Monthly Archives: Ocak 2023

GÖĞE BAKAN KOCA KARI; 2023 ŞUBAT

Gene geldik cüce şubat ayına, adını Süryanice ya da İbraniceden almış bir aydır. Eskiden bu ay hiçbir işin yapılmadığı bir vakit olduğu için zamandan bile sayılmayan, yılın son günleri kabul edilen isimsiz bir süreçmiş , sonradan Roma imparatorları sayesinde aydan sayılmış, ne olduysa olmuş, yıl başı değiştirilmiş, yılın ikinci ayı olmuş, adı muhtemelen tatil (Şabat) anlamını taşıyor. Yılın en soğuk ayları içerisindedir, son yıllarda mevsim kayması bu denli belirgin hale gelince kış mevsiminin sonu değil de başı halini aldı.

Şubat başlangıcında Hamsin ( 40 günlük Zemheriden sonra, 50 günlük ikinci soğuk zaman) başlar.

Bu yıl Şubat ayı kutsal üç aylara denk geldi, ayın ilk 3 haftası Recep ayı, 21inden sonra da Şaban ayı olacak; 17 Şubat ise Miraç kandili.

Bu ay, 5 şubatta, aslan burcunda dolunay, 20 şubatta ise balık burcunda yeniay gerçekleşecek. Astrolojik anlamda ilginç olarak bu ay boyunca hiç retro harekette gezegen yok. Astronomik olarak ilginç olaylar ise; 22 şubatta ay Venüs Jüpiter çok yakın, 28ta ise şubat ay ve mars yakın olarak gözlenebilecekler.

Şubat ayının ilk iki günü ise Pagan doğa bayramlarından İmbolc’tur. Kuzey Ülkelerinde, yılın önemli doğa döngülerinden biri kabul edilirdi. Toprağın ısınmaya başladığı, ateş tanrıçasının uyandığı ve artık doğanın yavaşça uyanmaya başladığı bu günler, ruhsal arınma ritüelleri ile geçirilirdi.

Bu tarihler artık Kardelenlerin yavaşça karı delerek gün ışığına yüz göstermeye başladığı zamandır.

Bizim toprakların geleneğinde ise benzer şekilde Şubatın son iki haftası ve Martın ilk haftası, havaya, suya ve toprağa cemrelerin (ateş) düştüğüne inanılır.

Şubat ayı balıkların en güzel ve yağlı olduğu aylardan biridir.

UZUN ZAMAN ÜZERİNE BİR ÇAY MASASI HAZIRLADIM, KENDİ YORUMUMLA BURSA USULÜ SÜT HELVASI, KISACA VİŞNELİ BUZLUK SARMASI VE BİR DE DİP SOS TARİFİ PAYLAŞACAĞIM

Gelibolu ilçesinde birkaç kişi ile tanıştım, sanırım bu hanımlarda belli bir ilgi uyandı ve beni tanımak için çok hevesli görünüyorlar. Gelibolu; özellikle de arabayı Lapseki’de bırakıp feribotla yay geçince gitmesi oldukça kolay ve keyifli bir yer, ben de bu yeni arkadaşlarla buluşmanın Çanakkale içinde oturanlarla buluşmaktan çok da zor olmadığını fark ettiğim için sosyal bir meclis oluşturmaya başladık. Uzun sözün kısası günlük yaşamımda, pek de klasik kadın günlerine benzemeyen, felsefi sohbetli bir takım toplantılar oluşmaya başladı.
Uzun zaman üzerine çay masaları hazırlamaya başladım. Bu hafta sonu masamdan bazı tarifleri paylaşmak istedim.

BURSA UZULÜ SÜT HELVASI (AYŞENUR VERSİYON)
İÇİNDEKİLER
1 litre süt
1 su bardağı toz şeker
5 yemek kaşığı sadeyağ
5 yemek kaşığı un
1 yumurta sarısı
1 yemek kaşığı portakal kabuğu şekerlemesi (asıl tarifte vanilya var)

YAPILIŞI
Portakal iyice yıkandıktan sonra, kabukları ince bir rende ile ( acı olmaması için beyaz kısımlarını almayarak) rendeleniyor ve toz şekerin içerisine basılıyor. Bu karışım yıllarca buzdolabında bozulmadan kalabiliyor. Vanilya kullanılacak her tarifte, paket vanilya yerine kullanılabilir. Tabii gerçek vanilya ya da özütünüz varsa sözüm size değil.
Sadeyağ yapılışı; tereyağı eritilip, üzerindeki köpükler ve alttaki posalardan temizlenerek elde edilir. Ayran ve kazeinden arındırılmış sadeyağ (ghe) çok değerli ve oldukça da dayanıklı bir yağdır, tereyağı kullanılacak her tarifte kullanılabilir.
Şeker ve portakal kabuğu şekerlemesi sütün içine katılarak bir tencereye alınıyor, şeker tamamen eriyene kadar süt ısıtılıyor.
Bir tavada un ve sadeyağ, unun çiğ kokusu gidene kadar kavrulur. Eğer tarifi orijinaldeki gibi vanilya ile yapacaksanız, lütfen kısık ateşte, unun rngini çevirmeden işlemi bitirin. Benim tarif ise portakaldan ötürü biraz sarımtırak olacağı için biraz renk dönse de önemi yok.
Tavaya şekerli sütü yavaş yavaş iyice karıştırarak katıp, muhallebi haline getirilir. Muhallebiden az bir miktar, bir kaseye alıp soğuttuktan sonra yumurta sarısını ekleyip iyice karıştırdıktan sonra, bu karışım bütün muhallebiye katılıp pürüzsüz olana kadar çırpılır. Bundan sonra tüm muhallebi kıvam alana kadar pişirilir. Bundan sonrası isteğe bağlı, isteyen bu şekilde kaselerde koyup servis etsin, isteyen borcam ya da küçük güveç kaplarına koyup, 240 derece fırında 15 dakika üzerini kızarttıktan sonra servis etsin.

VİŞNELİ BUZLUK SARMASI
İÇİNDEKİLER
Yaprak sarması (Yazın taze yapraktan sarıp buzlukta saklanmış)
Vişne (Buzlukta saklanmış taze vişne)
Zeytinyağı, tuz, su
YAPILIŞI
Biz asma yaprağı saklayınca ya da salamura edince kullanmadığımızı keşfettik. Yazdan taze yaprak toplayıp, pirinçli sarma yapıp, yarım kiloluk saklama paketlerinde bu şekilde saklıyoruz. Vişneleri de benzer şekilde, 150 gramlık paketlerde buzlukta saklamıştım.
Buzluğa koyulacak sarma paketlerini şu şekilde hazırlarken dikkat edilecekler. 1) Normal sarma yapar gibi yapraklar biraz haşlanıyor. 2) İç malzemesi de klasik usul hazırlanıyor. 3) İç malzeme yapraklara sarılıp paketleniyor.
Kışın her iki paketi de buzluktan çıkartıp donu çözülene kadar bekliyorum. Sonra uygun bir tencereye düzgünce dizip, üzerine vişneleri ekliyorum. Biraz su, tuz ve zeytinyağı da koyarak bir taşım kaynatıp, kısık ateşte yaprak iyice yumuşayana kadar pişiriyorum. Hazır.

HER ŞEYE UYAR LABNELİ DİPSOS
İÇİNDEKİLER
1 paket labne peyniri (bunun yerine süzme yoğurt da kullanılabilir)
1 yemek kaşığı hardal
2 yemek kaşığı mayonez
5-6 adet kornişon
1 yemek kaşığı dolusu kapari
Yarım demek dereotu
3 adet lavaş
Zeytinyağı
Baharat karışımı

YAPILIŞI
Peynir (ya da yoğurt), hardal ve mayonez iyice karıştırılır. Bu karışımın tadına bakarak hardal ve mayonez miktarını zevkinize göre artırabilirsiniz. İnce kıyılmış kornişon turşusu, kapari ve dereotu eklenerek iyice karıştırılır. Bu sos makarna, patates, cips, hamburger, her neyin yanına koyarsanız çok seviliyor.
Bu sefer lavaş ekmeklerini üçgenler şeklinde kesip baharat karışımı( Mısır çarşısından patates baharatı diye almıştım, sadece tuz ve biraz acı biber de mümkün) ve zeytinyağı ile harmanlayıp fırında biraz kıtırlaştırdım. Hepsi bu kadar.

Dİpsos tabağı
Yanardağ pozu verdiğim sarmalar
Kanlıca mantarlı börek
Ot tava
Portakallı süt helvası
Üzümlü, kayısılı, cevizli kek

KAÇKAR GÜNLERİMİ ANIMSATAN BİR PAZAR GÜNÜ

Etrafı tanımak ve doğada zaman geçirmek için birkaç gezi gurubuna üye oldum. Bu guruplar her hafta sonu çok güzel parkurlarda, köylerde, antik kentlerde, derelerde, ormanlarda dağlarda, yürüyüş yapıyorlar. Genelde, tarihi mekanlar için konuya hakim bir rehber de bulunuyor, köylerden geçerken bazen gurup içinde bu köyde büyümüş insanlar çıkıyor, bu sayede kendi başıma gezerek elde edemeyeceğim bilgiye ulaşabiliyorum. Çok sık gidemesem de çok merak ettiğim bölgelere yapılan gezilere katılmaya gayret ediyorum.

Geçtiğimiz hafta sonu daha önce adını bile duymadığım Gürleyik şelalesine ve zaman kalırsa Zeus Altarına bir gezi düzenleneceğini öğrenince geziye katıldım. Zeus Altar’ını özellikle merak ediyordum, daha önce gitme teşebbüsünde bulunmuş fakat yerini bulamayıp, meğer  500 metre yakınında bir yerde çay içip geri dönmüştüm. Gürleyik şelalesi ise, Çanakkale ile Balıkesir il sınırlarını çizen Mıhlı Çayının üzerinde bir şelale imiş, turizme açık olmadığı için daha önce adını duymamışım. Mıhlı Çayı üzerinde bulunan Mıhlı Şelale’si ise turizme açıktır ve daha önce gitmiştim. Mıhlı Şelale’sinin (son kilometrelerde yol hayli bozuk olmasına karşılık) hemen dibine kadar araçla gidilebiliyor. Bu şelale çok güzel bir kayalık kanyon içerisinde birbirini takip eden havuzlar şeklinde çok güzel bir şelale, ancak havuzların içine kadar ulaşan tesisler nedeniyle cazibesini büyük ölçüde yitirmiş durumda. Gürleyik Şelalesi ise tamamen ayrı bir mevzu, sadece yerel köylülerin ya da yerel yürüyüş guruplarının bildiği bir yer, yani tamamen bakir.

Her zaman olduğu gibi şehirde buluşup, minibüse doluştuk, Edremit Körfezine giden yolu çok kolaylaştıran, yapımı bu yıl bitmiş tünellerden geçerek Küçükkuyu’ya vardık. Körfezi bilenler bilir, Çanakkale’ye bağlı Küçükkuyu’nun nerede bitip, Balıkesir topraklarının nerede başladığı ilk bakışta anlaşılmaz, bütün körfez nereyse Burhaniye’ye kadar birbirine bitişik yerleşim alanı halindedir. İki şehir topraklarının sınırı Mıhlı Çayı boyunca çizilmiştir.

Küçükkuyu’da çok güzel manzarası olan Kaz Dağının yamacında kurulmuş; Adatepe, Adatepebaşı ve Bahçedere köyleri var. Şelaleye  bu köylerden geçerek gidiliyor. Biz önce bir köy kahvesinde oturup, yanımızda getirdiğimiz malzemelerle kahvaltı yaptık. Köyden çıkar çıkmaz orman yoluna sardık, navigasyona güvenip birkaç kez kaybolduktan sonra mantar toplamaya çıkmış köylülere sorarak doğru yolu bulduk. Demek ki atadan dededen kalma usulleri hemen öyle terk etmemek lazım. Teknoloji, teknoloji nereye kadar? Yol boyunca mantar toplayan, orman içerisindeki hayvan damlarına yem getiren köylüler, piknik yapan şehirliler, domuz avına çıkan avcılar,  orman yollarını açan traktörler yani birçok insanla karşılaştık.

Arabayı terk ettiğimiz son noktada orman yolunda çalışma vardı, 500 metrelik yolu çamurdan aşamayıp, yamaçtan geçmek zorunda kaldık. Bundan sonra ise bir Allah kuluna rastlamadan saatlerce yürüdük. Bu yürüyüş önce hayal meyal seçilen orman yolundan, daha sonra ise çayların üzerinden atlayarak, kayalarda resimler çektirerek, ormana, denize, uzaktan görünen ada siluetlerine bakarak, derin vadilerin yamacındaki incecik patikalardan yürüdük. Son olarak artık patika filan da bitti, yolu gösteren taş kuleler ve taşlara çizilmiş oklar dışında yol gösteren hiçbir şey kalmadı. Sadece daha önce şelaleye gitmiş biri ve içgüdülerimiz dışında pek bir şey kalmadı. Vadi yamacı dağdan yuvarlanmış dev kayalar halini aldı, bence ayakkabılarım bu yürüyüşe uygun değildi, gene de son etaba kadar yürümeye devam ettim. Bu şelale de muhteşem bir kaya kanyondan küçük kırımlar ve tesbih gibi dizili göllerden oluşan muhteşem bir şelale, el değmemiş olduğu için muhteşem.

Oldukça zahmetli bir yoldu, toplamda benim için 4 saat gurubun tamamı için ise 5 saat sürdü. Çünkü ben dönüş yolunda tamamen yalnız kalmak için önden hızlıca yürüdüm. Bir saatten uzun süre orman içinde tamamen yalnız yürümek gibi bir deneyim daha yok. Oldukça zahmetli bir yürüyüş olduğu halde hepimiz çok mutlu olduk, aklımda hep Kaçkar Dağların yürüyüş yaptığım günler vardı, nereyse dejavu yaşadım.

Dönüşte gene aynı köyde elimizdeki yiyecekleri yedik, artanları köpeklere verdik,  simit yemekten göbekleri şişti.

Neyse ki Zeus Altarına gidecek kadar da vakit kaldı. Altar; bir tapınak değil, sadece kurban kesilen kutsal bir alan, Anadolu’da Zeus’a adanan altar çok nadir. Zannediyorum, bu altarı en çok denizciler, sefere çıkmadan önce kullanmışlardır. Şu anda ise tam bir seyir terası; Mıhlı Çayının kanyonunun kıyısında, uçuruma fışkıran, inanılmaz geniş görüş alanı olan kartal yuvası gibi bir kayanın üzerinde bulunuyor. Muhteşem bir gün batımı manzarası olduğu için oraya vardığımızda üzerinde onlarca kişi vardı. Bütün körfez, Midilli adası, Ayvalık adaları, gök, deniz, orman, gün batımı ayaklar altında, nasıl anlatayım?

Yerlerde yeni yağan yağmurun çamuru, yüzümüzde ilkbahar havası, erkenden çiçek açmış badem ağaçları maalesef iklim krizinin ayak sesleriydi, bunlardan hiç mutlu olmadım. Yalnız o bölgedeki köyler, zeytin ağaçları, organik zeytin fabrikaları çok güzel, görülesi.

Adapetebaşı köyünde bana Karadenizi hatırlatan başka bir manzara daha gördüm. Yollar bazen uçurum kenarında, bazen de tam sırtın üzerinde yer alıyor. Aynen bizim köyler gibi uçurumun kenarında mezarlıklar da var. Öyle bir mezar düşünün ki, başında Fatiha okurken, azıcık ayağın kaysa, kendini uçurumun dibinde bulur, maazallah kendin Fatihalık olursun. İşte bu yollar, mezarlıklar da neredeyse bizim aile mezarlığına giden yol ve aile mezarlığını hatırlattı.

Bu ülkenin her köşesi cennet, gittiğimiz köşe de oldukça vahşi tabiatlı bir cennet. Kelimelerim kifayetsiz kalıyor.

Bacaklarım, belim koptu gitti, ama bu deneyim her şeye değer. Toplamda yirmi bin civarında adım atıp, o zahmetli dağda 11-12 kilometre yürümüşüz. Ben günde 7-8 km yol yürüyorum, normal yol olsa hiç yorulmazdım ama bu yolda yarısı kadar da yürümüş olsak yorulurdum. Ertesi gün bedenimdeki hemen her kasım ağrıyordu.

TUHAF BİR MİRAS HİKAYESİ, GARİPSENEBİLECEK KARARIMA EVRENDEN ONAY

Geçen yılın ocak ayında başıma tuhaf bir miras meselesi geldi, içim sıkıntıdan şişti, nihayet, tam da bu haberin yıldönümünde tünelin sonunda ışık görünmeye başladı.

Zaten aileden gelen çok ortaklı, çok bölünmüş, çok karışık bir takım miras mallarımız var. Doğalgaz ve yol çalışmaları nedeniyle bir sürü istimlak işleri oluyor, mesela BOTAŞ ya da Kara Yolları tarafından mahkeme kararları geliyor, sonra gene benzer resmi evraklarla komik denilebilecek kadar az istimlak paralarının haberi geliyor. İstimlak edilen yerler çok parçalı olduğu için, her biri için farklı kağıtlar geliyor. Sonuç olarak postacı neredeyse her Salı günü mahkemeden gelen resmi kağıtlar getiriyor (her bir mesele için, evdeki kelle sayısına göre 3 ayrı kağıt), postacı çoğunlukla bizim evde olmadığımız zaman geldiği için evrakları muhtara teslim ediyor. Bunun dışında her bayramda, yılbaşında yeğenimin avukatlık bürosundan tebrik kartları geliyor, bunlar da bazen bizden önce muhtara ulaşıyor, köyde bir heyecan dalgası esiyor. Muhtara, bizi kanun kaçağı sanmasın diye bir sürü izahat vermek zorunda kaldım.

Geçen yılbaşında bu mahkeme kağıtları bir anda 3 katına çıktı, her hafta 2-3 adet tebliğ geliyor. Bu olağan dışı artışın nedeni ise; en az 50 yıldan beri görmediğimiz bir akrabamız vefat etmiş, hiç mirasçısı olmadığı için de onun malları biz de dahil olmak üzere, bazılarının adını bile duymadığım yaklaşık 20 kişiye miras kalmış, kadın ölünce kredi kartındaki taksitler ödenmemiş, bankalar da gecikme cezasıyla birlikte ölü kadını icraya vermişler, tabii borcu biz mirasçılarına kalmış, icra bize geliyor. Aslında çok da borcu yok, bir hayli de malı var, fakat bu mirası kabul etmek istemiyorum. Her şeyden önce kadınla bir gönül bağım yok; üstelik o kadar hastalık çekmiş, hiçbir yardımım olmamış, onun malı bana yaramaz. Hiç sevmem öyle şeyleri, içime darlıklar geldi, benim bu yükten kurtulmam lazım. Ben zaten başkasının kullandığı bir şeyleri, özellikle de mücevherleri kullanmayı hiç sevmem, eşyaların üzerine kişinin enerjisi siner diye düşünürüm, o varlıktan sana sevgi mi yoksa lanet mi geleceğini bilemezsin. Bu sebeple sadece tanıdığım ve enerjisini istediğim insanların kullandığı eşyaları ya da aile yadigarlarını kullanırım. Gerçekten de bazı eşyalardan inanılmaz bir sıkıntı duyarım. Bu kadından da çoğunlukla toprak kalmış, hele o toprakların üzerimdeki baskısı inanılmaz ağırdı.

Biz reddi miras davası açtık, meğer ölümünden sonra ilk ayda açılması gerekiyormuş, ama bizim öldüğünden bile haberimiz yoktu ki dava açalım, haberim olsa bile mirasının bana düşeceğini akıl edemezdim doğrusu. Sonuç olarak bizim mirası ret etmek için mahkemede bizim ölen kişiyle, yıllardır görüşmediğimizi, dolayısıyla ölümünden haberdar olmadığımızı söyleyen bir şahit olmalıymış. Şahitlik yapacak kişi var tabii, fakat bir türlü mahkeme yapılamıyor, mahkeme günü bir aksilik çıkıyor, ya hakim yok ya da başka bir sebepten mahkeme birkaç ay sonraya erteleniyor.

Bu arada tarihi bir kaleye giden turistik bir yol yapılacakmış, topraklardan biri istimlak edilecek, belediyeden çeşitli tanıdıklar aracılığıyla sürekli baskı görüyoruz. Biz reddi miras yapacağız bu mallar üzerinde söz hakkımız yok dedikçe, madem siz istemiyorsunuz 1TL temsili ücret karşılığı belediyeye verin diyorlar, iyi de bu malı isteyen var, biz bedavaya versek, sonra belediye onlara biz bu malı 1 TLye aldık sizin hakkınızı da öyle alacağız diye mahkeme açsa kazanır, benim elalemin malını değersizleştirmeye hakkım yok ki.

Bu memlekette arada hiç anlaşmazlık olmayan miras meselelerinin çözümü bile ne kadar uzun sürüyor inanamıyorum.

Sonuç olarak geçen hafta nihayet mirası ret edebildik. Yani tam bir yıl üzerine, içime ağırlık yapan bu yükten kurtulmak üzere tünelin ucunda ışık göründü. Üzerimden büyük bir yük kalkmış gibi oldu. Galiba beklenmedik mirastan maldan kurtulmak için bu kadar istekli olan birisi pek de akıl sağlığı yerinde olan biri değildir. Muhtemelen deliyim, ama kendi deliliğimden oldukça memnunum.

Tam da bu olayın üzerine evin üzerinde kalemle çizilmiş gibi kalp şeklinde bir bulut gördüm, kararımı evren de onayladı sanırım.

UZAK DURULMASI GEREKEN BAZI İNSAN MODELLERİ VE ARDINDAN BİR ELEKTRİK HİKAYESİYLE BENDEN NEDEN UZAK DURMAK LAZIM

Karamsar ve depresif insanlardan uzak durmak gerektiğini düşünüyorum. Bu hayatta herkesin iyi zamanları, kütü zamanları, keyfinin iniş çıkışları olabilir. Bazen işlerin hiç içinden çıkılmayacakmış gibi olur, sonra yeni bir kapı açılır, her şey yoluna girer. Elbette sözünü ettiğim bu değil, hiçbir şeyden mutlu olmayan, her şeyde dert gören, her şeyden olumsuzluk bekleyen insanlardan söz ediyorum. Örnek olarak kendisi şu anda 60 yaşındadır, bundan 8/ 10 sene önce annesi eceliyle ölmüştür ama bu şahıs her sözüne annesizliği ile başlar, ilk günkü gibi yas tutar ve sizden de acısına eşlik etmenizi bekler. Ya da mesela tatilde, eğlencede bile yüzü gülemez, neredeyse mutlu hissetmekten korkar, mutlu insanları düşüncesizlikle suçlar. Sürekli kötü beklentiler içerisindedir. Başlarına aldatılma, kaza, felaket gelmesini kaçınılmaz bulurlar. Bazıları toplum içinde çok sevilebilirler, çünkü hasta ziyaretinden, yas evine, oradan da cenazeden cenazeye koşarlar, çok düşünceli, insanları zor zamanlarında yalnız bırakmıyor gibi görünseler de aslında çevrelerindeki acıdan beslenme peşindedirler. Bu tip insanlardan uzak durmak gerekir, çünkü sizi de aşağı çekerler.

Etrafınızda bu tip tanıdığınız hiç kimse yoksa büyük olasılıkla o kişi sizsiniz. Eğer bu kişi sizseniz, depresyona, umutsuzluğa sarılmanın hiç faydası yoktur, üstelik depresyonun beyin hücrelerini yavaşça öldürdüğü bilimsel olarak kanıtlanmıştır, kendinizden kaçamayacağınıza göre profesyonel destek almayı düşünmek lazım.

Kurbanlardan da uzak durmak gerekir. Bazı insanların hayat hikayelerini öğrenince ne kadar zorluklardan geçtiklerini anlayıp şaşırırsınız. Aslında dışarıdan bakılınca çok rahat bir yaşam sürdüğünü sandığınız insanların da birçok zorluklardan geçtiklerini, herkesin az ya da çok ama mutlaka bir sürü yarası olduğunu kabul etmek gerek. Bazı insanların mücadelesi çok daha zorlu oluyor, bu da bir gerçek. Çok şükür ki çoğu insan kendini yaraları ile tanımlamıyor, yaralanıyor, bir şekilde atlatmayı da başarıyor, güçlü bir kişilik ise zor zamanlardan daha güçlü çıkıyor. Kurbanlar diye tanımladığım insan gurubu ise yaralarına sarılarak, hatta bu yarasından ötürü çevresindeki insanların ona destek borçlu olduğunu düşünerek yaşayanlardır. Kurbanların bir kısmı ise çok da yaralı filan değillerdir, ancak hayatlarındaki insanlara karşı içlerinden geldiğinden fazla hizmet etmişlerdir, şimdi bu fedakarlıklarına karşılık alamamaktadırlar. Örnekler vermek gerekirse mesela çocukken babasından dayak yemiştir, ya da sevilmediğini hissetmiştir, hayatını hep bu sevgisizlik teması üzerinden yürütür. Kocasına, çocuklarına saçlarını süpürge etmiştir, ancak şimdi onlardan beklediği ilgiyi görememektedir.

Enerji tüketicilerden de uzak durmak lazım. Hani bazı insanların yanından ayrılınca üzerinizden kamyon geçmiş gibi yorgun olursunuz, yahut içinizde tanımlanamaz bir eziklik, bir üzüntü meydana gelir. İşte bu insanlar enerji vampiridir, bazıları sırf varlıklarıyla bazıları da söyledikleriyle ya da davranışlarıyla sizi canınızdan bezdirirler. Bu yaşıma gelene kadar anladım ki bazı insanların enerjisi daha kolay emilebiliyor, eskiler bu tip insanlara yıldızı düşük, kolay nazar değer derlerdi, yeni literatür empatikler diye tanımlıyor. Bazı insanlar ise bilerek ya da bilmeyerek diğerlerine göre çok daha kolay enerji emerler, eskiler bu tür insanlara ne derdi emin değilim ama new age akımında enerji vampirleri olarak tanımlanıyorlar. Çoğu enerji vampiri bunun gayet güzel farkındadır, hatta kimin enerjisini daha kolay çekebildiklerinin de bilirler. Genel olarak, özellikle de empatsanız, enerji vampirlerine elini verir kolunu kurtaramazsın, onlar yanından kuş gibi hafif ayrılırken, sen durduk yerde başka birinin duygusal taşlarını yüklenmiş olursun. Eğer siz de empatsanız ne demek istediğimi hemen anladınız. Enerji vampirlerine yapılacak en güzel şey, enerjinin emildiğini hissettiğin anda kendi kendine ‘bu benim meselem değil’ telkinini yapmaktır.

Siz bilinçli bir şekilde duygusal akünüzü korumaya aldığınız anda çok ilginç bir şey oluyor, karşınızdaki anında artık sizden enerji çekemediğini fark edip yakanızı bırakıyor. İnanın bana bu durum telefonla konuşurken bile oluyor. Bu koruma kalkanına devam ettikçe kısa süre sonra sizi aramayı bırakıyor.

‘Her daim hastalar’; bazı insanlar sürekli hastadır. Gerçek hastalardan söz etmiyorum tabii, bu söylediklerim pek de önemli bir sağlık problemi olmamasına karşılık devamlı hastalıktan sızlananlar, aslında bunlar da bir çeşit enerji emicidirler, belki de mesleğim icabı bu tip insanla aşırı derecede çok karşılaştığım için ayrıca belirtmeye gerek gördüm.

Eleştirmenler, yanlış düzelticiler; işte bu tip insanlardan da uzak durmak gerekir. Her şeyi onlar bilir, her işten onlar anlar, yapılan hiçbir işi beğenmez ve kıyasıya eleştirirler, ama dikkat edin kendileri pek bir işe yaramazlar, onların işi eleştirmektir. Eğer onları dinlemeye ve etkilenmeye kalkarsanız sizin de iş yapma isteğiniz azalır. Unutmayın meyve veren ağaç taşlanır. Burada dikkat edilmesi gereken şey karşınızdakinin haklılık payı ve de aynı eleştiriyi birden çok kez almanızdır. Bu durumlarda dönüp kendine bakmakta fayda var elbette.

İster eleştirmen olsun, isterse göbek adı ‘uyum’ olsun, sakın tembellerle yola çıkmayın, yaya kalırsınız. Hele ki sakın tembel birini hevese getirmek için uygun şartları sağlamak, zaman yaratmak için boşuna çaba sarf etmeyin, çünkü onlar tercihan boş duruyorlar. Bir işi yapmaya hevesi olan zaten şartları kendi yaratır. Tembellerin çoğu zaten pasif agresif olduğu için beklemekten de, bekletmekten de hiç rahatsız olmazlar, onların olayı bu, mıh gibi boş durmak. Eğer onlardan iş beklersen, bekleye bekleye bekleye bir bakarsın ömür bitmiş.

Yarışçılar; bunlar da her şeyi başkalarıyla kıyaslayarak, ondan bundan şundan üstün olmak için yaşarlar. Bazıları gerçekten çalışkandır, hırslıdır, birlikte çalışırken insanda daha çok çalışma isteği uyandırırlar, aranızda güzel bir sinerji gelişebilir. Bazıları ise tek kelimeyle kıskançtır, komplocudur, iftiracıdır. Bu guruptan da sadece seni heveslendirenle arkadaşlık yap, gerisinden kaç.

Dayanması güç insan tiplerinden söz edince kendimi de çok beğendiğimi sanılmasın; benden uzak durulmasını gerektiren huylarım çok.  Ne demek istediğimi anlatabilmek için biraz daha girizgah yapmam lazım.

Özellikle şiddetli fırtına olduğu zaman genellikle köyde elektrik kesintisi olabiliyor. Garip olan elektriklerin kesilmesini köylüler hiç umursamıyorlar, nasıl olsa biri elektrik arızaya bildirir, birkaç saatte tamir edilir diye düşünüyorlar. Bu huylarını bildiğim için, köydeki elektrik arızalarını bildirmek muhtardan çok benim görevim haline geldi. Öyle ki arızayı bildirdiğim zaman görevliler, köyün girişindeki evden mi aradınız diyorlar, görevlilerle zaman içerisinde bir çeşit ahbap çavuş ilişkisi geliştirdik. Bu bir.

İkinci olarak evin manzarasını anlatmam gerek; boğazın orta kısımlarını ve arkasındaki Gelibolu yarımadasını cepheden, Gelibolu kasabasını ve köprüyü ise biraz yandan görüyoruz. Muhtemelen boğaz kıyılarında en az yerleşim olan bölgelerden birindeyiz, geceleri hemen önümüzde aşağımızdaki köyün ışıkları görünüyor, arkasında da Gelibolu yarımadasındaki birkaç sitenin ışıkları var. Başımı biraz sağa çevirdiğimde ise birkaç köyün, köprünün ve Gelibolu kasabasının ışıklarını sıra halinde görüyorum. Bu iki.

Bu hafta bir gün boyunca ciddi fırtına vardı ve evde akşam saat altıda elektrikler kesildi. Sonradan anlaşıldı ki meğer öğlen saatlerinden beri elektrik kesikmiş, kimse umursamamış, muhtarın kesintiden haberi bile yok. Ne zaman ki bizim güneş panellerinin pilleri tükendi, bizim evde elektrik kesildi, o zaman elektrik arızaya her zamanki gibi ben haber verdim. Neyse ki hemen ilgilenip en geç 2 saatte işleri düzeltiyorlar, sadece bazen direkler fiziki olarak hasar görmüşse biraz daha uzun sürüyor. Bu da üç.

Bu hafta böyle bir gün yaşadıktan sonra ertesi sabah uyanıp dışarı baktığımda aşağımızdaki köyün elektriklerinin kesik olduğunu fark ettim. Karşı kıyıdaki sitelerde, üst tarafımızdaki köyde, bizim köyde ve Gelibolu kasabasının olduğu tarafta ise ışık vardı. Önce, nasıl olsa köyün içinde yaşayanlar haber vermiştir diye düşünerek yattım, ama içim rahat etmedi, yarım saat sonra tekrar baktığımda bu kez daha geniş bir alanda elektrik kesintisi vardı, artık dayanamayıp aşağı köydeki kesintiyi haber vermek vazifemi (!) yerine getirdim.

Aradan 10 dakika geçti geçmedi, boğazdan yukarıya doğru muazzam bir sis hızla üzerimize doğru gelip, benim önümdeki sokak lambasını bile görmeme engel oldu. O zaman anladım ki, köyün olduğu yerde bir kuytuluk, bir mikro klima var, ( öyle ya denize o kadar yakın olan köyü boşuna denizi görmeyecek şekilde kurmuş olamazlar). Sis hızla yayılmadan önce böyle kuytularda birkaç saat bekledi.

Elektrik arızayı tekrar arayıp arıza kaydını sildirmeye çalıştım, ama artık çok geç kalmıştım; zavallı görevliler sabaha kadar elektrik arızası bulmaya çalışmışlar, sabah arayıp arıza bulamadık dediler. Utancımdan yerin dibine geçtim, nasıl özür dileyeceğimi bilemedim, kendimi 112 acili işgal eden sorumsuzlar gibi hissediyorum. Umarım bundan sonraki telefonlarımı ciddiye almaya devam ederler.

Bu olayda uzak durulması gereken kişilik özelliği üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokan insan tiplemesi.

YENİ YIL DİLEKLERİ TUTMAK HİÇ İÇİMDEN GELMİYOR; GEÇEN YIL İYİ DİYEBİLECEĞİM NELER YAPMIŞIM BARİ ONLARI ANAYIM BELKİ BİR YOL HARİTASI BELİRİR

Geçtiğimiz birkaç yıl hiç de güzel anılacak zamanlar değildi, şimdi bu yeni yıldan neler bekleyebiliriz sorusuna cevap düşünmek için geçen yıl yaptıklarımıza bakmakta fayda var. Geçen yıl iyi olan neler yaptım diye düşününce, yaptığım en güzel şey, yazdan itibaren yeniden sosyalleşmeye başlamak oldu. Herkes artık nasıl arkadaş özlemiyle yanıp tutuşmuşsa, neredeyse bütün eski arkadaşlarımla bir araya geldik, hoş zamanlar geçirdik.

Hele yazın bir ara eve gelen gidenin haddi hesabı yoktu, Türkiye’nin her yerinden hatta ta dünyanın öbür ucundan bile gelen oldu. Öyle ki biri gidiyor, yatak değiştiriyorum, o gece başka biri geliyor, yani misafir yatağım haftalarca hiç boş kalmadı, hele bir hafta sonu evdeki bütün yataklar, çekyatlar dolduğu gibi, 2 tane de yer yatağı yaptım. Herkesin dilinde hep aynı nakarat, meğer insan insana nasıl da muhtaçmış, bir arada olmayı nasıl da özlemişiz.

En bol yataklı buluşma asistanlık arkadaşlarımın beşinin birden geldiği birkaç gündü, yedik, içtik, gezdik, saatlerce eskilerden yenilerden konuştuk, kısaca çocuklar gibi şendik, çok güzel zaman geçirdik, kendim dışımda yer yatağında yatırdığım arkadaşımızın göbek adı ‘Sebastian’ kaldı.

Sonuç olarak hem eski hem de yeni arkadaşlarla geçirilen zamanlar artık normal hayata dönüş sinyalleri vermeye başladı. İzolasyonda geçirdiğimiz senelerdeki iç sıkıntısı geçti, çok şükür, şimdi yeni dertlerle hemhal olma zamanıdır.

Hayat boyu kazanılan arkadaşlarla buluşmak insanı onlarla geçirilen zamanlara geri götürüyor, insan yaşını başını unutup yeniden çocuk- genç- öğrenci- asistan olabiliyor. Elbette eski dostlukların yeri bambaşka, ancak ben ikinci bahar için, yeni bir başlangıç için kimsecikleri tanımadığım bir şehir seçtim. Bu kararımla aynı zamanda, bu yaşımda tamamen yeni bir çevre edinmeye de karar vermiş oldum. Neyse ki; bana tamamen yabancı bir şehirde, çok farklı uğraşıları ve ilgi alanları olan, çok zengin bir insan repertuvarıyla karşılaştım, yeni arkadaşlıklar kurdum. Geçen yılın en güzel tarafı, hem eski arkadaşlarımla görüşme fırsatım oldu, hem de birçok insan tanıdım, bu yeni tanışlarımın bir kaçı ile mesaimin uzun süreceğini sanıyorum.

Elbette ki bu yaşımdan sonra her gün bir yerlerde gezecek, her önüme gelenle yarenlik edecek değilim, aksine duygusal alanıma sokacağım insanlar konusunda eskisinden daha seçiciyim. Artık nasıl olsa profesyonel hayatım yok, istemesem de devam ettirmek zorunda olduğum insan ilişkilerim yok. Önümüzdeki yıl, sadece ilgimi çeken, birlikteyken iyi hissettiğim insanlarla beraber olmayı planlıyorum.

Bu şehirde çok farklı yetenek ve ilgi alanları olan insanlar bulmak mümkün, hem entelektüel uğraşıları olan insanlar, hem sanatçılar, hem de dünya koruyucuları bulmak mümkün. Sürdürülebilir tarımla uğraşan mı ararsın, organik yiyecek üreticileri mi, doğa sporcuları mı, felsefe kulüpleri mi, müzisyenler mi, butik müze kalitesinde mozaik atölyesi olan mı, roman yazan mı, yazdığım, yazmadığım bin bir çeşit kaliteli insanla tanıştım.

Arkadaş seçerken allame-i cihan olsa uzak durduğum bazı insan çeşitlemeleri var. Mesela kendi kapasitesini doğru değerlendiremeyen insanlardan mümkün olduğu kadar uzak kalmaya çalışırım. İnsanoğlu en zor kendini tanır ve hiç kimse kendi ile ilgili yüzde yüz objektif düşünemez. Bu nedenle başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüklerini dinlemekte fayda vardır. Kimi gıybet yapar, kimi hasetten uydurur, elbette duyduklarını süzgeçten geçirmek lazım ama eğer başkalarının sizin hakkınızda düşündükleri arasında tekrarlayan eleştiri ya da övgüler var ise bunlar üzerinde düşünmek gerekir. Çünkü insan ya kendine karşı aşırı toleranslıdır ya da kendine gereğinden fazla eziyet eder.

Çok tatlı dilli, her damara göre şerbet vermesini bilen insanlar bana sinsi ve kişiliksiz gelirler, genel olarak da çevresindeki insanları bir şekilde sömürürler, çoğu da ıslah olmaz yalancıdır. Çok fazla ve gereksizce yemin eden de benzer şekilde duygu sömürücüleri ve düpedüz yalancıdır.

Ama kendi kapasitesini doğru değerlendiremeyen insanlar çok daha tehlikelidir. Bu gurubun bir kısmının kapasitesi ortalamanın altındadır, ama kendini dev aynasında görür, yapamadığı, yapamayacağı şeyler için övünür durur. Kendi kapasite noksanlığını göremeyecek kadar da akılsızdırlar. Başarısızlıkları için her zaman başkalarını suçlar, kıskanç, narsist ve palavracı olurlar. Örnek; mesleki açıdan başarısızdır, ama yaptığı işleri çok beğenir, müşteriler neden başkasına gidiyor diye sinirlenir, gittikleri kişi şarlatan, gidenler salaktır, hiç acaba yanlış bende mi diye hiç düşünmez. Çok tanıdık değil mi?

Bir kısmı ise kapasitelidir, ama bunun farkında değildirler, kendilerini aşırı eleştirir, kötüyü düşünür, işleri eline alma cesareti gösteremezler. Bir kısmı ise nedense kendini olduğundan aşağı görüp, işi ele almaya cesaret edemez, eğer biraz cesaretlendirilmeye ihtiyaçları varsa, bu cesareti vermeye gönüllüyüm, buna rağmen ellerini taşın altına koymuyorlarsa o zaman gene uzak durmakta fayda var.

Bir gurup insan da kapasitelerinin farkındadır ama olduğundan beceriksiz ve zayıf görünerek insan kullanırlar ve bunu da akıllılık zannederler. Böyleleri de benden uzak dursun, ‘ondan daha güçlüyüm’ duygusunu sevecek birilerini bulsun, kolayca bir ‘alan memnun satan memnun’ durumu oluşur.

Arkadaş seçerken bir başka dikkat ettiğim konu da radikal insanlardan uzak kalmaya çalışmaktır. Bir insanın; asla değiştiremediği, değiştirmesi teklif dahi edilemeyen, kaşıt düşünceyi kişisel kasıt kabul ettiği ya da bütün hayatını etrafında şekillendirdiği herhangi bir konusu varsa, o kişinin ruhu keskin köşelidir, tek doğrucudur, siyah beyazcıdır, uyumsuzdur, kısaca radikaldir. Tutkusu tamamen değişebilir, bir uçtan bir uca savrulabilir ama o radikalizm, o tekdüze düşünce baki kalır. Bu tür insandan da korkarım. Onlardan uyum, dayanışma filan beklememekte fayda var, çünkü ya seni de kendi gibi yapar, ya da basitçe küçümser. Çünkü hayatının anlamı sadece bağlı bulunduğu ve aidiyet dava, takım, akım ya da topluluktur.

Mesela öğrenciliğimizde radikal solcu olup da şimdi tarikat ehli olan arkadaşlarım var. Öğrenciliğimizde hayatını dünyayı kurtarmaya adamıştılar,  bizi dünya işlerinden anlamıyoruz diye küçümserlerdi, şimdi hayatlarını ahiretlerini kurtarmaya adadılar; bizi ahiret işlerinden anlamadığımız için küçümsüyorlar. Kendileri dönüştük, geliştik diye düşünüyorlar, bana sorarsanız evet dönüştüler, bir uçtan, diğer uca savruldular, ama gelişmediler, aynı bir düşünceye, guruba koşulsuz aidiyet ve faklı düşüneni ayrıştırma, aynı radikal ruh devam ediyor.

İşte bu radikal ruhu eğlenmek için futbol seyretmeye gittiğini unutup holiganlık yapanlarda, komşulara verdiği rahatsızlığı hiç düşünmeden evine onlarca sokak hayvanı dolduranlarda, new age guruplarında ve daha pek çok kişide de görüyorum.

Demek ki bu yılın ana teması insan ilişkileri, yeni arkadaşlıklar, uzak durulması gerekenler etrafında şekilleniyor.

Show Buttons
Hide Buttons