Monthly Archives: Temmuz 2023

GÖĞE BAKAN KOCA KARI;2023 AĞUSTOS

Bu yıl Ağustos ayı; Hicri takvime göre (yıl 1445) Muharrem ayının 14’ünde ile başlıyor, ayın 17’sinde Sefer ayına dönüyor.

Ağustos ayının adının savaşçı bir Roma İmparatorundan geldiğini biliyoruz, gerçekten de bu ay savaş ayıdır demek mümkün. Ülke tarihimizde de özellikle Mustafa Kemal Atatürk, en önemli zaferlerinden bir kaçını bu ay içerisinde kazanmıştır. Birinci Dünya Savaşının Gelibolu cephesinde savaşın sonunu getiren Anafartalar zaferleri, Sakarya savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarının geri alınmasını sağlayan Büyük Taarruz hep Ağustos ayı içerisinde yapılmıştır. Büyük Taarruz sonrasında kazanılan zafer bugün 30 ağustos Zafer Bayramı olarak kutladığımız bayramdır.

Bir de wikan inancının yıl çarkına göre, ayın ilk günleri lammas ya da lungnasadh olarak bilinen ilk hasat bayramıdır.

Bu yıl artık iklim krizi nedeniyle halk arasında bilinen Ağustos fırtınalarını zikretmeyi gerekli bulmuyorum, ama hemen her hafta sıcak hava fırtınaları var. Ağustos ayı içerisinde bu yıl 3-11 Ağustos tarihlerine denk gelen eyyamı bahur, yılın en sıcak ve nemli zamanları olarak bilinir, umarım Temmuz ayındaki sıcak çarpmasını aratmaz.

Bu ay içerisinde 2 dolunay bir de yeniay gerçekleşecek, ayın birinde kova burcunda dolunay, 16sında aslan burcunda yeniay, 31inde ise balık burcunda dolunay var.

Astrolojik açıdan gökyüzü geri hareketlerle dolu, kuzey ay düğümü, Şiron, Satürn, Neptün, Plüton ve Venüs retro, yetmezmiş gibi  ayın 24ünde bir de Merkür retrosu başlıyor. Sonuç şu sıralar hemen hiçbir şey hızlı gitmez, iş, aşk ve zihinsel faaliyetler hep ya yavaş gider, ya da eskiler önüne çıkar, hesaplaşmalar olur. Elektronik aletler bozulur. Yeni bir şeylere başlamak doğru olmasa da, elindekilerin üzerinden geçmek, daha önce karar verilmişleri yapmak için iyi bir zamandır.

Yılın en görkemli yıldız yağmuru (12/13 Ağustos Perseid meteor yağmuru), gece yarısından sabah 4e kadar, uygun bir noktada iseniz, yeniaya yanı tarih olduğundan çok güzel görünür, saatte 100 yıldız kayması görülebilir. Yıldız kaymaları, bir kuyruklu yıldız ile dünya yörüngesinin kesiştiği günlerde meydana gelir. Perseid meteor yağmurunun ismi, perseid takım yıldızı bölgesinden başladığı için bu şekilde verilmiştir, yoksa kuyruklu yıldızın ismi  109P/ Swift-Tuttle  gibi tuhaf bir şey. İsim tahmin edileceği gibi birbirinden bağımsı iki ayrı gözlemcinin keşfi olduğu için verilmiştir. Bu çok güzel bir gök olayı olmasına karşılık, takımyıldızı dünya için potansiyel tehlike arz etmektedir.

Denizlerin en sıcak olduğu aylardan biridir, balık tutma mevsimi olmamasına karşın, olta balıklarının güzel olduğu bir aydır.

Bahçelerde ise artık yaz sebzelerinin hasat zamanıdır.

SESLER, KOKULAR, HAYAT DEVAM EDİYOR

Geçen hafta köyümüzde başlayıp çevremizdeki ormanı büyük ölçüde yakan yangından sonra köyün sesi değişti. Zaten köyün şehre göre çok daha farklı sesi olduğunu ilk günden beri fark etmiştik; şehirli kulağı için önce trafik sesinin yoğunluğunun az olması sessizlik olarak algılanıyor, daha sonra köyün seslerini idrak ediyorsun. Gündüz bizim köyde de hayli trafik sesi vardır, şimdi bir de arı gibi ormancılar, itfaiye çalışıyor, diğer taraftan yanmayan tarlalar hasat ediliyor, yani gündüzleri ciddi trafik var, üstelik sadece karada değil, zaman, zaman helikopter gürültüsü de var.  Buna karşılık yangın neredeyse tamamen söndüğü için geceleri çok faaliyet kalmadı. Böylece özellikle gece seslerinin nasıl değiştiğini fark ettim.

Gece bir ezan sesi gelir, teker, teker geçen araba, traktör sesi gelir. Bunun dışında hayvan sesleri gelir, köyün içinden en çok bol miktarda köpek sesi, zaman zaman inek böğürmesi, kuş sesleri filan gelir. Ormandan ise cırcır böceklerinin cırıltıları, böğürmeler, havlamalar, ulumalar, çok çeşitli kuş sesleri ve ağaçlardan bazen rüzgârın artırdığı uğultular, hışırtılar, dalgalanma sesleri gelir.

Yangından sonraki günlerde etrafımızda insan faaliyeti o kadar çoktu ki, kulaklarımda hep su tankerlerinin, itfaiye araçlarının, ormancıların sesleri vardı. Araçların gece mesaileri azalınca birden bire köyün sesleri geri geldi. Köpekler ve kuşlar dışında ses kalmamış, bütün o uğuldamalar, cıvıltılar yok. Hava günlerdir oldukça durgun, ağaçlardan gelen dalga sesleri de yok. Sadece kuş sesleri geri geldi, onları da eskisine nazaran daha az duyuyorum sanki.

Özellikle cırcır böceklerinin bazen insanı bezdiren korosu ortadan kayboldu (cırcır böceklerinin fazla şarkı söylemesi ormanın yaşlı bir orman olduğunu ve dolayısıyla yangın tehlikesinin arttığını gösteren bir belirtiymiş). Şimdi gecenin içinden cırcır böceklerinin sesi gelmeyince, ormanın sesleri içerisinde ne büyük bir yer tuttuğunu fark ettim. Şu anda pek çok yerde orman yangını var, yangınlardan birine 30 kilometre yakın oturan bir arkadaşımın evini cırcır böcekleri basmış, umarım bizimkiler de bu kadar uzun uçabiliyordur ve kaçmayı başarmışlardır.

Cırcır böcekleri ve kuş sesi olduğunu ayırt ettiğim sesler dışında da ormandan bir sürü ses gelirdi. Sadece çakal sesi çok belirgin bir uluma/çığlık olduğu için aradan fark ederdim. Lazca sadece birkaç kelime biliyorum; onlardan biri de Lipardi, yani çakal, onu da bağıran çocuklara ‘lipardi gibi bağırma’ sözünden biliyordum, geçen ay Sermin’den çakalın lazcası olduğunu öğrendim. Geçen yıl, bir ara bizim bahçeye dadanan bir çakal ailesi bile olmuştu, yani çevrede bolca çakal vardı. Şimdi sesleri kesildi. Etrafta gördüğüm bir sürü yaban hayvanının ne olduğunu merak ediyorum.

Ormanımıza insan eli değmezse kendini kısa sürede yeniler, umarım seneye bütün sesleri geri gelir.

Çevreden gelen kömür kokusu da azaldı. Hayat bizim için normale dönmeye başladı.

ON ALTI TEMMUZ GÜNÜ KÖYÜMÜZDE ÇIKAN BÜYÜK YANGIN; SEBEPLER, YÖNETİM, SONUÇLAR; BANA DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Pazar günü akşam saatlerinde köyümüzde büyük bir yangın çıktı kuvvetli rüzgâr etkisiyle çok geniş bir alana yayıldı, birkaç gün boyunca ulusal medyanın önemli gündem maddelerinden biri haline geldik.

Bu mevsim; buğdayın biçilme, ayıklanma, saman balyalarının yapılma zamanı olduğu için balya makinaları harıl, harıl çalışıyor. Bölgede her zaman balya makinelerinden ufak tefek yangınlar çıkar, çoğu kez köylüler söndürmeyi başarırlar, bazen ormancılar da işin içine karışır. Genel olarak çıkan yangın en çok birkaç tarla, belki de tarlalar arasındaki küçük orman parçacıklarını yakar ve birkaç saatte kontrol altına alınır. Ancak bu boyutlarda bir yangında bile soğutma gerekir, özellikle de işin içine kızılçam ağacı dâhil olmuş ise ağaç içinden yanmaya devam eder, en ufak bir rüzgâr estiğinde yeniden alazlanır. Bizim köyler turistik olmadığı için otel yapımı için tecrübeli ellerle yakılmıyor, ancak bu balya mevsiminde ve bir de köylüler anız yakma işinden asla vaz geçmedikleri için bu mevsim oldukça tehlikeli geçiyor.

Şimdiki büyük yangının sebebi resmi olarak, elektrik trafosuna giren ya da yüksek gerilim hatlarına çarpan bir kuş olarak açıklandı. Bizim memleketteki trafolar maşallah hayvanat bahçesi gibi, giren çıkan hayvan belli olmuyor. Gerçi yangın alanında trafo yok, ama yüksek gerilim hattı var. Kuşlar nereye, nasıl konacaklarını bilmiyorlar demek ki. Elektrik kesintisi oldu ama büyük bir arıza olmadığını biliyorum, çünkü daha önce köyün elektrik trafosuna zarar veren bir yıldırım meselesi vardı, elektriklerin normale dönmesi neredeyse bir yıl sürmüştü. Elektrik kesintisini 24 saatte kaldırdıkları için böyle bir arıza olmadığını biliyorum; bu açıklamaya ne derece inanmalıyım bilemedim.

Aslında bizim çevremiz kızılçam ağaçlarıyla dolu oldukça yaşlı bir orman (gençleştirme çalışmaları devam ediyor), yani yangına çok müsait, gövdedeki salgılarının tutuşmasıyla kendiliğinden bile yangın çıkma ihtimali var. Bu yıl zaten havalar ciddi derecede kurak geçmişti, o günlerde Afrika sıcakları dalgası bastırmıştı, üstüne üstlük aşırı bir rüzgâr vardı. Yani koşullar yangın çıkması ve yayılması için çok elverişliydi. İlk andan itibaren oldukça etkin bir şekilde, havadan, karadan müdahale edilmesine karşın, olumsuz hava koşulları nedeniyle hızlıca geniş bir alana yayıldı.

Bizim köy evler dâhil çok büyük tehlike atlattık, çok maddi hasar var, benim de zeytinliğim tamamen yandı. Bizim köyde de kilometrekarelerce alan yandı, yılan gibi yol bularak yanımızdaki köyün arazisinde bulunan çöplük alanında iyice çığırından çıktı, birçok köye daha bulaştı, eğer bu arada yukarı değil de aşağı doğru ilerleseydi, Çanakkale şehir merkezinde de büyük hasar olacaktı. Yangın alanı 11-12 köyü içine aldı; buğday tarlaları, meyve ağaçları, orman, orman içindeki hayvan barınakları yandı. Ekipler, köylüler büyük fedakârlıkla köy evlerini yanmaktan korumayı başardılar.

İlk gün kontrol altına alınmış olan yangın ertesi gün aniden yellenip, alevlendi, yanan yerleri hem yeniden yaktı, hem de yangın alanını genişletti. Birinci gün hasar görmeyen yerler de ikinci gün yandılar. Benim zeytinlik ilk gün yandı, o gün ev de büyük tehlike atlattı, ama köyün ormanında ikinci gün de çok büyük kayıplar oldu. Yangın yerlerini şimdilik arabayla gezdim, durum gerçekten çok ciddi, hava biraz serinlesin etrafımdaki ormanda yaya gezmek istediğim çok yer var. Orman kendini, bazı alanlar hariç, 2 senede toparlar, asıl mesele orman içindeki ahırların yanmış olması, bunların çoğu anladığım kadarıyla kaçakmış ki, resmi kayıtta hayvan kaybı daha az bildirildi.

Bu kadar öz veriyle ve başarıyla çalışılmış olmasına rağmen, afet yönetiminin sivil olmaması gerektiğini anladım. Kesinlikle bu iş için askeri disiplin gerekiyor, yani görev orduya verilmeli, afet sırasında bütün halk ve kurumlar da ordunun emrinde olmalı. Allah için herkes çok güzel çalıştı, mesela köylü de bütün pullukları, su tankları ile göreve koştu, her bir köylü ayrı noktalarda gözlem görevi yaptılar, ormancılar, itfaiye, hepsi muhteşemdi. Ancak bu boyuttaki işler için çok daha organize ve koordineli çalışma gerekiyor.

Mesela yangın zamanı elektrikleri kestiler, tamam bu çok güzel, ama tehlike geçtikten sonra vali köyü ziyaret edip de elektrikleri yeniden verin demeyi akıl edene kadar elektriksiz kaldık. Bu da dert mi diye düşünmeyin, dert, çünkü sütler makine ile sağılıyor, kesintiye karşın herkeste jeneratör var, bu süreçte bir sürü mazot kullanıldı. Mazota tam bir gün önce gelen büyük zam bir yandan, bu yangın mevsiminde bidon ile mazot satışının yasak olması bir yandan, ciddi sıkıntı oldu. Kesinti biraz daha uzasa jeneratör de kullanamayacaktık, çünkü köyün her iki tarafı geniş şekilde yanan yoluna mazot tankerini sokacaklarını sanmıyorum.

Daha da büyük problem günlerden beridir görevliler çok zor koşullarda nöbet tutuyorlar. Bizim köyler turistik köyler değil, köy merkezinde kahvelerde misafir edildiler, ancak tarla ve orman içlerinde nöbet ekipleri araçlarının gölgelerinde dinlendiler. Ekipler için büyük lojistik destek ve görevlilerin mutlaka vardiya etmesi lazım, bunun için sivilde o kadar insan kaynağı olur mu bilmem. Evet, sivil halk eğitilmeli, afet halinde yapılacakları bilmeli, hiç değilse görev yapanların ayaklarına dolaşmamalı, ama bu boyuttaki afetlerde koordinasyon çok daha disiplinli, emir komuta zinciri içerisinde olmalı, kurumlar arasındaki telefonlaşmalar, haber akışı için resmi ziyaretler vb olmamalı. Zaten afetlerle mücadele etmek vatan savunması değil mi?

Stres anlarında sakin kalmak çok önemli, zaten bu konuda eşsiz bir yeteneğim var, benimle çalışan herkes bunu bilir, bu yeteneğimi bu yangında panikle beni arayanları sakinleştirmemden tekrar hatırladım. Ben sırf derse girdim diye ölümle tehdit edildiğim, yanımdaki arkadaşın kurşunla vurulup yer düştüğünü gördüğüm bir gençlikten büyüdüm. Meslek hayatım boyunca hemen her gün macera filmi çevirircesine yoğun aksiyon ve tehlike içerisinde ani kararlar aldım. Bu güne kadar yaşadığım bu hayat, sezgilerime olan güvenim, uzun yıllardan beridir yapmakta olduğum ruhsal çalışmalar, evrende sonsuz olmadığımızın bilincine teslimiyet, beni tehlike anlarında sakin tutuyor diye düşünüyorum. Sakin kalmak önemli, hem kendim sakin kaldım, hem de çevremdekilerin sakin kalabilmelerine destek oldum. Köyde sinir krizi geçirenler için gereksiz bir sürü ambulans seferi oldu.

İnsanlardan ümidi asla kesmemek lazım. Toplum, bir gaye uğruna bir araya gelmiş insanlardan meydan gelir ancak onu oluşturan insanların toplamından daha farklı bir şeydir. Bu süreç içerisinde gerek yangını söndürme çabasında birleşerek toplum oluşturan insanlar, hem de yangın sahasında olduğumuzu bilerek bizimle duygusal bağ oluşturarak bir dayanışma toplumu oluşturan dostlar insanlara olan güvenimi tazeledi. Arkadaşlık, dostluk ve insan ilişkileri ne kadar önemli, bir kez daha hatırladım.

Mizah hayat kurtarıcıdır, özellikle de hayat zorlaştığı, sinirler bozulduğu zamanlarda gülmek gibisi yok, en zor zamanlarda bile mizahı yapılacak şeyler yaşanıyor, onları fark etmek çok önemli. Mesela Gamze ve Ali’nin evinde kaldığımız gece düzensiz göçmen rolü yaptık, çok güldük.

Bir başka çıkardığım ders de hiçbir zaman olabilecek olumsuzlukları düşünüp önceden boşuna üzülmemek lazım, İngilizlerin dert sizi bulana kadar dertlenmeyin diye bir atasözü vardır çok doğru. Bahçedeki ağaçları sulamak için birkaç kez gitmek gerekiyordu, karşıma yılan filan çıkacak diye ödüm kopuyor, bir hayli dertleniyordum, işte şimdi bütün bahçe yandı, gidip sulamama gerek kalmadı.

Başına ne gelirse gelsin bir an önce olağan hayata dönmeye bak. Yangının üçüncü günü bir lavanta tarlasına hasada yardıma gittim, tam da bu sırada çok yakın arkadaşım Olcay’ın kardeşi Yavuz aradı. Çok ilginç bir adamdır, ciddi konuştuğunu sanırsın, 3 saat sonra seninle dalga geçmiş olduğun anlarsın, daha bu güne kadar şaşkınlıktan cevapsız kaldığını hiç görmemiştim. Büyük bir endişeyle nasıl olduğumu sorduğunda tıbbi lavanta hasat ettiğimi söyledim, nefessiz kaldı, kendine gelip de benimle konuşamadı. Bu görüşmeye de çok güldüm.

Şimdi ilk yangının üzerinden 6 gün, görebildiğim son alazlanma üzerinden 1 gün geçti, ekipler oldukça azalmakla birlikte nöbete devam ediyorlar.

TOHUMLAR HAKKINDA BİR KAÇ  GÖZLEM

Bu yıl ülkenin hemen her bölgesinde, hatta komşu köyde seller yaşanırken, bizim köye damla yağmur düşmüyor. Karadeniz bebesi olduğumuz için yağmurun gelişini ta iliklerimizden anlarız, ama bu yıl tam tepemize kapkara yağmur bulutları geliyor, nemden boğulup, tamam artık şimdi kesin yağacak der demez kısacık bir anda bütün bulutlar sihir gibi yok oluyor,  güneş bütün haşmetiyle beliriyor. Ancak böyle anlarda başka bir memlekette olduğumu en derin varlık noktalarımda idrak ediyorum. Bu yıl kış mevsimi uzun uzun sürünerek, ne bir türlü gelmek bildi ne de bir türlü bitmek bildi. Yaz mevsimi neredeyse bir günde geldi, Haziran ortasına kadar yorganla yatıp, bir gecede pike bile fazla gelmeye başladı, şimdi ise çok etkili sıcaklıklar yaşıyoruz.

İklim krizi aniden bastırdı ve bu durum atalık tohumların önemini daha da artırdı. Çünkü yüzleşmek zorunda olduğumuz bu yeni gerçeklik, bitkilerin de henüz alışık olmadıkları bir durum. On binlerce yıldan beri yöresel olarak seçile, seçile, bölgenin çevre koşullarına en iyi uyum sağlayan atalık tohumların, yani hayata tutunma kapasitesi yüksek olan tohumların, genetiği değiştirilmiş tohumlara nazaran yeni iklim koşullarına uyum sağlaması da daha olası görünüyor.

Şu sıralarda kışlık sebzelerden tohum alma sürecindeyim. Şimdiye kadar hep fide olarak aldığımız lahana                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                 cinslerini bu yıl tohumdan üretmeye çalışacağım.

İnsan, benim gibi 60 yaşından sonra bir kaç sebze yetiştirmeye kalkınca buldumcuk gibi bir şey oluyor, aslında ne kadar tanıdık şeyler hakkında hiç düşünmemiş, adeta bakar kör gibi yaşamış olduğunu fark ediyorsun. Yeni bir konuya merak salınca, bir tür  farkındalık gelişiyor, beyin hücrelerinin birbirleri ile bağlantıları artıyor ve yepyeni  bir algı geliştiriyorsun.  Galiba komşulara sorarak, kendim gözleyerek, biraz da internetten araştırarak, yavaşça da olsa aslında bin yıllardan beri insanların toplu bilincinde var olan ve ne yazık ki giderek kaybolmaya başlayan ‘köylü bilgeliği’ kazanmaya başlıyorum.

Tohum almakla ilgili, bu zamana kadar hiç bilincime getirmediğim önemli şeyler öğreniyorum.

Şimdilik 3 çeşit tohumlaşma şekli fark ettim. Birincisi sebzenin içerisinde çekirdek şeklinde olan tohumlar; bunlar da birkaç şekilde oluyor.

Patlıcan, dolmalık kabak gibi sebzelerde çekirdekler sebzenin içinde yaygın olarak bulunuyor. Böyle sebzelerden bir kaçını (ilk çıkanlardan değil, sona kalanlardan hiç değil, nedense ikinci çıkanlardan seçiliyor) tohumluk olarak bırakmak gerekiyor (yanlışlıkla kopartılmaması için bir işaret bağlamak lazım). Bu tohumluklar artık dalında iyice olgunlaşana hatta suyu iyice çekilene kadar bekleniyor. Bunları toprağa çok yakın yerlerden seçmemekte fayda var, (geçen yıl mevsimsiz bir yağmurda toprağa değenler çürüdü). Sonra tohumlar sebzenin içinden (patlıcan gibi bazıları küçük parçalar halinde doğranıp, yıkanarak, bazıları çok daha kolay bir şekilde) alınıyor, güneş altında bir süre daha iyice kurması bekleniyor.

Bal kabağı,  domates gibi bitkilerin çekirdekleri toplu halde bulunuyor. Böyle çekirdekler; sebzenin en olgun ve en güzel olanı kesilince alınıyor ve gene bir kurutma sürecinden geçiriliyor. Kavun, karpuz gibi kabukluların çekirdeklerini kendi kabukları içinde kurutmamızı salık verdiler, sanırım suları çekilmeden kopartıldıkları için bir süre daha kendi özünden beslenmesi daha uygun oluyor.

Marul, havuç, soğan gibi çiçeklenerek tohuma duranlar var. Bunlar için biraz daha uzmanlaşmam gerekli, şimdilik deneme için renkli marulları tohuma bıraktım, her gün çiçeklerini kontrol ediyorum, çiçekler şimdilik pamuk gibi görünmeye başladı, nihayet altındaki tohumları görebildim, onların renkleri koyulaşınca alacağım. Bu tür tohumları görmem bile 2 yıl aldı. Bu tür tohumlaşma örnekleri içerisinde en kolayı pazı tohumu acemi gözlerle bile görünecek kadar büyük ve anlaşılabilir, sadece dalında olgunlaşmasını beklemek gerekiyor.

Fasulye, bezelye, bakla, börülce, nohut cinslerinin kendileri zaten tohum bunlardan bütün bir kökü tohumluk bırakmakta fayda var, yemeklik ayırdıklarınızı topladıkça yeni fasulye çıkıyor, tohuma bıraktıklarınızı ise toplamayınca artık yenisi çıkmıyor, tohumu olgunlaştırmaya gayet ediyor. Turp, lahana gibi sebzeler ise minicik fasulye benzeri tohum keseciği yapıyor. Bu minik fasulyeciklerin dalında iyice kurmasını beklemezsen tohum haline gelmiyor.

Zaten hiç bir tohum iyice olgunlaşmadan tohum haline gelmiyor. Bu sene bahçeden sultani bezelye tohumu aldım, çünkü bu bölgede çok az biliniyor, tohumlarını Rize’den getirtmiştim. Zaten ilk başından beri bazı bitkileri tohumluk bırakmıştım, artık mevsimi bitince de bütün bitkileri 1 hafta kurumaya bıraktım, bezelyeleri açtığım zaman bazıları tamamen kurumuştu, bir kısmı ise henüz tam kurumamıştı. Güneş altında hepsi aynı şekilde kurur diye düşünerek serdim, ama henüz yaşken kopardıklarım büzüştüler, atmak zorunda kaldım.

Lozan’dan getirdiğim tohumların hiç biri ölü tohum olmuyor. Renkli turplar artık bahçenin kendi ürünü halini aldı, bu yıl arkadaşlara da tohum dağıtacağım. Kale lahananın göbeklisinin tohumunu getirdim, düz yapraklısı bizde de olmaya başladı, ama göbeklisini hiç görmedim. Bu ürünleri de tohuma bırakacağım. Ayrıca patates Avrupa’ya gelmeden önce en çok kullanılan bir kök sebze buldum, şimdilik o da iyi gidiyor, bakalım tohum alabilecek miyim? Hem kök bitki hem de yaprakları havuca benzediği için bu yıl kendi havuçlarımdan da sırf deneyim olsun diye tohum almaya çalışacağım.

Ardeşen’den getirttiğim tohumları da bio çeşitlilik adına diktim, verimli olanlardan tohum yapacağım, olmayanlar üzerinde hiç ısrar etmeyeceğim.

Tohum için son söyleyeceğim şey de mutlaka birkaç yıl yetecek kadar tohum yapmanız, çünkü mesela bu yıl bizim bahçede geçen yıldan tohum yaptığım büyük patlıcanları böcekler yedi, yenisini dikmek için de geç kaldık. Seneye tohumumuz var. Zaten galiba son günlerde kalan patlıcanlar kendilerini kurtardı, birinin üzerinde tek bir adet patlıcan gelişmeye başladı.

Toprakla uğraşmak sadece beyinde yeni bağlantılar oluşturmuyor, zamana ve iklime karşı teslimiyet geliştiriyor. Zaten ne demişler kurda, kuşa, aşa. Bütün tohum bana değil yani.

BAHÇEDEN YEMEKLER SERİSİ

KABAK ÇEŞİTLEMELERİ, KABAK PİZZASI

Bahçede kendim uğraşmaya başladıktan sonra eskiden yaptığım gibi artan yiyecekleri israf etmekten kaçınıyorum. Bence benim yaptığım boyutlarda bahçe yapmanın en zor tarafı özellikle de buzluğa koyulmayan sebzelerin aniden çok bollaşıp, kısa bir süre sonra da bitmesi. İşte bu dönem mesela bahçede en çok dolmalık kabak oluyor, hemen her gün 2-3 adet kabak kopartıyorum. Buzlukta saklanabilen bir sebze değil, bol olduğu bir sene kurutmuştuk, ancak alışık olmadığımız için pek kullanamadık.

Ben de bahçede hiç zirai ilaç kullanılmadan, hiç egzoz görmemiş sebzeleri zamanında yemek yapmaya çalışıyorum. Kabak bu açıdan çok zor bir sebze, bir kez kızarttık, yenmedi. Bir kez karışık dolma yaptık, bu güzeldi ama her gün kabak dolması yiyecek halimiz yok.

Kabaktan yaptığım favori yemeğim, bezelyeli kabaktır, ama onu da geçen hafta sonu yaptım. Değişik olsun diye havuçlusunu yaptım, bezelyeli kadar güzel olmadı. Mücver yapıldı, Girit usulü kabak yapıldı, artık elimde pek de seçenek kalmadı. Ancak sabah kabakların yanına gittiğimde 4 adet güzelim kabak bana bakıyordu. Mecburen aldım tabii. Bu gün kabak pizzası yaptım, bundan sonra da muhtemelen spesiallerim arasına girecek gibi görünüyor.

KABAK PİZZASI

İÇİNDEKİLER

TABAN İÇİN

4 adet kabak

2 adet patates

4 kaşık un

Tuz , kabartma tozu

Zeytinyağı

SOS İÇİN

2 kaşık salça

2 diş sarımsak

1 adet orta boy soğan

Taze kekik

Zeytinyağı

ÜSTÜ İÇİN

Süzme beyaz peynir

İzmir tulumu

Kaşar peyniri

Zeytin

Sucuk (şart değil)

YAPILIŞI

Kabaklar ve patatesler rendelenip suyu sıkılacak, içine tuz, un, kabartma tozu koyularak ellerinize yapışmaması için elleri zeytinyağına bulayarak hamur gibi yoğrulacak. Fırın tepsisine pişirme kâğıdı koyup, üzerine bir santim kalınlığında hamur serilecek. 200 derecelik fırında 30 dakika pişirilecek.

Bu arada biraz zeytinyağı içerisinde ince kıyılmış soğan ve sarımsak biraz sotelendikten sonra, soğuk su içerisinde homojen hale getirilmiş salça eklenecek, istenen baharatlar katılarak, pişirilip sos haline getirilecek. Tuzu peynirlerinizin tuzuna göre ayarlamakta fayda vardır.

Pizza tabanı biraz soğuduktan sonra üzerine sos dökülüp, üzerine istenen malzemeler eklenip, kaşar eriyene kadar tekrar fırınlanacak.

Ben ilk acemilikle tabanı biraz fazla pişirdim, o kadarına gerek yokmuş.

Tekrar yaptığımda üzerine sos ve birkaç çeşit peynir dışında malzeme eklemeyi düşünmüyorum.

Çok güzel bir tarif oldu, denemenizi öneririm.

ciddi bir problemim var, yeni telefonumun fotoğraf makinesi çok büyük resim çekiyor, sıkıştırılmış halde bile resimleri buraya koyamadım. Çare bulana kadar resimsiz idare edeceğiz artık.

https://meet.google.com/rsr-ckup-uwu

KÖYDE BAYRAM, SICAKTAN MARESLEME, EVDE OYALANMACA, EMEKLİLİK SORUNSALI, YAŞLANDIKÇA TOPRAKLANMA İHTİYACI ARTIŞI

Geçen bayramı, klasik bayram havasında geçirmek istedim. Çanakkale’de epeyce arkadaş edindim, artık görüştüğüm insanlar arasında, buraya geldikten sonra tanıdığım kişiler, önceden tanıdıklarıma nazaran sayıca daha fazla oldu. Benim için alışılmadık olan, hayatımda ilk defa çevremde aile ve tıp camiası dışındaki insanlar çoğunlukta oldu. Bu bayramı eski bayramlar gibi geçirmek istediğim için, görüştüğüm kişilere bayramın ilk günü misafir kabul edeceğimi, ikinci gün ise iade-i ziyarete çıkacağımı ilan ettim. Böylece insanların, köye kadar gelip de geri dönme riskini ortadan kaldırmış oldum. Kurban bayramı olduğu için kavurma da yaptım, Zafer ev yapımı gibi bir tepsi baklava getirdi, zaten hem Lapseki, hem de şehir mezarlığında ziyaretlerim var, gelene ertesi gün ben gittim, ziyaret ettiğim yaşlılar da var; derken geri dönüp baktığımda cidden eski bayramlar gibi bir bayram geçirmiş oldum.

Bizim köy hayvancılık yapan bir köy olduğu için kurban kesiliyor, hatta şehirden gelip kestiren de bir hayli insan oluyor. Köyün anlaşmalı peynir üretici ise dini bayramlardan süt almaya gelmediği için, bayram günleri köylüler, kendi peynirlerini yapıyorlar. Böylece kurban bayramı bir yandan kurbanla, bir yandan peynir yapımı ile uğraştıkları, yılın en çetin günlerini haline geliyor. Bu yıl bir de aynı günlerde buğday hasadı, ardından saman işleri filan vardı. Biz şehirliler kibarca komşuluk yaparken, köydeki  komşuların işten güçten canları çıktı.

İnsanoğlu çok tuhaf, kışın soğuk olunca yaz sıcakları gelsin hiç şikâyet etmeyeceğim diyorum, şimdi ise kış gelsin soğuktan şikâyet etmeyeceğim diyorum. Şu aralar havalar oldukça sıcak, hatta bir gün akşam güneşi altında biraz zaman geçirdim diye bayağı güneş çarpması geçirdim. Her ne hikmetse bu yaz bir türlü deniz mevsimini de açamadık, kukumav gibi evde oturup, sıcaktan, nemden dem vuruyoruz. Sıcaktan günlük yürüyüşlerimi de bıraktım, sabah serinliğinde evin içinde biraz spor yapıp, gün boyu oturuyorum. Tabii böyle olunca epeyce kitap okuyor ve el işi yapıyorum.

Bu bayram tatili bir hayli uzun olduğu için dışarıdan gelen arkadaşım çok oldu. Beyhan Saroz körfezindeki yazlığına geldi, 2 gün de bende kaldı, Geyikli’de Ayşegül’e gittik, Beyhan’nın yaklaşmakta olan emekliliği konusunda fikirler ürettik. Zaten şimdilerde bütün arkadaşlarım teker teker emekli oluyor, bazılarının emeklilik konusunda ‘yaşam koçu’ gibi bir ‘emeklilik koçu’na ihtiyaçları oluyor. Emeklilikte ben ne olacağım, ne yapacağım gibi soruları olanlara sen çalışmaya devam et diyorum, zaten ruhen emekliliğe hazır olanlar koç moç aramıyor, küt diye emekli oluyor.

Bence bu konu oldukça önemli, aslında kadınlar emekliliği daha kolay kabul ediyor, çünkü pek çoğu kendini evde ve arkadaş çevresinde oyalamayı iyi biliyor, ama erkeklerin çoğu gerçekten emeklilikte ne yapacağını bilemiyor, çalışmak zorunda kalıyor. Tabii emeklilikte çalışmak zorunda hissetmenin kadını erkeği yok ama genel olarak böyle. Bence, emeklilikte çok daha az sorumluluk gerektiren, çok daha kolay ve esas alanından farklı bir alanda, belki yarı zamanlı, belki tam zamanlı çalışılacak işler olsa, emeklilerin çoğuna farklı bir kapı açılmış olur.

Ben kendi hesabıma mesela bir hobi dükkânına el işleri yapmak, hatta bazen satış yapmak gibi keyfe keder bir işte çalışabilirdim. Bizim Gaye ile Gamze’yi de üretim ekibine katsam, bayağı iş yeri açacak malzeme hazırlarız. Geçenlerde internette Tokat basmasından kadın çantası satışı gördüm, bende de hiç kullanmadığım kare bir Tokat basması masa örtüsü vardı, kendime internette gördüğüme hiç benzemeyen bir çanta yaptım. Bazı yerlerine zımba çaktırdım, usta çantama bayıldı, geçen çok şık bir kadın, çantayı nerden aldığımı sordu, çok beğenmiş, ben yaptım deyince inanamadı. Zafer yeni bir ev aldı, dubleks daire, yukarı katta bir çatı penceresine perdeci buraya perde olmaz diye kesip atmış, Perihan ise ben asıl bu pencereye süslü bir perde istiyordum deyince dayanamadım, şimdi ona bir perde örüyorum. Yani elime beceriklidir, Gaye/Gamze bacılar da çok beceriklidirler, havalar biraz normale dönsün, onlarla çeşitli projeler yapacağız. Kim bilir, belki de satış bile yaparız, neden olmasın? (Geçen aylarda İzmir’e gittiğimizde rehber kadın öğretmen emeklisiydi, emekli olduktan sonra benim gibi açık öğretim mi okumuş, yoksa turizm bakanlığından bir kursa mı katılmış, şimdi hatırlayamadım, ama İzmir yerelinde rehberlik yapıyordu, çok mutluydu.)

Bu bayram sınıf arkadaşlarımızdan da gelen oldu. Levent ile görüşemedim, ama Haşmet ile görüştük. Haşmeti 49 yıldan beri tanıyorum, ama son 20/25 yılını filan Amerika’da geçirdiği için çok uzun zamandır görüşememiştik. Benim bahçe tam bir Laz kızı bahçesine döndü, ağaçlar, çalılar, sarmaşıklar bir birinin üzerine tırmanıyor, ama bütün bu karmaşa içerisinde benim çok iyi bildiğim bir düzen var. Perma kültür kurallarına uyuyorum, doğal gübre kullanıyorum, mutfaktan kompost çıkartıyorum, yeşil gübreleme yapıyorum, su hasadı, su tasarrufu yapıyorum, sebze çeşitliliğine dikkat ediyorum, atalık tohumlar kullanıyorum. Bütün bunları gelene gidene sabırla anlatıyorum, ilginç olarak her gelenin aşırı ilgisini çekiyor, hatta Haşmet’e bahçemi gösterdiğimde, tam benim hayalimdeki bahçeyi yapmışsın dedi. Yeni bir tohum kardeşi daha edindim, bana Amerika’dan kısır olmayan tohumlardan getirecekmiş, sanırım onun çiçeklere ilgisi daha fazla, bahçemdeki çiçeklerin birçoğunun Latince isimlerini saydı.  Öyle sanıyorum ki insanın yaşı ilerledikçe topraklanma hevesi ve ihtiyacı artıyor.  Birçok arkadaşım emeklilikte toprakla ilgilenmeye başladı, hatta Hayri, neredeyse Robinson Cruzo gibi yaşıyor, sürekli bahçede yaşıyor, köye bile gitmiyor.

Ben de toprakla daha önce neredeyse hiç uğraşmamıştım, ama gerçekten hem fiziksel, hem de ruhsal sağlığa çok faydalı olduğuna inanıyorum. Tabii toprakla uğraşmak herkese uygun olmayabilir ama ne olursa olsun mutlaka bedensel, sürdürülebilir bir hatta birkaç aktivite yapmak lazım.

Bir de emekli olan bazı arkadaşlarımda şunu fark ettim, bazıları oldubitti kitap kurdu olduğu için okumaya devam ediyor, ancak bazı arkadaşlarım okuma işini de tıp ile sınırlandırmış, başka konuda okumayı zaman kaybı sanıyor, oysa bence hem çalışırken hem de emeklilikte mutlaka çok çeşitli konularda okumak lazım. Bazen bir kitap daha önce hiç farkında olmadığın bir konuda cidden ufuk açıcı oluyor. ( Bu arada ben de Ayşegül ve Cumhur’un kütüphanesini talan ettim, kitaplarına hiç zarar vermeme sözü vererek ödünç kitap aldım, Ali, Berkin ve Zeynep Hanımdan sonra bir kitaplık kardeşliği daha kurmuş oldum. Bu iş çok güzel oldu, mesela Ali’nin kitaplığından benim aklıma kalsa hiç dikkatimi çekmeyecek kitaplar okudum, çok etkilendim. Zeynep Hanımdan ise istesem de bulamayacağım kitaplar aldım okudum).

Sonuç olarak; emekliliğe de ciddi bir şekilde hazırlanmak lazım, daha çalışırken hobiler edinmeli, kendine farklı ilgi alanları yaratmalı insan, yoksa özellikle de bizim gibi çok çalışmaya alışmış insanlar boşluğa düşüyor.

GÖĞE BAKAN KOCA KARI; 2023/TEMMUZ

Türkçede bu aya ‘orak ayı’ ya da ‘ot ayı’ adı verilmiştir, gerçekten de buğday hasadının yapıldığı dönemdir. Temmuz adı, eski Türkçede çok sıcak anlamına gelen Tamuz kelimesine mi benzetildi, yoksa Sümerlerin verimlilik tanrısı Damuzi (Tammuz)dan mı geldi bilemem, ama her anlam bu aya uyumludur. Wiccan bayramlarından Lughnasadh ayın son günü başlar. Taze bir çiftçi olarak bu ayın doğanın önemli döngülerinin gerçekleştiği bir ay olduğunu ve pek çok kutlamayı hak ettiğini biliyorum.

Her nedense bu ay, ay döngülerinin önemine dair bir şeyler yazmak istiyorum. Eskiden insanlar bize nazaran çok daha fazla doğa döngülerine uyumlu yaşamak zorundaydılar, zaman içerisinde ay döngülerinin dünya üzerindeki hayatı etkilediğini gözlemiştiler, ayın belli fazında bazı tarımsal işleri yapmayan, saçını kestirmeyen, acil olmayan ameliyatlarını erteleyen insanlar hâlâ yaşamaktadır. Ben de mesela dolunay fazında uykusuzluktan, sinirden kurt adam halini alan, yani ay döngülerinden aşırı etkilenen insanlardanım.

İnsan en fazla dolunay ve yeniayda etkilense de ilk dördün, son dördün ve cresent fazları da oldukça önemlidir.

Bu ay 3 temmuzda oğlak burcunda dolunay, 10 temmuzda koç burcunda son dördün, 17 temmuzda yengeç burcunda yeniay, 25 temmuzda akrep burcunda ilk dördün gerçekleşecek. Oğlak/ yengeç aksındaki bu döngü, bu ayın ülke açısından önemli olacağını hissettiriyor.

 Ayın 15’inde ise, akrep burcunun ilk derecelerinde ayın crescent formu var. Her ay döngüsünde bu form insanların sezgilerinin arttığı, ilham gücünün yükseldiği ve manevi etkileri normalden daha fazla maruz kalabileceği bir zamandır, hatta büyülerin de bu dönemde daha iyi tutacağı düşünüldüğünden, bu günlere büyü ya da büyücülerin günleri olarak dahi düşünülmüştür. Bu temmuzda ayın bu formunun bir su burcunda hele de su burçlarının en gizemlisi olan akrepte gerçekleşeceği düşünülürse oldukça etkili olacağı kesin. Uzun sözün kısası, ayın 15inde nazar duası okumakta, düşünceline dikkat etmekte ve rüyaları önemsemekte fayda var.

Show Buttons
Hide Buttons