Monthly Archives: Eylül 2021

GÖĞE BAKAN KOCA KARI; 2021 EKİM

Sonbahar ekinoksu geride kaldı, günler artık kısalmaya, havalar serinlemeye başladı. Göğü bulutların hareketlendirdiği, sonbahar güneşinin, yaprakları sarının, kızılın, kahverenginin her tonunda boyadığı zamanlar geldi.

Ekim ayı adının kaynağı Türkçe olan nadir aylardan biridir, sanırım kış sebze bahçelerinin son ekimleri yapıldığı için ekim adını almış. Eski Türkçede ekim ayının adı teşrinievvel ayı imiş.

Bu yıl, Hicri takvime göre ekim ayının 7’sinde 1443 yılının Rebiülevvel ayına giriyoruz. Hicri takvim ay hareketlerine göre hesaplandığı için her sene aylar döner (ramazandan bu olayı çok iyi biliyoruz). Ekim ayının 11i ise Mevlit kandili.

Rumi takvim, şu anda kullandığımız takvimden çok farklı değildir, sadece her ay kullandığımız takvimim 14üncü günü başlar. Rumi takvime göre bütün yıl, ağaçların yapraksız olduğu Kasım ve yeşil olduğu  Hızır olarak iki mevsimden oluşur. Ekim ayı Hızır günlerinin de son günleridir artık.

Gökyüzünde 14-15 ekim günlerinde ay, Satürn ve Jüpiter ile yakın konumlarda gözlenecek. Ay döngüsüne gelecek olursak, ayın 6sında terazi burcunda bir yeniay, 20sinde ise koç burcunda bir dolunay gerçekleşecek.

Ekim ayının ilk günlerinde artık göçmen kuşların Anadolu’dan göçtükleri son günlere denk gelen kuş geçimi fırtınasını, koç katımı fırtınası izler. Dokuz ekim yaprak dökümü, 14 ekim Meryemana, 17 ekim kırlangıç, 18 ekim koz kavuran, 21 ekim bağbozumu, 28 ekim balık fırtınası diye anılan günlerdir. Yani hava bozuyor.

Ekim ayında bahçeye bakla, turp, ıspanak, soğan, sarımsak tohumu atılabilir, marul, kereviz, pırasa, pancar ve lahana türleri ise fide olarak dikilir.

Balık çeşitlerinin en bol olduğu aylardan biridir; barbunya, çipura, kılıç, levrek, lüfer, tekir, sardalya, ofroz, traça gibi balıklar boldur. Palamutun en bol ve lezzetli zamanıdır.

BAHÇEYE SARDIĞIMDAN BERİ ENERJİK BİR ŞEKİLDE ORGANİK GÜBRE DAVASI GÜDÜYORUM, BOK YOLUNA NELER YAPMADIM Kİ

Evde her zamankinden daha fazla zaman geçirince kendimi bahçe işlerine kaptırdım. Daha önce bizim kızlar bahçeli evde oturduklarından bu işleri biliyorlar, ayrıca köyümüzden bir iki kişi de ağır işlere yardıma geliyordu, ben kendimi hiç bahçe işlerine bulaştırmıyordum, benim işim hasat yapma ve ürünleri yemeğe dönüştürme işiydi. Yardıma gelenlerden esas işe yarayanı tam zamanlı çalışmaya başladı, gaydırı gubbak olanı ise bizi söğüşlemeyi iyice artırdı. Sonuç olarak bir anda köyden yardım almamaya karar verip, şehirde oturan biriyle istediğim zaman gelecek şekilde anlaştım. Bu adamı ancak ayda bir filan almaya başladım, hayret verecek şekilde ayda bir gün çalışarak, öncekinden çok daha fazla iş yapıyor.

Ben de evde mahzur kalınca önceleri bahçenin yabani otlarını  azaltma işlerine başladım.  Bahçede kimyasal kullanmak istemediğimiz için bu iş oldukça zahmetli ve zaman alan bir uğraş haline geldi, haftalarca her gün saatler boyunca döne, döne ot mücadelesi yaptım. Bütün bahçenin otlarını temizledim dediğim anda, ilk temizlediğim yerdeki otlar yeniden büyümüş oluyor. Her şeye al baştan başlıyorsun. Hiç spor salonuna gitmen gerekmiyor, durduk yerde kilo bile kaybediyorsun, sonuçta hem bahçe hem de bedenim bu işten karlı çıktı. Bir mevsim sonrasında ise yaban otları neredeyse yarıya indi, böyle gözle görülür başarı sağlayınca bahçe işlerine hevesim arttı.

Böylece ağaçlara nasıl bakacağımı araştırmaya başladım, her biri için organik ilaçlar yaptırdım veya aldım. Budama, kök havalandırma, sulama, ilaçlama zamanlarını ve özelliklerini öğrenmeye başladım.

Bu yıl daha önce verim almayı bir türlü başaramadığımız asmalara güzelce bakıp, bol miktarda üzüm alınca kendimi iyiden iyiye yüreklenmiş buldum. Böyle gaza gelince de bu kışın sebze bahçesini de ben hazırlamak istedim.

Geçen yaz zaten içini kumlu toprakla doldurttuğum bir köklü sebze bahçesi inşa ettirmiştim. Patates, havuç gibi ilk denemelerimizi aculluktan çabuk topladığımız için pek verim alamamıştık. Bu yıl bu bahçeye biraz daha kum, toprak gübre karışımı doldurttum. Önce sadece bu bahçeyi ele alacağımı düşünüyordum. Buraya patates, sarımsak, havuç gibi sebzeler ektim. Geçen yıldan acemiliklerimizden ders alarak daha seyrek çıkmaları umuduyla, havuç tohumlarını mısır unu iyice karıştırarak serptim ve tohumların yarısını bir ay sonra ekmek üzere sakladım. Şimdi kartal gibi bitkilerin çıkmasını gözleyeceğim, sık çıkanları elimle seyrelteceğim ve tabii hasat için olgunlaşmalarını bekleyeceğim.

Bu bahçeye diktiğim patateslerden birkaç fide çıkmaya başlayınca iyice delirdim, bütün kış bahçesini ben yapmak istedim. Hiç üşenmeyip, oldukça yeterli bir sebzelik yaptım, eğer diktiğim bitkilerin %70i bile olursa bu yıl pazarcılık bile yapabilirim. Tabii biraz abartıyorum. Eğer bu bahçede de yeterli sonuç alırsam kendimi neredeyse bahçıvan kabul edeceğim. Bundan sonra artık tohum ayırma ve fide yapma gibi daha incelikli işleri öğrenmeye çalışacağım.

Tabii, toprağı beslemek ve güçlendirmek ilk kaygım olmaya başladı. Bir taraftan geçen yıllarda doğru dürüst iş yapmayan işçilere verdiğim parayla kaliteli toprak, törf, solucan gübresi filan alırım diye düşünüyorum. Diğer taraftan, her sorduğum kişi önerdiği için gene de doğal hayvan gübresi arıyorum. Bizim köy hayvancılık yapan bir köy hatta her iki komşumun da inekleri var. Daha önce koyun gübresinin, inek gübresine göre daha çok besin verdiğini öğrenmiş ve onu da denemiştik. Ancak koyun gübresi toprağı besliyor beslemesine ama inanılmaz derecede yabani ot çıkartıyor. Yani inek gübresini tercih ederim. Fışkının gübre olabilmesi için açık havada aylarca iyice kuruması gerekiyor.

İnek gübresini komşumuzdan alıyorduk, fakat her nedense iki yıldan beri vereceğim dediği halde bir türlü gübre vermiyor. Adama kızamıyorum bile, çünkü o kadar yalvarttı ama gübresini sakınıyor, buna karşın her sene çuvalla soğan, kilolarla sarımsak, sepetler dolusu nar getiriyor. Nasıl iştir çözemedim. Ya işten çıkarttığım eski bahçıvan köylüleri bize bahçe işi yapmasınlar diye örgütledi, ya da buraya dışarıdan gelenler hep hayvan gübresi kullanınca gübre kıymete bindi. Sebep nedir bilemiyorum ama köyün içinde yaşayıp da gübre bulamamak tuhaf bir durum.

Ben gene de kuyruğu aşağı indirmedim. Bu bahçeye hayvan gübresi bulacağım. Ziraat bankası müdürlüğünden emekli olan Arhavili bir arkadaşım var, ona havale ettim, komşu köylere de sorduruyorum. Bu arkadaşımın bir de at çiftliği olan tanıdığı var. Avrupa’da at gübresi de kullanılıyormuş, üstelik bu gübre zararlı böcek filan barındırmazmış diye duymuş. Geçen gün birlikte Lapseki’ye kadının at çiftliğine gittik. Gübre yığınını kürekleyip, çuvallara doldurduk, 5 çuval gübreyi arabamın arkasına atıp eve getirdim, şimdi kenarda iyice kuruyup olgunlaşmayı bekliyorlar. Bundan 10 sene önce böyle bir şey yapacağımı rüyamda görsem şaşırırdım.

Bahçe işlerine sardım ya burada şarapçılık oldukça önemli, hele bağ bozumları bütün Eylül ayını bir festivale çeviriyor. İki  hafta sonu üst üste, hem  bağbozumuna yardım etmeye, hem de bu bağlardan yapılan şarapların tadımı  için Eceabat’a gittim. Eceabat’ta zaten bol miktarda bağ ve oldukça önemli şarap üreticileri vardı, son yıllarda bunlara çok lüks otelleri de olan iki üretici daha eklendi.

Defalarca söylediğim gibi paralel evrenlerde yaşıyorum. Audi Q5 lüks jipimle, bir gün 5 yıldızlı bir otelde şarap tadımına gidiyorum, ertesi gün at boku taşıyorum.

şarap tadımı

tadım yaptığımız oda

at çiftliği hem Lapsekiyi hem de karşı kıyıdaki Geliboluyu görüyor

At çiftliği diğer taraftan köprüye sadece bir kilometre uzakta

AĞLAYA İNLEYE YANDI ÇALILAR, AĞAÇLAR, GERİDE KOCA BİR KÜL ALANI VE ADRENALİN ARTIĞI BEN KALDIK.

Ben bu ıssız köye hayatımdan heyecan miktarı azalsın, huzur içinde yaşayayım amacıyla gelmiştim. Şu var ki, ‘asude olam dersen eğer gelme cihane, meydane düşen kurtulmaz seng-i kazadan’ şiiri beni anlatmaya çalışmış galiba, aramasam da heyecan, adrenalin gelip beni buluyor.

Geçen hafta yukarıdaki köye doğru günlük yürüyüşlerimden birinde ufak bir orman yangınına denk geldim. Yukarı Okçular köyü bizim köye çok yakın, nüfusu çok az, küçük bir köy. İnsanların ortak kullanım alanları sadece cami ve karşısında bir köyün olmazsa olmazı kahvehane, bakkal bile yok, sabahları bir araba ile ekmek geliyor, sütlerini sağıp, bizim köydeki süt toplama yerine taşıyorlar.

Bizim evden o köyün ilk evine 2, son evine kadar olan mesafe yaklaşık 3 kilometre, son evi gözümü kestirmişim, aşağı yukarı her gün, sondaki evin önüne kadar yürüyüp geri geliyorum. Kolumda bilezik gibi bir adım ölçer var, bu gittiğim yol bazı günler 8500 adım bazı günler 9000 adım tutuyor. Böylece günün kalan zamanında nasıl olsa 10000 adımı yaparım düşüncesi ile bu parkuru yürüyeceğim günlerde koluma bileklik takmıyorum. Üstelik bu yol, giderken her adımda yükseldiğim  (benim evin denizden yüksekliği 270 metre, yürüyüş yolumun son noktası 400 metre), dönerken her adımı yokuş aşağı attığım bir güzergah olduğundan, bayağı seviyorum ve sıkça kullanıyorum.  Yukarı köy ahalisi hatta kedileri, köpekleri bile beni iyice tanıdı.

Bu köy bir sırt boyunca uzanan 2-3 sıra sokaktan meydana geliyor,  konumu nedeniyle, manzarası bizim köyden bile güzel, tüm boğazı görüyor, ama kışı bizim köye göre en az 5 derece daha soğuk.

Benim önüne kadar yürüdüğüm ev (modern dağ evi havasında taş ve ahşaptan yapılmış tek katlı bir ev), aslında DOĞTAŞ firmasının kurucusunun son yıllarını geçirdiği 50-60 dönümlük içinde her türlü meyve ve hayvanın olduğu bir çiftlik. Yaşlı adam ölünce, evlatları bu evi elden çıkarmadılar, mülke köyden bir bakıcı tuttular, zaman zaman firmanın genel kurulunu bu evde yapıyorlar. Bu günlerde köyümüzde ferrariden, adını bilmediğim bin bir lüks arabadan geçilmiyor.

Geçen hafta mutat yürüyüşlerimden birinin dönüş yolunda, köyden aşağı doğru inerken, köyün ilk evinden 100 metre mesafede 2×2 metre büyüklüğünde ufak bir anız yangını gördüm (çıkarken yani 20 dakika önce bu tarlada hiç kimse olmadığından eminim).

Aklımdan, bu kadar rüzgarlı bir havadan neden anız yaktılar ki, üstelik yaktıkları yerin yanında bile değiller, tarla da çok kuru, hatta saman balyaları bile tam toplanmamış, şimdi yangın büyüyecek  düşünceleri geçti.

Köyün bu ilk evi ile hoş geldiniz tabelası arasında 300-350 metre mesafe var, yol burada bir tepeyi dolaştığı için oldukça virajlıdır. Gördüğüm ilk yangın ne köyden görünüyor, ne de ben tarlanın alt ucunu görebiliyorum.

Burada tarlaların sınırlarını belli etmek için genişliği 50 santimden birkaç metreye kadar değişebilen bir arazi sürülmüyor, yabana bırakılıyor. Böylece hem otlayan hayvanların kolayca aşamayacağı doğal bir çit oluşuyor, hem de doğal flora, tarlaların arasında kesintisiz devam edebiliyor. Bu kısımda tarla ile yol arasında en az 3-4 metre genişliğinde boşluk bırakılmış, böylece yolun iki yanında tarlaları gözlerden saklayan, çalılardan ve yaban ağaçlarından oluşan dar ve uzun orman şeritleri var.

Gide gele bu şeritlerdeki kalıcı bitkileri ezberledim, bol miktarda böğürtlen, kuşburnu, güvem (yabani erik), yabani kızılcık, ahlat, alıç, yöresel adı balık bayıltan olan bir cins ağaç, meşe, yabani asma, kavak, incir gibi ağaçlar. Bunların hemen gerisindeki arazilerde ya ceviz, zeytin gibi ağaçlar dikili, ya da sebze bahçeleri var, ama çoğunluğu buğday tarlası.

Köye yakın kısımda  yolun bir yanında tarla alanları oldukça geniş, ama diğer tarafta bir dar ve uzun bir sıra tarladan hemen sonra doğal kızılçam ormanı başlıyor. İlk gördüğüm anız yangını, köye gelen elektrik direklerine çok yakın olduğu için oldukça tedirgin oldum.

Aklımdan acaba birilerine haber vermemi gerektiren bir durum mudur diye geçiriyorum, çünkü burada her zaman buğdayları kesip, balyaları topladıktan sonra tarlayı yakıyor, itfaiyeci gibi söndürmeyi de beceriyorlar. Belki tarlanın aşağısında insanlar vardır, onları uyarayım diyerek adımlarımı hızlandırdım. Gerçekten  de, tarlanın aşağısında, tam köy tabelasının yanında yol kenarında bir çalının yandığını ve onun arkasında birkaç kişinin olduğunu gördüm.

Bundan sonrası gerçekten çok korkutucuydu.

Tam ben adamlara bu rüzgarda neden yaktınız bağırmaya hazırlanırken, çalının üzerindeki ateş birden bire kavak gibi göğe kadar yükseldi, bir anda yanındaki ağaçların üzerine yattı. Bundan bir saniye sonra en az 20-30 metre genişlikteki alan alev aldı. Alevler ışık gösterisi ya da perde gibi önce göğe yükseldi, sonra yolun üzerine yattı ve bir anda yol yanıyormuş gibi asfalttan alevler yükseldi.  

Tam da köy elektrik tellerinin yolun bir yanından diğer tarafına geçtiği nokta olduğundan elektrik tellerinin kablolarının yanık kokusu burnuma doldu (ben o şaşkınlıkla galiba saçlarım yandı diye düşündüm, ertesi gün yanık telleri görünce kokunun kaynağını anladım).

Bir anda yolum alevler tarafından kesilmiş oldu, ben yangının diğer tarafında kaldım. Ağaçlar yanarken inilti, uğuldama hatta ağlama diye tarifi çok mümkün olmayan, bir kere duyanın asla unutmayacağı bir ses çıkartırlar. Birkaç dakika önümde alevler, kulağıma ağaçların inlemeleri, burnumda yanık plastik kokusu öylece kalakaldım.

Sonra rüzgar alevleri yoldan kaldırıp, çalıların diğer tarafındaki tarlaya yatırdı. Ben hızlıca aşağı doğru, bizim köye doğru koşarak yangın bölgesinin aşağısına indim ve durumun düşündüğümden daha da vahim olduğunu fark ettim.

Çünkü; alevlerin arkasındaki tarlada yanan bir traktörü vardı, arkasına yüklenmiş balyalar kor haline gelmişti. Etrafındaki  adamlar tamamen traktördeki yangına odaklanmışlardı,  balyaları araçtan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Lastikler yanacak, balyaları atamıyorum gibi panik konuşmaları duydum. Etraftaki yangının ciddiyetinin ne kadar farkındaydılar bilemiyorum.

Muhtemelen, traktörde sigara içerken, kül uçup arkadaki balyaları tutuşturdu. Hızla hareket edince yanan balyalar  traktörden düşerler düşüncesi ile traktörü tarlanın aşağısına kadar sürdüler. Ama, balyalar düşeceğine akkor hale gelmiş, araç  direksiyonda oturulamayacak kadar ısınmış, sürücü yere atlamış, orada ne yapacaklarını bilmeden debeleniyorlar. Hiç birinin yangını kimseye haber verdiğini de sanmıyorum, çünkü  etrafı fark bile etmiyorlar. Üstelik bulundukları yer köyden de görünmüyor, köyden başka birilerinin yangını görüp, itfaiyeyi arayana kadar dünya zaman geçer.

İhbarı yapan kişi ben olmalıyım, fakat bir türlü aklıma 112 gelmiyor, bizim muhtarı ve yukarı köyden bir tanıdığımı aradım, orman yangın hattına ve köy halkına haber ulaştırdım. Gene de yardım istemek için hızlıca kendi köyümüze doğru inmeye devam ettim.

Neyse daha köye varamadan,  yukarıdaki gözlem kulesi tarafından orman aracının geldiğini gördüm. Köy meydanına ulaştığımda bu kez Umurbey tarafından gelen itfaiye arabasını gördüm, ben daha eve girmeden Çanakkale tarafından da 2-3 yangın aracı geldi. Artık gözetleme kulesinden mi fark edildi, yoksa ilk ihbarı bizim muhtar mı yaptı bilemem, ama çok hızlı bir müdahale oldu. Yangının çıktığı anla itfaiyenin yetişmesi arasında en çok 15 bilemedin 20 dakika vardır. Bu kadar erken müdahaleye rağmen oldukça geniş bir alan yandı.

Yangın çok ufak bir yerde yolun karşısına da geçmiş, ama asıl köyün tabelasının yanından, ilk eve kadar 350-400 metre boyunca yolun kenarındaki 3-5 metre genişliğindeki çalılar, ağaçlar yanmış. Neyse ki elektrik telleri sadece alazlanmış, yolun karşısındaki içinde mazot, traktör bulunan depoya, odun yığınına sıçramamış. Wifi direğine ve köyün ilk evine 50 metre kala söndürülmüş.

Ertesi gün yangın yerini görmeye gittiğimde hem deponun hem de ilk evin sahibinden bir sürü dua aldım. Kendimi kahraman gibi hissettim, uygun bir şekilde kriz yönettiğimi düşündüm, ama her adrenalin patlamasından sonra olduğu gibi günlerce etlerim lime lime yandı, ayak parmağımdan başımın tepesine kadar her yerim saatlerce işkence görmüşüm gibi ağrıdı.

Elektrik direklerine, saman balyalarına, ormana, köye ve yancı maddelere yakınlığı nedeniyle eğer bu kadar erken müdahale edilmeseydi sonuçları çok ağır olabilecek bir yangındı.

Günlerce yanan ormanları düşünmek bile istemiyorum.

solda depo, sağda yanan şerit
Yolun yanlarındaki normal yaban alanı
Yangın odun deposunun olduğu tarafa sadece bu kadar sıçradı
Yangının köye ulaştığı kısım
Yangının başlama noktası, önümdeki asfalt 20 metre boyunca alev saçıyordu. sadece bir kaç dakika içinde çalılardan eser kalmadı

BİR YANDAN HASAT VE KIŞ HAZIRLIKLARI YAPIYORUM DİĞER YANDAN BAHÇEYİ KIŞ İÇİN, KENDİMİ BAHÇIVANLIK İÇİN HAZIRLIYORUM

Acemi bir bahçıvan olarak yaptıklarımla oldukça gururluyum. Yaptığım ve yapmayı düşündüğüm birkaç bahçe işini yazmak istedim.

Birkaç günden beri havalar mevsim normallerinin çok altında seyrediyor, sanki ekim ayındayız. Zaten bu yıl bu mevsimsiz hava koşulları bahçeleri bir hayli zora soktu. Örneğin incir ağaçlarının üzeri incir dolu ancak geceleri hava o kadar soğuk ki, zavallıcıklar ne büyüyebiliyorlar ne de olgunlaşabiliyorlar.

Havalar böyle gidince yazlık sebze bahçesinin içi de 2-3 hafta erkenden geçti. Biz gerçek anlamda salça yapmayı beceremiyoruz, domates biber sosu yapıp onları salça niyetine kullanıyoruz. Bahçede olanlarla bu sene yetecek kadar sosu yaptık, sanırım bu hafta son bir kez karışık Balkan soslarından birkaç kavanoz hazırlayacak kadar sebze hasadı yaparız, sonra da bahçeyi sökeriz.

Turşu olarak kornişon ve halepenyo biberi turşusu kurdum. İncir, üzüm, elma, alıç, bal, aklıma gelen her şeyden sirke yapmayı da deneyeceğim (şimdiye dek sadece elma sirkesi yaptım).

Bu yıl ilk defa üzümlere biraz daha bilinçli baktığım için bir hayli meyve verdiler. Asmaların birazını hasat ettim, diğerlerini ise birkaç gün sonra hasat edeceğim.  Bir asmanın üzümünün kurutulan üzüm olduğunu anladım, dalında iyice olgunlaştırdıktan sonra kurutmayı düşünüyorum. Koyu renkli üzümlerden MUKE usulü şıra yapmayı deneyeceğim. Bu yıl çok bol üzüm veren ancak meyvesini hiç beğenmediğimiz için kesmeyi düşündüğüm bir üzümden de pestil yapmaya çalışacağım, eğer güzel olursa asma canını kurtarır, olmazsa zaten kesmeyi kafaya koydum.

Güvemler, böğürtlenler, kuşburunları da tam olarak olgunlaştı (Alıç için biraz daha zaman var).  Kara mürverler de olgunlaştı (bizimki henüz çok genç bir ağaç olduğundan meyvesi çok az oldu). Yukarı Okçular köyünde (evden 2 km uzakta bir köydür, belli bir yerine kadar yürüyünce günlük on bin adımımı atmış oluyorum) çok güzel mürver ağaçları buldum ve bu gün topladım ve ev yapımı şurup hazırladım.

Açıkça görüldüğü gibi kuşatmaya hazırlanır gibi kış hazırlığı yapıyorum (Kış hazırlıkları bana hep Elazığ’daki mecburi hizmet günlerimi hatırlatır, böylece gençliğimi de anmış oluyorum).

Bir yandan da kış bahçesini hazırlamaya başladım.

Geçen yıl, bir köklü sebze bahçesi yaptırmıştım. Bahçenin bir kenarında 2 briket yüksekliğinde bir duvar ördürüp, bu alçak duvarla, bahçe duvarı arasında kalan kısma kum ve toprak dökerek içini doldurttum. Geçen yıl buraya sadece eve aldığımız ve zamanında tüketemeyerek köklendirdiğimiz patates kabuklarını dikmiş, bir iki paket de havuç tohumu atmıştık. Ve tabii bir hayli acemilik yapmıştık.

Mesela havuç tohumlarını öylesine serptik, tohumlar aşırı ufak olduğu için fideler üst üste çıktı, ne kadar seyrettiysem de bir türlü istediğim kadar seyreltemedim. Bir de meraktan gereğinden çok erken çektik, havuçların ortaları tahta gibiydi. Demek ki bizim tarlada havuç olmuyor diye düşünürken, erken çekilen bütün havuçların ortalarının böyle sert olduğunu öğrendim. Gerçekten de bir ay sonra, nasılsa orada kalmış bir havucu sökünce aslında ne kadar güzel havuç yetiştiğini anladım.  Bu yıl tohumları mısır unu gibi bir şeyle iyice karıştırıp, öyle serpmeyi düşünüyorum, seyrekleştirmek de kolay olur. Ve tabii, toplamadan havuçların olgunlaşmasını bekleyeceğim.

Patatesler ise geçen yıl da gayet iyi oldu, gene sabırsızlanıp erkenden çektiğimiz için onlar da çoğunlukla küçüktü, bir sürü minik patates çıkarttık.  Bu yıl onları da yeterince bekleteceğim.

Bu sene ise kök sebze bahçesine bakım yaptım, bir miktar daha kum ekledim, bol miktarda yanık inek gübresi ve leonardit (fosil gübre) de serptim. Böylece hem bahçenin besin miktarını artırmış, hem de kumlu toprağın derinliğini artırarak, köklere daha fazla uzama olanağı sağladım sanıyorum.

Yeni bakım yaptığım bu bahçenin bir kısmına köklenmiş patates kabuklarını, bir kısmına sarımsak dişleri soktum, kalan kısmına da ay sonu gibi havuç tohumlarını serpeceğim.

Bir Karadeniz kızı olarak lahana çeşitlemesi bahçesi hazırlamaya da giriştim. Bahçede geçen yıldan kalma birkaç karalahana ve pazı var zaten, yapacağım sebzelik için brokoli, karnabahar, beyaz lahana ve Brüksel lahanası fideleri aldım. (Bu sebzelerden, daha önce sadece bir kez karnabahar yetiştirmeyi başardık, Brüksel lahanaları ise hep oluyor, ancak böcekleniyor, brokoli hiç olmadı, beyaz lahanayı denemedik bile. )Uzun lafın kısası bu acemiliğimle daha önce başaramadığımız bir alana el atmış oldum. Bakalım sonuç ne olacak?

Bahçenin bir bölümünde meyve ağaçları var, bu ağaçlar henüz oldukça küçük oldukları için pek öyle güneşi kesmiyorlar. Bu tarafta çok miktarda ayrık otu vardı, geçen yıl onları zirai ilaçlarla bir hayli azaltmayı başarmıştım. Son iki mevsimde ise artık zehir kullanmadım, sadece bitki köklerini olabildiğince çekerek, ya da henüz tohumlanmadan keserek, bahçeyi yaban otundan bir hayli temizlemeyi başardım. Güzelce çapa da yaptık.

Uzun sözün kısası, elimde, yaban otlarından temizlenmiş, çapalanmış çok az gölgesi olan bir bahçe parçası var. Zaten çapalanmış olan bahçede kazma ile uzunca iki kanal açtım, bu kanalların içerisine biraz inek gübresi, biraz iyi toprak koyup, iyice çamur olana kadar suladım, bu çamurun üzerine de zararlılara karşı gülleci bulamacı döktüm (yanık kireç ve kükürtten yapılan ve bitki zararlılarına karşı gerçekten etkili olan bir ilaç). Bundan sonra aralıklarla fidelerimi diktim, kenarlarını toprakla doldurdum, üzerlerine tekrar su döktüm. Bu arada tutmaları için bol bol dua ettim. Başarılı olursam çok ama çok mutlu olacağım. Ben fideleri diktikten sonra 2 gece üst üste yağmur yağdı, bunun da lahanalarımın güzelce büyüyeceğine dair, ilahi bir işaret olmasını diliyorum.

Bahçenin bu tarafına zamanı gelince bakla ve bezelye de dikeceğim. Böylece yaz sebze bahçesi bütün kış boş kalacak. Burası için düşündüğüm toprak zenginleştirme işlemlerinden biri mutfak artığı sebzeleri biriktirdiğimiz yerde oluşan kompostu serpmek. Yapmayı planladığım diğer ilginç şey ise geçen yıl kopardığım yaban otlarını, kuru meşe yapraklarını karıştırıp, çınar ağacının altına yığmıştım. Bu yığıntı oldukça bir miktarda humus toprağı halini aldı. Bu yıl kopardığım otları başka bir alanda biriktirdim, birazı humus, birazı kuru dal şeklinde duruyor. Bu kuru otları ve meşe yapraklarını sebze bahçesi yapacağım kısma getirip yakacağım. Külleri ve humusu bahçeye sereceğim. Belki yeniden bol miktarda yaban otu olur ama toprağı bir hayli zenginleştirir diye düşünüyorum. Zaten bahçede hiçbir şeyi ziyan etmemeye çalışıyorum, yağmur oluklarında biriken mil toprağını da tekrar bahçeye seriyorum.

Bütün bunları böyle ayrıntılı anlatma sebebim, ilk kez ciddi anlamda bahçe ile ilgileniyor olmam. Bizim bahçe ile Nermin ilgileniyordu, ama gördüğüm kadarıyla onun gücü bir şeye yetmiyor, bu yıl bahçe işini ben ele aldım, önce yaban otu mücadelesi, zeytin ve asmalara bakım filan derken kendime güvenim geldi. Şimdi bitki dikme, tohum alma işlerini öğrenmeye başladım, bu yıl fide yapmayı da öğreneceğim.

Salgın günlerinde bahçeye merak sardım, sanırım bu uzun süreli sosyal izolasyonun bana birkaç faydası oldu. Şimdi düşününce bahçeyle ilgili çok fazla şey öğrendim ve yaptım, bir sonraki yazıda bağbozumu yazmayı planlıyorum.

Birkaç üzüm
Kök bahçesi
Hayatımda diktiğim ilk fideler
Show Buttons
Hide Buttons