Monthly Archives: Şubat 2022

GÖĞE BAKAN KOCAKARI; MART 2022

Savaş Tanrısı Mars’ın ayına, Rusya, Ukrayna savaşı gölgesinde girdik, Allah, politikacılara akıl fikir versin, insanlığın sonunu hayırlara dönüştürsün, ne diyeyim?

Hicri takvime göre üç aylardan Şaban ayındayız ve ayın 17si Berat Kandilidir. 2 Mart, saat 20.34de balık burcunda yeniay, 18 Mart 1015te başak burcunda dolunay gerçekleşecek.

18 Mart aynı zamanda Çanakkale savaşı başlangıcında deniz zaferinin kazanıldığı gündür. Bu deniz harekatı bütün savaşın seyrini değiştirmiş, Gelibolu yarımadasını birinci cihan harbinin en önemli kara cephelerinden biri haline getirmiş, bu cephedeki savaşın sonuçları dünya siyası tarihinde önemli sonuçlar doğurmuştur. Bizim için bir varoluş savaştır.

Bu yıl Gelibolu/Lapseki köprüsünün kullanıma açılması da bu tarihe denk getirilecek. Böylece Çanakkale Boğazı da karayolu ile geçilebilir hale gelecek.

Mart ayı, son cemrenin toprağa düşmesiyle başlar, Berdelacuz, Abril beş soğukları ile devam eder. Bazı yıllar, baharı getirirken bazı yıllar kazma kürek yaktırır. Geçen yılın en büyük karı Martta yağmıştı, bakalım bu yıl ne olacak?

Mart 21, ilkbahar ekinonksunun (gün/tün eşitliği) yaşandığı, dolayısıyla göksel mevsim değişikliğinin olduğu gündür.

Mart ayında bahçelerde yapılacak birçok iş vardır. Yabani ot mücadelesi, ağaç budama, ilaçlama hep bu ayın işleri. Ayrıca ise güllerin çelikleme zamanıdır. Geçen yıl köyde bazı metruk bahçelerde bulunan Isparta güllerinden çelikler yapmıştım. Bu çelikler başlangıçta tuttular ve birkaç yaprak büyüttüler, ancak bundan sonra yağan kar hepsini dondurdu. Bu yıl gene hem kendi bahçemizden hem de köyden gül çelikleri yapıp, saksılara dikeceğim. Bu sefer akıllandım, Nisan ortalarına kadar saksıları kapalı yerde tutacağım. Dikme işini ise sonbaharda gerçekleştireceğim.

FIRINDA BAKALYARO, ZEYTİN SALATASI

Bu mevsimde en lezzetli balık mezgit. Burada mezgit bizim Karadeniz’de bildiğimiz mezgitten farklı, bakalyaro cinsi. Mezgite göre biraz daha büyük, beyaz, narin etli ve çok lezzetli bir balık. Eti o denli narin ki, genel olarak fırında pişirilmesi önerilmiyor, ama ben de kızartma balığı hiç semem.

Eğer fırında pişirecekseniz en çok 15 dakika tutmak gerekiyor, bu durumda sebzelerin pişecek zamanları olmuyor.

FIRINDA BAKALYARO

İÇİNDEKİLER

Kişi sayısına göre kılçığı çıkartılmış balık

Her balık için bir orta boy patates

Büyük fırın tepsisi için 2 soğan

10/12tane köy biberi

Tuz

Tereyağı

Zeytinyağı

YAPILIŞI

Patatesler soyulup, yarım santim kalınlığında halka şeklinde kesilir. Patateslerin üzerlerine biraz zeytinyağı ve tuz dökerek, harmanlanır. Tuzlanıp, yağlanmış patatesler fırın tepsisine dizilerek 200 derece fırında 35/40 dakika üzerleri kızarana kadar pişirilir.

Soğanlar ve köy biberleri jülyen kesilir ve bir tavada çok az zeytinyağı ve tuzla sotelenir. Sotelenen sebzeler, patateslerin üzerine serilir. Elbette isteğe göre farklı sebzeler de eklenebilir.

Son olarak balıklar derileri yukarı gelecek şekilde sebzelerin üzerine yerleştirilir, üzerlerine biraz tuz ve çok az tereyağı koyularak 15 dakika daha 180 derecede fırınlanır.

Balık çok lezzetli olduğu için başka baharata gerek görmedim, ancak istenirse biraz acı biber de gayet güzel olur.

ZAGUDA SALATASI

İÇİNDEKİLER

25/30 adet çekirdeği çıkartılmış zaguda

1 adet kırmızı soğan

Birkaç dal maydanoz

Sumak

Zeytinyağı

ZAGUDANIN YAPILIŞI

Zaguda; yeşil zeytinin taşla kırılarak yapılan halidir. Kırık zeytinler 2 günde bir suları değiştirilerek acıları çıkana kadar suda bekletilir. Acısı çıktıktan sonra tuzlanır. Genellikle acısı çıktıktan sonra bir iki ayda tüketilir.

zaguda salatası

Bakalyaro fırında

POLENTA YAPTIM, KUYMAĞIN BİRAZ DAHA FARKLI BİR HALİ

Aslında Karadeniz’de kuymak ya da muhlama  denilen yemeğe çok benziyor, ancak çok daha az yağlı ve kazandibi kıvamında olduğu için et yemeklerinin, balığın yanında patates püresine alternatif olabilir. Lezzet olarak bizim ağız tadımıza oldukça uygun. Ben muhlama ve kuymak  arasındaki farkın ne olduğunu bilmediğimi itiraf etmek zorundayım. Galiba Rize’de muhlama, Trabzon’da kuymak deniliyor. Özellikle Hemşin yöresinde bol miktarda tereyağında yapıldıktan sonra  üzerine tekrar yağ dağlanıp döküldüğü için mide çivisi  anlamında muhlama denildiğini  düşünüyorum.

Polenta ise yabancı kanallarda sıkça karşıma çıkan bir tarif olduğu için heveslendim

İÇİNDEKİLER

Miktarları kendi kafamdan uydurdum, ama sonuç iyi oldu

1 bardak ince mısır unu

2 bardak süt

1 kaşık tereyağı

1 bardak rendelenmiş kolot peyniri

Üzeri için bir parça parmesan peyniri

Tuz

YAPILIŞI

Mısır unu yanmaz tavada çiğ kokusu biraz çıkana kadar kavruluyor. Üzerine un miktarının iki katı kadar süt yavaş yavaş, karıştıra karıştıra ekleniyor. Koyu bir muhallebi kıvamı alınca tuz(peynirin tuzuna göre ayarlamakta fayda var), mısır ununu ölçtüğümüz bardak kadar rendelenmiş uzayan bir peynir (ben kolot kullandım, farklı yerel peynirler de kullanılabilir). Bütün malzemeler tamamen karışana kadar bir miktar daha tavada karıştırarak pişirilir.

Bir fırın tepsisi yağlanarak, bir parmak kalınlığında polenta içine dökülür. Üzerine parmesan ya da eski kaşar gibi daha kokulu bir peynir rendesi ekleyerek 200 derece fırında üzeri kızarana kadar, 10/15 dakika kadar fırınlanır.

Fırından çıktıktan sonra 10 dakika ilk sıcağının çıkması beklenir. Spatula yardımı ile tabaklara servis edilir.

İçindeki peynirin cinsine göre daha egzotik lezzetlere ulaşmak mümkün bence, ama peynirin uzayan bir cins olmasına dikkat.

Daha şık sofralar için kek kalıplarında tek porsiyonluk olarak fırına sürmek de mümkün, böylece tabaklama işlemi çok daha şık görünecektir.

SİZİN ARAMA SAĞLAYANINIZ YOK MU?

Galiba iyice yaşlandım, eskiden ‘öz Türkçe’  yani yeni moda kelimeleri kullanınca büyüklerimiz ‘bu nasıl söz’ diye bize kızarlardı. Şimdi artık nesil karşıtlığının yanlış tarafındayım, ben gençlere ‘bu nasıl Türkçe’ diye kızıyorum.

Geçen yıl evde mahsur kaldığımız sürelerde önüme gelen online eğitimi almıştım. Bunlardan biri de fitoterapi eğitimiydi. Bunca eğitim programı arasında hiç memnun kalmadığım ve boşuna para verdim diye düşündüğüm tek eğitim de buydu.

Elimi verdim kolumu kurtaramıyorum. Şimdi ayda bir farklı numaralardan beri arayıp bir başka kurslarına başvurduğum için ‘ARAMA SAĞLADIK’ diyorlar. Oysa ben hiçbir yeni kurslarına başvurmadım, çünkü o kurumdan aldığım tek kurstan hiç memnun kalmadım.

Tamam, anlıyorum eski müşterileri arayıp, yeni programlarını hatırlatmaları, aranan için neredeyse taciz boyutlarına vardığı halde, satıcı firma açısından olağan kabul edilen bir pazarlama tekniğidir.  Ancak şu ARAMA SAĞLADIK lafı nereden çıktı? Kim icat etti? İşte bunu hiç anlayamıyorum.

Benim bildiğim telefon edince aradım demek yeterlidir, arama sağlamak da neyin nesi? Sanki telefon ederek bana keyif bağışlıyorlar. Açıkça taciz  ‘sağladıkları’ için minnettar mı kalmam bekleniyor vallahi hiçbir şey anlamadım.

Her seferinde farklı biri arıyor ve hepsi de aramayı sağlamış oluyorlar. Artık bu nasıl bir söz birliğiyse?

Doğru çizmelerini giyene kadar yalan dünyayı dolaşırmış. Sanırım bir birlerine yalan yanlış konuşma bulaştırıyorlar.

Bundan yıllar önce bir kongreye gitmiştik. Rehberlerden biri otobüsün mikrofonunu eline aldı ve neler yapacağımız açıkladı. Ne yapacağımızı hiç birimiz anlamadık, çünkü kız bizim bilmediğimiz bir gramerle konuşuyordu. Mesela saat onda salonda olmuş olacağız diyor. Her fiili olacağız ile belirtiyor. Gelmiş olacağız, görmüş olacağız, yemiş olacağız…

Olacağız, varacağız, yiyeceğiz, gideceğiz… Türkçe böyle konuşulmaz mı? Hele bir sözü var ki üzerine destan yazabilirim. Otele  DÖNÜŞ YAPMIŞ OLACAĞIZ dedi. Türkçe otele DÖNECEĞİZ denmez mi?

Dönüş yapmak ne demektir? Hele ki dönüş yapmış olmak nereden çıktı? Hangi gramer ormanında kayboldun da yolunu bulamadın?

Sanırım uzun yıllar Avrupa’da yaşadı, o nedenle bu kadar yersiz ve sık ‘to be’ fiili kullanıyor diye düşündüm.

Devamı var; ilk rehberin konuşması bittikten sonra İstanbul’dan bizimle birlikte gelen ve o ana kadar normal konuşan bir başkası mikrofonu aldı. Ve, iki arada bir derede ona da olanlar olmuştu; o da katılmış olacağız, olmuş olacağız, sağlamış olacağız diyerek bizi ‘to be’ bombardımanına tuttu. Yani yanlış konuşmak için, tek sefer yanlış konuşma dinlemesi yetti. Neyse ki ilk rehberle sadece bir kaç saat beraberdik, böylece kongre boyunca geçirdiğimiz birkaç günde bizim kıza to be’yi unutturmayı başardık.

Bir sürü yeni nesil kullanım duyuyorum, çoğu da bir sefer herhangi bir dizide duyulup, canla başla benimsenmiş İngilizce Türkçesi diyebileceğim ya da tamamen uydurukça söylemler.

Mesela kendini başkasıyla tanıştırırken; Ahmet ben. Bu tamamen uydurmaca bir tanımdır. Türkçede adım Ahmet denir. Ahmet ben denmez. Böyle bir kalıp yoktur.

En rahatsız olduğum yeni kalıplardan biri de;  yapmam mı, sevmem mi,  gelmem mi kullanılmasıdır. Sen istersin de ben iki elim kanda olsa bile, yapmaz mıyım? Uzun zamandır görüşmedik, çağırırsın da gelmez miyim? Bu kadar güzel kokan çiçeği sevmez olur muyum? İşte bu şekilde kullanılır.

Son zamanlarda çok sık kullanılan; hayatta en son istediğim şey, seni üzmek gibi bir cümle de yoktur. Türkçede seni üzmeyi asla istemem, hayatta üzülmeni istemem şeklinde söylenir.

Sadece gramer yanlışları değil ki? Sesler de yalan yanlış söylenir oldu. Bütün kızlar ş ve s seslerini birbirinin yerine söylemeye başladı.

Yazarken de bütün bitişik yazılması gereken –de, -ki ekleri ayrı yazılmaya başladı. Şehir de yazılışı, sadece kasaba değil şehir de sular altında kaldı cümlesinde doğrudur, beni arayan şehirde bulur cümlesinde ise bitişik yazılmalıdır. Sen de arabaya binecek misin doğru. Kalem sende mi doğru.

Sende arabaya binecek misin olmaz, kalem sen de mi olmaz.

Biraz insaf yahu.

Show Buttons
Hide Buttons