştir.  Roma imparatorluğunda ise bu gün bereket tanrısına adanıp adeta bir orji  zamanı olarak kutlanmaya devam edilmiştir.

Sonuç olarak eskilerin çiftleşme bayramını, bu günlerde alışveriş deliliği bayramı olarak kutluyoruz.

KARMA BİZİM MEMLEKETTE NASIL İŞLİYOR?

Karma felsefesi, Hindistan’da ortaya çıkmış, son zamanlarda hemen bütün dünyaya yayılmış bir düşünce sistemidir. Kabaca; ‘eden bulur’ ya da ‘ne ekersen onu biçersin’ inancıdır. Bu ekme/biçme işi bu dünyada meydana gelir, eğer bu hayatta yeterince ödeme yapamadıysan, sonunda borç/alacak kalmayana kadar tekrar tekrar dünyaya gelip durursun.

Buna karşılık semai dinlerde bu dünya hayatında yaptığın işlerden öbür dünyada sorumlu tutulursun, ceza ve ödül ahirete intikal eder. Borçlarını ödeyebilmek için yeniden doğuş yok, bu da mantıklı; çünkü ödeme yapmaya geldiğin her yeni yaşamda yeni borçlar edinmeyeceğinin garantisi yok. Böylece döne döne dünya hayatına geri gelmeye gerek kalmaz.

Yıllar önce, okuma yazması bile olmayan bir kadının anlattığı bir olay, bana halk arasında Müslümanlık inancının içine sindirilmiş bir çeşit karma inanışı olduğunu anlamamı sağlamıştı.

Zaten ‘etme bulma dünyası’ diye özdeyişi olan bir milletten başka ne beklenirdi ki?

Kadın bir gün sokakta çok aç bir hayvan görmüş ve elinde ekmek varmış, ancak sadece kendi tüketecekleri kadar olduğu için aklından geçtiği halde köpeğe ekmek vermemiş, sonra da evine varmadan kaldırımda düşüp, bir hayli berelenmiş.

Kaldırımda açık bir rögar kapağı vardı, ama ona göre düşmesinin tek sebebi köpeğe ekmek vermemesiydi, (bana sorarsanız hata kaldırımı döşeyende, çok mu harici düşündüm?). Kadın ise tamamen faklı kafada, hafif suçların bu dünyada, daha ağır suçların ise diğer dünyada cezalandırılacağına gönülden inanıyordu. Bu da fena bir düşünce sayılmaz, düşüp bacağını morartıyorsun, böylece esas cezandan eksiltiyorsun.

Aslında hayatım boyunca bu düşüncenin izleriyle karşılaştım.

Mesela benim migrenim vardır, mecburi hizmetim sırasında baş ağrısı şekil değiştirmişti, tam altı hafta boyunca aralıksız başım ağrımıştı, öyle böyle bir ağrı değildi, hemen her gün hastaneye gidip damardan ilaç almak zorunda kalmıştım. Başımın ağrısı dayanılmaz hale geldiği zamanlarda beni görenlerin ödü patlıyordu. Bir arkadaşım da bu perişan halimi görüp bana çok özenmişti, söylediklerinden anladığıma göre bu dünyada ahiret cezalarımı çekiyordum, yani Allah’ın şanslı kullarından (dünyada ceza çekecek kadar az günahlı) biriydim.

Evli olmadığı halde hamile kalan bir arkadaşım vardı, o dönemler için bu durum pek de kabul edilebilir bir durum değildi. Teyzelerimden biri; sakın ola onu yargılama, sen de genç bir kızsın, dalga geçersen senin de başına gelebilir diye beni sıkı sıkı öğütlemişti. Yani, onu ayıplamayarak, başıma benzer bir şey gelme ihtimalini ortadan kaldıracaktım. Empati de neymiş? Ya da ben kimim ki onu yargılayayım? Bilemedim.

Yaşım ilerledikçe, öyle bazı olaylarla karşılaştım ki bazı insanlar için karma bu dünyada ve bu hayatta işliyor diye düşünüyorum.

Örnekler ise oldukça bol ve çeşitli; yine bir tanıdığımın başına gelen bir şey bana kuvvetle ‘karma işliyor’ duygusu yaşattı. Oysa her zaman olan olduğu gibidir, olaylara biz duygu atfederiz diye düşünürüm ya da öyle düşündüğümü zannederim.

Fakat daha farklı eden bulur hikayelerini anonim olarak anlatacağım. Bir hemşire arkadaşımı, senin çalışma saatlerin belli değil, kim bilir nöbette doktorlarla neler yapıyorsunuz diyerek terk eden ve yıllar sonra çalıştırmadığı karısını kendi evinde ve yatağında, bir polisle basan adam mesela.

Aşırı çapkın bir arkadaşımın, nihayet evlendiğinde kadının ondan daha çapkın çıkması mesela. Bu çocuk evlenmeden benim yatağa atamayacağım kız yoktur diyerek övünen ve gerçekten de her hafta farklı bir kızla gezen biriydi. İlginç olarak, kızlar terk edildikten sonra çok üzülür ve aylarca ardından koşarlardı. Günün birinde çok tatlı bir kızı çok üzmüştü, ben de bak ah alıyorsun sonunda elbet seni de aldatacaklar demiştim, beni boynuzlayacak kadının alnını karışlarım cevabını vermişti.

Nihayet evlendi, bir çocuğu oldu ve gerçekten de duruldu. Derken bir sürü olaylar olmuş, karısı bundan boşanabilmek için onu aldattığını açıklayarak ( hatta ispatlayarak) dava açmış. Bizimki, hakim bey, ben karımı seviyorum, bizi boşamayın, yuvam yıkılmasın diye yalvarmış. Hakim bile dayanamayıp, bizimkine ağzına geleni söylemiş.  

Sarp kapısı açılıp da bütün Rusya Federasyonu halkının, Doğu Karadeniz bölgesine akın ettiği o zamanlarda bir nesil kadın kendilerini ailesi için feda etti, burada seks işçisi olarak çalışıp memleketteki ailelerine baktılar. Bu kadınlardan biraz daha şanslı olanı kendine bir erkek bulup, çoğu ikinci eş (nadiren ilk eş) olarak yaşayarak, o adamdan bir de çocuk yapıp, bir dereceye kadar kendilerini de kurtarmış oldular. Bu yıllar bizim tarihe tanıklık ettiğimiz bir başka sosyal olgudur. Bu ikinci eş, metres, seks işçisi olarak ailelerini bakan kadınlar arasında Bolşoy balerininden tutun, tıp doktoruna, makine mühendisine kadar ne kadınlar vardı.

Her neyse bu farklı bir konu, ama bizim akrabalardan biri çok yüksek sesle kocası bir metres tutmuş diğer akrabalarla dalga geçiyordu. Kahkahalar atıyor, zalimce eğer siz kadın olsanız, kocanız başka karı aramazdı, adam da ne yapsın bakıyor evde bir gudubet, tabii gidip o güzelim kadınlar birlikte oluyor filan diyordu. Ayrıca aldatılan bu kadınlarda birazcık gurur olsa boşanacaklarını, kocalarının başka bir kadınla birlikte olduğunu bile bile nasıl olup da birlikte yaşadıklarını, gayet müstehcen ve kaba sözlerle anlatır dururdu.

Burada olayın devamını yazmama gerek yok herhalde.

Son duyduğum olay ise bu kadar basit değildi. Olay, çok tanınabilir ve acı verici olduğu için yazmıyorum, ama bu olay yaşandığı dönemlerde, kimsenin toplum içinde çizdiği resme göre yaşamadığını düşünmüş ve konuya dahil olan herkesle arkadaşlığımı sınırlamıştım.

Son duruma bakıp, eğer yukarıdaki teori doğru ise demek ki bazen daha büyük günahların cezası da bu dünyada çekilebiliyor diye düşündüm.

OLMAZ OLMAZ DEMEYİN, OLMAZ OLMAZ

Gece en az 20 yıl öncesindeki bir hasta rüyama girdi. KTÜ’deki ilk yıllarımdı. Sabah saatlerinde gece acile gelip de hastaneye yatan hastalarımızı tartıştığımız bir toplantı yapardık. Böylece saat 11deki konsültan vizitine kadar asistan arkadaşlarımız gereken tetkikleri yapmak için fırsat bulurdu.

Bir nöbette menenjitli 10 yaş civarında bir erkek çocuk yatırmışlardı. Hasta ilgimi çekti çünkü alınan beyin omurilik sıvısında aşırı derecede iltihap hücresi vardı. Bir başka dikkat çeken şey de; 2 gün önce çocuğun kafasından yaralandığını söylemeleriydi. Bu kafa yarası da çok dikkat çekiciydi; hastamız, arkadaşlarıyla, zıpkınla balık tutmaya gitmiş, nasıl olduysa zıpkın çocuğun başına batmış, hastaneye götürülmüş, önemli bir şey bulunamamış, pansuman yapılıp eve gönderilmiş. Gerçekten bizim arkadaşlar da kafada bir yara izi bulamamışlar, ancak aile bu hikayede ısrarlı olduğu için dosyaya kayıt etmişlerdi.

O zamanlar henüz MR yokru, BT ise sadece menenjitli vakalarda rutin bir uygulama değildi.

Bu hastanın yüzünde belirgin bir yara izi olmamasına rağmen,  iltihap hücreleri aşırı derecede olmasından kuşkulanmış ve BT çekilmesini istemiştim. İnanılır gibi değil ama 15 santim uzunluğunda en kalın yeri 2 santimden geniş, iğ şeklinde kurşun materyal (zıpkın ucu imiş) çocuğun kafatasının içinde her iki beyin lobunun tam ortasındaki kör alanda boylu boyunca uzanıyordu.

Kocaman kurşun parçası çocuğun burun deliğinden girmiş, burun tavanını parçalayarak boylu boyunca beynin ortasındaki boşluktan, her iki beyin lobunu yanlara doğru ayırarak içeri girmiş, böylece dışarıdan görünen bir yarası olmadan istesen yerleştiremeyeceğin kadar düzgün bir şekilde kafaya saplanmış.

Tabii vücut yabancı cismi olduğu yerde tutmaz, atmak için hemen iltihap oluşturur. Çocukta da olan buydu, eğer BT çektirmemiş olsaydık, yabancı cismi beyin cerrahları ameliyatla çıkartmasaydı, bu menenjiti asla tedavi edemezdik ve çocuğu kaybederdik.

Bu hasta aklıma gelince başka bir sürü yabancı cisim daha hatırladım. Mesela daha asistanken hafta sonu acilde çalışırken ergen yaşta bir erkek çocuk tükenmez kalem kapağı yutma şikayeti ile getirildi. Hastanın muayenesi ve akciğer filmi tamamen normaldi. Aileye dışkıda yabancı cisim takibi önerdim, hiç ihtimal vermemekle birlikte (çocuk hiç öksürmemişti, nefes borusuna kaçırdığını düşünmüyordu) gene de öksürük ya da ateş gibi bir şey olursa hiç beklemeden getirmelerini söylemiştim. Tesadüf bu ya o ay adolesan polikliniğinde çalışıyordum ve 2 gün geçmeden aynı çocuk, ateşli bir halde karşımdaydı, ve hala hiçbir solunum şikayeti belirtmiyordu. Tabii ki muayenede solunum sesleri bozulmuş, filmde ise sağ alt akciğer lobu tamamen kapalıydı. Aileye durumu daha önce izah etmiş olduğum için, bronkoskopiye hemen müsaade ettiler.

Bu hastayı da hiç unutmadım; koskoca tükenmez kalem kapağı çocuğun tam da ana soluk borusunun iki akciğere ayrıldığı noktaya yerleşmişti. Sağ ana bronşu tamamen tıkamıştı, kapağın ucu da diğer ana bronşu yarım olarak tıkıyordu. Bu kadar büyük bir yabancı cismin akciğere kaçabileceğini böylece öğrenmiş oldum ve daha sonra yıllar içinde bu şekilde 2 vakaya daha şahit oldum.

Tedaviye rağmen düzelmeyen lober ya da lobuler pnomoni saptadınız, akciğerin diğer alanları temiz görünüyorsa ve hastanın hikayesi de ani başlangıçlıysa mutlaka bronkoskopi yaptırın. En çok da sağ alt lopta görülüyor. Bu sözlerim genç meslektaşlarıma öğüt olsun. Akciğerde tükenmez kalem ucu, kolonya şişesinin tıpası, bütün fındık, ay çekirdeği kabuğu, ambalaj kağıdı ve daha neler bulunduğuna şahit oldum, bilseniz.

Bir başka yabancı cisim hikayesi de küçük kız çocuklarında vajina içerisinde tuvalet kağıdı topağı bulunmasıdır. Hastayı bana genellikle erken ergenlik kuşkusuyla getirirlerdi, ancak ergenliğe dair tek şikayet vajinal kanama olurdu. Onu da ciddi sorgulayınca kanamadan ziyade iltihap olduğu anlaşılırdı. Bu vakadan da bir çok gördüm, yalnız bir kere oldukça ufak bir kızın vajeninden saç tokası çıkmıştı. Bu vakada istismar yönünde bir bulguya da rastlayamamıştık.

Birkaç hastada da dış kulak yolunda kulak çubuğu pamuğu, birinde ölü bir böcek, bir diğerinde ambalaj kağıdı buldum. Elbette bu vakalarda yabancı cisimler, aşırı büyük kulak kirinin arasından eğer ararsanız, çıkıyorlar.

Yemek ve sindirim borusundaki çengelli iğne, toplu iğne, kemik, para, misket, oyuncak parçalarını saymıyorum bile. Zaten bunların çoğunu çocuk cerrahları takip ediyordu.

Bütün bu yabancı cisimlerin en önemli özelliği, eğer metal değilse normal röntgende herhangi bir şey görülmemesi. Dolayısıyla burada hikaye almanın önemi ortaya çıkıyor.

Ve herhangi bir şey bulamasanız da aileye her ihtimali anlatmanız ve gözlem yapmasını istemeniz gerekiyor.

İlk anlattığım hastada aileye eğer akciğerine kaçtıysa neler olacağını çok ayrıntılı anlatmıştım. Sonradan aile bana eğer bizi bu kadar net uyarmamış olsaydınız, ateşlendiği zaman artık hafta içi olduğu için kendi doktoruna giderdik ve bu kalem kapağı hikayesini (muhtemelen yuttu diye) doktora söylemeyi aklımıza bile getirmezdik demişlerdi. Çünkü aile de çocuk da kapağı yuttuğunu düşünüyordu, midesi falan delinir mi endişesiyle gelmişlerdi. Kalem kapağının akciğerine kaçmış olabileceğini söylediğimde içlerinden benimle alay etmişler.

Çok açık bir şekilde eğer öksürmeye başlarsa, ateşlenirse mutlaka doktora gidin ve akciğerine yabancı cisim kaçırdığından kuşkulandığınızı anlatın diye defalarca tembihlemiştim. Hatta bronkoskopi (akciğer endoskopisi)  seçeneğinden bile söz etmişim. Çok kısa bir süre sonra çocuk ateşlenince doktor hanımın bir bildiği vardı ki bizi bu kadar ısrarla uyardı diye düşünmüşler, Hacettepe’ye bronkoskopi için gelmişler.

Bizim meslekte, her boyayı boyayacaksın; hafiyelik de yapacaksın, öğretmenlik de ve daha bir çok şey.

TABİİ HERŞEYİ DOZUNDA YAPACAKSIN.

MERCİMEK ve KIŞ SEBZESİ SOSLU, EKMEK KIRINTILI FIRINDA KARNABAHAR

Bu gün bahçede ve evde az kalmış ne varsa yemeği yaptım.

İÇİNDEKİLER

1 avuç yeşil mercimek

1 adet soğan

2 diş sarımsak

5/6 yaprak ıspanak

4/6 adet turp

Yarım havuç

1 adet karnabahar

Birkaç dilim bayat ekmek

Zeytinyağı

Biber salçası

Tuz, kimyon, kişniş, karabiber

YAPILIŞI

Mercimekleri hafifçe yumuşayana kadar haşlayıp, süzdüm. Soğan, sarımsak, turp ve havuçları rengi şeffaflaşana kadar zeytinyağında soteledim, karışıma haşlanmış mercimekleri, ıspanakları (çiğ) ve baharat (tuz, kimyon, karabiber, toz biber) ekledim. Çok az su ile biraz daha pişirdim.

Karnabaharı, ufak parçalara parçaya böldüm, zeytinyağı ve baharat karışımına bulayarak sürerek 180 derecede fırında 40 dakika karnabahar iyice pişene kadar pişirdim.  

Karnabahar üzerine mercimekli sebze karışımını döktüm. Tepsinin en üzerine bayat ekmekleri hafifçe ıslatıp, parçalayarak serptim. Bir miktar salçayı suda açarak ekmeklerin üzerine koydum.

On dakika kadar üzeri örtülü, 10 dakika kadar da üzeri açık bir şekilde fırında pişirdim.

Bence hem bayat ekmeklerin hem de az kalmış sebzelerin değerlendiği çok güzel bir yemek ortaya çıktı.

Bu sene bahçede turp oldukça fazla oldu, hem fırında hem de sotelenmiş hali oldukça lezzetli oluyor.

KIŞ BAHÇESİNDEN İLHAM ALAN 2 TARİF; TARHANALI KIŞ SEBZELERİ TÜRLÜSÜ ve YALANCI BOŞNAK BÖREĞİ

Bu yıl ilk kez ellerimle sebze diktim ve heyecanla onların büyüyüp serpilmelerini bekledim. Neyse ki bahçe beni utandırmadı, henüz kendime yeşil parmak diyemesem de bitkilerin çoğu iyi durumda ve yemek pişirmek için bahçeden ürün almaya başladım. Sebzelerden şu anda yenebilecek kadar büyüyenler ıspanak, karnabahar, brokoli, pırasa, marul, pazı, kişniş, dereotu ve turp.

Bu gün bahçedeki ürünleri kullanarak 2 ayrı tarif yaptım.

TARHANALI KIŞ TÜRLÜSÜ

İÇİNDEKİLER

Bir adet karnabahar

1 adet brokoli

1 adet soğan

200 gram kadar bal kabağı (balkabağı da bahçeden, tatlı yapacak büyüklükte kesip derin dondurucuda saklıyorum) yerine havuç da kullanılabilir

Yarım çay bardağı zeytinyağı

2 kaşık tarhana

1 avuç kadar karışık sebze kurusu ( bu sene biz kurutmadık, marketlerde satılan hazır karışımlardan kullandım)

Tuz, kimyon, zerdeçal

YAPILIŞI

Tarhana ve sebze kurusu karışımının üzerine kaynar su döküp, iyice karıştırdım, tarhana açılana kadar bekledim.

Soğanı julyen doğrayıp, zeytinyağında soteledim.

İnce kesilmiş kabakları, küçük parçalara ayrılmış brokoli ve karnabaharı soğanlara ekleyerek tencerenin kapağını kapattım. Orta ateşte sebzelerin kendi sularında biraz yumuşamalarına yetecek kadar pişirdim.

(Bu aşamada kabaklar buzluktan çıktıkları için  erken piştiler ve hafifçe dağıldılar, karnabaharın  yumuşamasını  bekledikten sonra koysam daha iyi olacakmış.)

Sebzeler hafifçe yumuşadıktan sonra tencereye tarhana  ve kuru sebzeli suyu döktüm ve birkaç kez karıştırdıktan sonra kısık ateşte yemeğin pişmesini bekledim.

Baharat olarak tuz, zerdeçal ve kimyon kullandım.

Servis aşamasında kornişon turşusunu ince dilimler şeklinde doğrayıp tabağa ekledim.

Gerçekten çok lezzetli bir yemek oldu.

YALANCI BOŞNAK BÖREĞİ

İÇİNDEKİLER

3 adet yufka

1 yemek kaşığı tereyağı

Yarım çay bardağı zeytinyağı

1 bardak yoğurt

1 şişe soda

5 adet pırasa

YAPILIŞI

Pırasaları ince ince doğrayıp, iyice yumuşayana kadar zeytinyağı ile soteledim. Pırasalar soğuduktan sonra bir kase içine alıp, yoğurtla karıştırdım.

Yufkaları ıslatmak için başka bir kasede zeytinyağı ve sodayı karıştırdım.

Tavanın altına yarım kaşık kadar tereyağı sürdüm. İlk yufkayı tavanın kenarlarından taşacak şekilde tavaya serdim. Üzerine yarım yufkayı kırıştırarak koydum. Bundan sonra pırasalı yoğurtlu karışımı düzgünce yaydım. Üzerine bir yufkayı daha kabaca koyarak, soda ve yağlı karışımı döktüm. Kalan yarım yufkayı üste koyup, en alttaki yufkanın kenarlarını da üzerine kapattım.

On dakika kadar sıvıları çekmesini bekleyip, ocak üzerinde altı ve üstü kızarana kadar kontrollü bir şekilde pişirdim.

Gerçek Boşnak böreğine yaklaşamasa da oldukça pratik ve lezzetli bir börek oldu.

Show Buttons
Hide Buttons