Monthly Archives: Ağustos 2022

BİBER DOLMASI ÇEŞİTLEMELERİ VE BİR KÖY EKMEĞİ

Bu sene bahçede biber çeşitleri gayet bereketli oldu. geçen sene dolmalık kabak boldu, kabaktan bin bir çeşit yemek uydurmuştum, bu yıl da dolmalık biberden ne yapacağımı şaşırdım, tam artık bitti derken geçen haftalar bir hayli yağmurlu geçti, biberler yeniden bol bol vermeye başladılar.

Dolmalık biberden bizim evde yapılan yemekler kıymalı karışık sebze dolmasının artan içini doldurup, tencereye birkaç adet de biber eklemek ve de yılsa 1-2 kez zeytinyağlı pirinçli biber dolmasından ibarettir. Kurutulmuş dolmalık biberi kullanmayı mecburi hizmette öğrenmiştim, her sene 1-2 kez yaparım. Birkaç kez (Yunanistan veya Ege kıyılarındaki bir balıkçıda) lorlu biber dolası yemişliğim var.  Bir de yıllar önce orta Avrupa’da bir yerlerde et sulu, kremalı bir biber çorbası içmiştim, onun da denemek istiyorum, bakalım ne zaman yapacağım.

Bu yaz dolmalık biber çok olunca hem zeytinyağlı biber dolması, hem de (rahmetli Semra pek severdi, onun anısına) fırında kıymalı biber dolması yaptım. Hatta birkaç pişirmelik de hazırlayıp buzluğa koydum, ancak hala ve her gün yeni biberler gelmeye devam ediyor.

Ben de alternatif neler yapabileceğimi düşündüm. Geçenlerde gelen misafirlerime lorlu biber dolması yaptım çok beğenildi. Bu gün de o tarifin beğenilmesinden yola çıkarak pazılı biber dolması yaptım, denedim ve geçer not aldı. Fikir vermesi için tariflerimi paylaşıyorum.

Geçen hafta lorlu biber dolasını paylaşmıştım.

PAZILI BİBER DOLMASI

Yağmurlardan sonra bahçede bir sürü semizotu ve pazı çıktı. Geçen günkü tarifi bu kez pazı kavurması ile yeniden yaptım.

İÇİNDEKİLER

Dolmalık biber

İrmik

Pazı

Soğan

Sarımsak

Tuz

Domates suyu

YAPILIŞI

Pazıyı soğanlı, sarımsaklı kavurup, içine biraz domates sosu ekledim. İç malzemenin suyunu çekmesi için biraz da irmik kattım. Biberleri bu içle doldurup, tencerede pişirdim. Bu da çok güzel oldu ancak bir sonraki seferde irmiği daha az koyacağım (biraz fazla kaçtı) ve biberleri de yukarıdaki tarif gibi pişirip dolduracağım. Doldurduktan sonra pişirmeyeceğim. Bu tarifi de farklı otlarla, ot karışımlarıyla, hatta oy ve peynir karışımlarıyla deneyeceğim.

YEŞİL ZEYTİN EZMELİ SARI BUĞDAY EKMEĞİ

Geçen sene kurduğum yeşil zeytin kavanozuna çok az tuz katmıştım, böyle olunca da birkaç ay içerisinde yumuşadılar. Ben ise atmaya kıyamayıp yeşil zeytinleri tel süzgeçten geçirerek yeşil zeytin ezmesi elde ettim. Bu sefer de elimde ne yapacağımı bir türlü bilemediğim kocaman bir kavanoz yeşil zeytin ezmesi kaldı. Ben de evde yaptığım tepsi ekmeklerinin içine zeytin ezmesi katmaya başladım, o kadar beğendik ki, sanırım bundan sonra yeşil zeytin ezmesi yapmaya devam edeceğim.

Çanakkale’de yetişen ‘sarı buğday’ dedikleri atalık buğday tohumu var. Şimdiki tohumlar kadar erimli olmadığından birçok köyde ekmemeye başlamışlar, son yıllarda ise sanırım yeniden canlandırılmaya başlandı. Bizim köyde de kısıtlı da olsa her zaman mutlaka sarı buğday ekiyorlar. Bu cins buğdayın birkaç özelliği var, samanların boyları çok uzun olduğu için yerden yüksekliği fazla imiş. Uzun boyun bazı dezavantajları varmış, mesela zor biçiliyormuş, bitki boyuna uzadığından başak verimi daha az oluyormuş, ancak uzun boyu sayesinde zararlılardan kurtuluyor ve zirai ilaç gerektirmiyormuş. Elbette tadı aşırı güzel ve glüteni de daha az. Hele de köy değirmeninde öğütülünce kepeğinin çoğu da içinde bırakılıyor, kepekli hali daha da lezzetli oluyor.

Bu yıl muhtardan biraz kepekli sarı buğday unu aldık.

Ben genellikle sarı buğday ununu tek başına kullanmıyorum, bildiğimiz beyaz unla karıştırarak kullanıyorum.

Ekmeğin hamurunu yapmak için bir bardak ılık suya bir paket maya, bir yemek kaşığı şeker, yarım bardak elenmiş beyaz unu iyice karıştırıp, 10-15 dakika mayası gelene kadar bekletiyorum. Sonra bu karışıma tuz kattım, yavaş yavaş un ekleyerek ele yapışmayan bir hamur elde edene kadar yoğurdum. Yarı yarıya sarı buğday ve beyaz un kullandım (toplamda 3,5 bardak gibi oldu). Normalde bu ekmek hamuruna bir çay bardağı kadar da zeytinyağı eklerim, ancak şimdi onun yerine zeytin ezmesi koyuyorum, bu sefer hamurun içine dağdan topladığım top kekiklerden de koydum. Hamuru 45 dakika kadar ikinci kez mayalanmaya bıraktım. Hamurun büyüklüğü 2 katına ulaşınca parmaklarımı bastırarak havasını aldım. İyice yağladım fırın kabına havasını altığım hamuru kalınlığı eşit olarak şekilde yaydım. Üstüne biraz daha zeytin ezmesi sürdüm, sumak ve çörek otu ile süsledim. Yarım saat kadar da tepside mayalandırıp, önceden ısıtılmış 200 derece fırında 50 dakika pişirdim.

Biraz soğumasını bekleyip, tepsiden ızgara üzerine aldım.

Aşırı lezzetli bir ekmek oluyor, bugün ve yarın beklediğim misafirlerime bu ekmekle keçi köy peyniri ikram edeceğim.

Ekmek bizim bitiremeyeceğimiz kadar büyük oluyor, bu nedenle biraz soğuduktan sonra kesip buzluğa kaldırıyorum.

Bizim köyde her kadının kapısında odun fırını var ve herkes ekmeğini kendisi yapıyor. Gerçekten çok güzel ekmekler yapıyorlar, ama bu ekmeğimin tarifini alıyorlar, o derece güzel oluyor.

iç malzemede irmik biraz fazla kaçtı

Zeytin ezmeli ekmek

GÖĞE BAKAN KOCAKARI, 2022 EYLÜL

Bu yıl eylül ayı sefer ayının beşinde başlıyor, ayın 27sinde ise rebiülevvel ayı başlayacak. Ayın en önemli gök olayı 23 eylüldeki sonbahar ılımı (gün tün eşitliği), bundan sonra ise artık kuzey yarıkürenin sonbahar mevsimi başlıyor. Yavaş yavaş yaprakların sararmaya yüz tuttuğu zaman geldi.

Bu ay bütün uzak gezegenler retro, yakın gezegenler ise düz harekette, 10 eylülde aslan burcunda dolunay, 26 eylülde ise terazi burcunda yeniay gerçekleşecek. Gezegen gözlemi yapmak isteyenler için en güzel görünen gezegen bu ay Jüpiter olacak, ufak bir teleskop, ya da dürbün kullanılırsa tadına doyum olmaz.

Geleneksel olarak 2 eylülde Mihrican (sonbahar başlangıcı), 7 eylülde bıldırcın geçimi, 13 eylülde çaylak, 28 eylülde kestane karası (Marmara’da balıkların bollaşması), 30 eylülde ise turna geçimi fırtınası var. Fırtına isimlerinden de anlaşılacağı gibi yurdumuzun üzerinden geçen kuş göçü yolları bu ay bir hayli yoğun. Kuş gözlemi, fotoğrafçılığı yapmak için güzel bir zaman.

Eylül ayı, sararan yapraklar, ılık yağmurlar, son deniz sefaları, incir, bağ bahçe bozumu, kış hazırlıkları, okul ve şiir zamanıdır.

Şairinin kim olduğu bile ihtilaflı bir eylül şiiri gelsin o halde…

EYLÜLDÜ

Eylüldü.
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.

Eylüldü.
Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.

Eylüldü.
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..

Dedim ya… Eylüldü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin

CEMAL SÜREYA

PESTO SOSLU PATLICAN VE BİR YAZ MENÜSÜ

Tamamen yerel, çoğu kendi bahçemin ürünlerinden yaptığım, çok şık bir yaz yemeği. Kendimi TV şovlarındaki aşçılara benzettim.

Yemekteki bütün malzemeler arasında en eşsiz olan komşumuzun annesinden kalma bir tohumdan üremiş patlıcan. Ben buna benzer bir patlıcan görmemiştim, oldukça kalın ve uzun yani bayağı büyükçe bir patlıcan cinsi, dışardan bakınca kartlaşmış zannedebilirsiniz, ancak içi pamuk gibi ve bembeyaz oluyor, çekirdekleri de oldukça az.

Peynir de komşu köyden bir hanımın kendi yaptığı keçi peyniri. Bu yıl denemek için az miktarda aldım, şimdilik taze olduğu için sadece pişmiş halde kullanıyorum, böyle giderse zaten eskiyemeyecek. Seneye bolca yaptırmayı düşünüyorum, çünkü tam benim sevdiğim peynir cinsi. Tulum peyniri ile beyaz peynir arasında bir peynir, zaten tulum peyniri de bildiğim kadarı ile bu peynirin tulumlara basılıp demlendirilmesiyle oluşuyor.

PESTO SOS

İÇİNDEKİLER

Bir avuç çam fıstığı

Bir demet taze fesleğen yaprağı

Tuz

Zeytinyağı 3,4 kaşık

Acı pul biber

Parmesan peyniri ( tarifte var, ancak ben sosu patlıcanlı tarifte kullanacağım için keçi peyniri daha uygun olur düşüncesiyle sosa peynir koymadım, parmesan yerine İzmir tulumu da koyulabilir)

2 diş sarımsak

YAPILIŞI

Arkadaşımın çam fıstığı ağacından bir kozalak aldım. Kozalağın paletlerinin altından bir ya da 2 adet fıstık çıkıyor. Kabukları oldukça sert olduğundan çekiç ya da taşla kırmak gerekiyor, bazı kabuklardan fıstık çıkmasa da bir kozalaktan bir avuç çam fıstığı elde ettim. Çam fıstıklarının kahverengine dönük renkli bir de iç zarı var, iç zar kolayca ayrılıyor. Kozalakları ateşe tutunca fıstıkları çok kolayca çıkarmak mümkün oluyormuş.  

Fıstıkları yağsız tavada hafifçe kavurdum. Bazı aşçılar mutlaka kavrulması gerektiğini söylerken, bazıları kavurmaya karşı çıkıyor. Ben kavurmayı tercih ettim. Evde acı pul biber kalmamıştı, bahçeden topladığım acı biberi kurumaya bırakmıştım, ondan bir parça aldım.

Ezicinin içine taze fesleğen yapraklarını, sarımsağı, zeytinyağını, biberi, tuzu, fıstıkları koyarak iyice püre haline gelene kadar çektim.

Bu tarifteki çam fıstığı birkaç kilometre uzaktaki bir köyden, tuz marketten, kalan bütün malzeme bahçemden.

PATLICANIN HAZIRLANMASI

Benim yaptığım cins patlıcan bulmak kolay olmayacağına göre top patlıcanla da yapmak mümkün. Patlıcanı kızartacak gibi dilimledim, hiç acısı olmadığı için tuzlu suya filan koymadan üzerlerine direk olarak fırçayla zeytinyağı sürdüm, tuz ektim (her iki tarafa da). Fırında 200 derecede kızarana kadar pişirdim. Üzerine keçi peyniri rendesi koyarak eriyene kadar biraz daha fırında tuttum. Sıcak sıcak üzerlerine pesto sos döktüm.

Lezzet de görüntü de benden tam puan aldı.

EŞLİKÇİ SALATALAR, İNCİR VE REYHAN ŞERBETİ

Domates salatası ve reyhan şerbeti klasik tarifle hazırlandı. Tatlı olarak dalından yeni koparılmış incir.

Salatalık salatası oldukça ilginç, çünkü kartlaşmış kornişon hıyarı ile yaptım. Bu hıyar oldukça enteresan, bilindiği gibi üzerinde dikensi çıkıntıları var, bilmediğim şey ise eğer vaktinde kopartmazsanız akşamdan sabaha normal hıyar boyutuna gelmesi, ancak bu boyuta gelince özellikle sapına yakın kısımlarının oldukça acı olması. Aslında bunlar da dilimlenerek turşu yapılabiliyor, ama bahçede bir hayli var, böyle acılaşanları atmayı tercih ediyorum, sonra da üzülüyorum. Bu gün büyümüş ve acılaşmış kornişonları dilimleyerek sirke içine attım, biraz da tuz koyup elimle biraz ezdim. Bir saat sonra üzerine biraz sarımsak, biraz zeytinyağı ile çok güzel bir salata halini aldı. Kornişonların hiç acılığı kalmamıştı, bundan sonra bu yöntemi kullanarak normal salatalara hıyar niyetine koyabilirim, ya da böyle sade yaparım.

Patlıcanın boyutları

Keçi peynirini ince dilimler halinde soğuk suda bekleterek tuzunu çıkardım

Peynirsiz pesto sos
Yemeğin bitmiş hali

Salatalar

Reyhan şerbeti

GEÇEN SENE YAPACAKLARIM LİSTESİNDEN BİR İKİSİNİ DAHA İDRAK ETTİM; SIRA GELDİ PERDE BETON DUVARLARA CAZİBE KATMAYA

Emekli olduğumda yerleşmeyi düşündüğüm yerlerden biri İznik idi, çünkü seramik yapmayı ve Osmanlı usulü süsleme sanatını öğrenmek istiyordum. İznik’e değil ama Çanakkale’ye yerleştim. Çanakkale, ülkedeki en önemli seramik fabrikalarının bazılarının bulunduğu bir kenttir. Hatta Çan ilçesinin girişinde seramiğin başkenti yazan bir tanıtım levhası var, kasabanın en önemli geçim kaynağı seramik fabrikası demek yanlış olmaz. Sanırım bölgede seramik için çok uygun toprak bulunuyor, çünkü Troya’dan beri kendine has bir üslupla (bana aşırı şatafatlı gelen) üretilmiş seramikler var. Osmanlı döneminde de İznik ve Kütahya gibi Çanakkale de seramik üretilen merkezlerden biri olagelmiştir.

Seramik kaplar, arkeolojik alanların yaşını hesaplarken, antik ticaret yollarını belirlerken ve bulunan uygarlığın, hangi paleontolojik döneme ait olduğunu belirlerken, yerleşkenin hatta kimi zaman perihistorik yerleşkelerin (henüz kendileri yazı yazmaya başlamamış, ancak çevresindeki yazı yazan uygarlıklardan haklarında bilgi alınan bölgeler) gündelik hayatlarını öğrenmeye çalışırken, çok önemli bir göstergedir. Troya şehri; gerek Homeros’un aktardığı hikayesi, gerekse bir o kadar ilginç olan bulunma hikayesi sayesinde arkeoloji bilimi için o denli önemli bir buluntudur ki dünyanın neresinde bir arkeolojik kazı yapılsa bulunan seramikler Troya’nın hangi katmanının yaşındaysa ona göre tarihlendirilir, ( örnek Truva IV ile yaşıt arkeolojik alan vb).

Son 2 yıldan beri Anadolu Üniversitesinin ‘Kültürel Miras ve Turizm’ bölümünü okuyordum, bu yaz mezun oldum. Seramik yapım ve süsleme teknikleri, hangi tekniğin ne zamanı işaret ettiği ve Truva’nın seramiklerinin tarihçesini bu nedenle gayet güzel öğrendim. Aslında ikinci üniversite, yapılacaklar listeme sonradan (salgın sayesinde) girdi, ama çok iyi oldu böylece arkeoloji ve mitoloji gibi gerçekten ilgimi çeken 2 önemli konuda sistematik bilgi sahibi oldum.

Bu şehirde çarşıda, sokak aralarında, turistik olan olmayan bir çok seramik atölyesi, dükkanı ve bir de seramik müzesi var. Buraya taşındığım günden beri bir kursa katılmak aklımdaydı, ancak geçtiğimiz kışa kadar bir türlü kısmet olmamıştı. Sonunda, ilanında benim derslerden öğrendiğim bazı teknikleri öğreteceğini yazan bir kurs buldum ve ona katıldım. Bu ilandan önce hiçbir ilanda şu, şu teknikleri öğreteceğini yazan birine rastlamamıştım. Seramik hocası, benimle yaşıt (birbirimize devrem diye takılıyoruz), telefon sesini çavbella olarak ayarlamış, hayatı Hulusi Kentmen’li bir Türk filmine benzeyen bir İstanbul hanımefendisi ve emekli akademisyen. Elbette her şeyi usulüne göre öğretmek istiyor. Başlangıç aşamasında çamura elle şekil vermeyi öğreniyorsunuz ve yamuk yumuk bir sürü nesne yapıyorsunuz. Ben bir türlü şekillendirme, boyama ve süslemede gerekli olan sabrı gösteremedim, dolayısıyla hayli tuhaf görünen, henüz onlarla ne yapacağımı bilemediğim bir sürü kasem, buhurdanlığım, kendini saksı sanan nesnelerim oldu. Sonunda dış mekanlarda kullanılabilecek içinde kum gibi sert parçacıkları olan özel bir çamur getirttik ve ben de kocaman 2 adet 2 rakamı yaptım ve parlak turuncu renkle boyadık. Kapı numaramız 22 olduğu için muhtemelen turuncu ikiler yaptığım işe yarayacak tek ürün oldu.

Önceki yazılarda, bahçede bir sürü perde beton duvar olduğundan bahsetmiştim. Yıllardan beri bu duvarları görünmez kılmak ve becerebilirsem cazip bir hale getirmek istiyorum. İlk akla gelen çözüm duvar diplerine sarmaşıklar dikip, sarmaşıkları duvarlara sarmak yani yeşil duvar haline getirmek, ama o kadar çok duvar var ki hangi birine hangi sarmaşık yetişecek, bilmiyorum. Duvarlardan birini boylu boyunca kapatabilmek için bir acemborusu, bir saat çiçeği, bir mor salkım, iki tane de sonbaharda kıpkırmızı olan Amerikan sarmaşıklarından diktim. Bu memlekette herhangi bir bitki kökünü yeraltı suyuna değdirmeden boyunu uzatmıyor, yani ilk 2 yıl pek büyümüyor. Bu yıl artık bütün sarmaşıklar 5 yaşına girdiler, bahçe içinde garaj yolunu destekleyen upuzun ve yüksek duvarda sadece 3-4 metrekarelik bir alanda çıplak beton görünüyor. O kadar ufak bir alanın da bu Ağustos ayında bilemedin seneye artık kapanacağını düşünüyorum. Bahçe ile köy yolu arasında daha da yüksek ve uzun bir duvar var ki, burayı kapatabileceğimi hayal bile etmemiştim, ancak bir arkadaşın bahçe duvarında ne kadar büyüyebildiğini görünce geçen sene bir Amerikan sarmaşığı da buraya diktim, o sarmaşığın o duvarı kapatabilmesi için 40 fırın ekmek de yetmez. Bu duvarı daha cazip hale getirebilmek için acaba duvarın dışına çam ağacı mı diksem diye düşünüyorum.

Tam bir duvarları cazip hale getirme projesinin en azından bir ayağı başarıya ulaştı derken, geçen sene komşunun arazisinde sel hasarı olunca, diğer duvarlara dik, çok çirkin bir duvar daha yaptırmak zorunda kaldık. Bu yeni duvarı da bir şekilde güzel göstermek istiyorum ki bu neredeyse olasılık dışı.

Geçen yıl bir de muhteşem mozaikler yapan memleketlim bir hanımla da tanıştım. İnanılmaz bir mitoloji merakı ve tarihi canlandırma merakı var, atölyesi ufak bir müze değerinde. Aslında bu hanım ve kişisel müzesi muhtemelen başka bir yazıma konu olacak, bana çok güzel bir hayat ağacı, kuzenime de atmaca yaptı. Seramik tabakalar yapıp üzerine doğal taşlarla mozaikler yapıyor.

Her iki kadını da bir gün bahçemde ağırlamak istedim. Seramik sanatçısı arkadaşım gelirken renkli fayanslar, pens, sıva ve derz malzemesi getirdi. Bana fayansı kesmeyi, duvara yapıştırmayı ve derz yapmayı gösterdi. Seramikle yaptığım rakamları da kullanarak, merdivenin yanındaki çok çirkin duvarlardan birine kapı numaramı yaptım. Şimdiden duvar biraz albeni kazandı, biraz da yeşertince muhteşem olacak.

diploma

Yeşertilen duvarlar

Kapı numarası

LORLU BİBER DOLMASI

Bu yıl birçok çeşit biber dikmiştik, ne hikmetse biberleri böcekler çok sevdi, tekrar tekrar dikmemize rağmen diktiklerimizin yarısı ancak büyüdü. Dolmalık biber sadece 4 kök kalmış, gene de oldukça bol miktarda veriyorlar. Dolmalık biberden bizim evde ya pirinçli, zeytinyağlı soğuk yenilen dolma yapılır, ya da karışık etli dolma içinde olur. Sadece biberden etli dolma pek yapılmaz, ama ben bu yıl onu da yaptım. Daha önce yapmadığım yemekler yapmayı, hatta uydurmayı çok severim. Yıllar önce Yunanistan’da lorlu biber dolması yemiştim (hatırladığım kadarı ile çarliston biberden yapılmıştı). İnternetten de bazı tarifler okudum, sonra kendi tarifimi geliştirdim, yiyen misafirlerim çok beğendiler. Sanırım bundan sonra yapmaya devam edeceğim bir meze olacak.

İÇİNDEKİLER

Dolmalık biber, bende orta boy 16 tane biber vardı galiba

1 çay bardağı irmik

200 gram lor peyniri

Tuz

Pul biber

Kimyon

Çörek otu

Su

Zeytinyağı

YAPILIŞI

Biberleri bütün halleriyle çok az yağ koyduğum bir tavada üzerine kapak kapatarak, çevire çevire yumuşayana kadar pişirdim. İrmik üzerine eşit miktarda kaynamış su döktüm. Üzerini kapatarak 10 dakika şişmelerini bekledim. Sıcak suda şişen irmik, lor peyniri, tuz, pul biber, kimyon ve çörek otunu iyice karıştırdım. Biberlerin kapaklarını açıp, içerine hazırladığım karışımı doldurdum. Artan içten küçük köftecikler yaptım. Dolmaları servis tabağına alıp üzerine biraz daha tuz serptim, biraz da zeytinyağı gezdirdim. Son olarak lorlu köfteler ve minik domateslerle süsledim.

Bir sonraki yapışımda kimyonunu biraz daha fazla koymayı düşünüyorum.

Yazmak sonradan aklıma geldiği için resmi tek dolma ile çektim.

BİR AĞUSTOS BAKALIM ESKİLERE NELERİ İLHAM ETMİŞ; TANRIÇALAR, LAMMAS/ LUGHNASADH/ İLK HASAT BAYRAMI, BEREKET, DÖNGÜLER, ÜRÜNLER…

Kelt mitolojisi de Yunan mitolojisi gibi üçlemelere bayılır, hemen birçok Kelt tanrısı üçleme halinde görev başındadır. Kelt mitolojisinin birincil üçlülerinden biri ; Anu, Danu ve Tailtiu üçlüsüdür. Doğum, ölüm ve yeniden doğuş döngüsünün üç farklı yönünü temsil ederler. Anu kaynaktır, Danu harekettir ve Tailtiu bu döngünün doğasında var olan dayanıklılıktır. Büyük toprak tanrıçası Tailtiu; canlılık, güç ve dayanıklılık ile özdeştir, çok çalışkandır, geniş arazilerdeki vahşi ormanları insanlara tarım arazisi açmak için temizler. Özellikle Dublin’in kuzeyindeki bölgede (eskiden sadece elma yetişirken) buğday yetiştirilmesinde öncül rol oynadığına inanılır. Bu nedenle Tailtiu öncelikle buğday hasadının tanrıçasıdır. Hasadın, dolayısıyla Tailtiu’nun doğasında, büyüme, mevsimlerin ölümü ve yeniden doğuşun tohumları vardır. Güneş Tanrısı Lugh’un üvey annesidir, onun saltanatı sırasında tarım arazilerinde çalışırken yorgunluktan ölmüştür. Lugh, her yaz Tailtiu’nun onuruna oyun ve sporların oynanmasını emretmiştir, 1-2 Ağustos’ta düzenlenen bu festival Lughnasadh olarak tanınır. Lughnasadh’ın Taltean Oyunları, Olimpiyat Oyunlarından daha eskidir ve 18. yüzyıla kadar düzenli olarak kutlanmıştır.

Tailtiu, dünyevi olanı, mevsimsel döngüleri, toprağı, bereketi, tahılı, üzümü, elmayı, doğurganlığı, vahşiliği ve canlılığı anlatır. Her ne kadar bu festival 18. yüzyıldan itibaren resmen yapılmıyor olsa da, dünyanın kuzey yarı küresinde 1 ağustos günü (buğday ve mısır hasadı) ilk hasat bayramı olarak bilinir.  

Hristiyanlık özünde yayılımcı bir dindir, yayılmak istedikleri toprakların eski adetlerine Hristiyan anlamlar yakıştırmanın, bu topraklarda yeni dini kabul ettirmelerini kolaylaştırdıklarını çok erken dönemlerde anladıklarından Lughnasadh bayramını da kutsal ayindeki somun ekmekle bağdaştırmışlar ve bayramın adını Lammas olarak değiştirmişlerdir. Shakespeare’in ünlü Romeo ve Julyet isimli eserinde Lammasdan söz edilmektedir.

Günümüzde ilk hasat bayramı, özellikle yeniçağ akımlarından biri olan neopaganizmde yeniden canlandırılmıştır.

İlk hasta bayramı buğday hasadı ile ilgili olduğu kadar meyvelerle de ilgilidir. Çünkü hasat bilindiği gibi hemen her ürün ve her meyve için farklı zamanda yapılır. Mesela bizim köyde geçen ay önce arpa daha sonra da buğday hasadı yapıldı ve bitti. Ege’de hasat denince öncelikle eylül ayındaki üzüm hasadı ve kasım ayındaki zeytin hasadı akla gelir. Karadeniz’de ise mayıstan eylüle kadar birkaç kez çay hasadı yapılır, ağustos ayı da fındık hasadı zamanıdır.

Toprak ve bereket tanrıçası Anadolu topraklarında da Kibele (Kubaba) adıyla bilinmektedir. Kibele de, Kelt meslektaşı gibi dişi enerji ile toprağı işleyen, bereketlendiren, dengeleyen ve muhtemelen mevsimsel döngülerle de ilişkili olan bir tanrıçadır. Kibele, kadın doğurganlığından ziyade toprağın doğurganlığı ve bereketi ile ilişkili olmalıdır, çünkü adının anlamlarından biri buğday başağıdır (günümüz Türkçesinde Sibel).

Tanrı, Adem ile Havva’yı tarım yapsınlar diye dünyaya gönderdi. Benim kendi kanaatime göre yeryüzüne inip tarım yapmaya başladıkları topraklar üzerinde oturuyoruz ( bakınız Göbeklitepe ve civar ören yerleri). Dünyada tahıl (buğday, çavdar, arpa vb) bu günkü bilgilere göre, ilk kez yukarı Mezopotamya’da üretildi. Bu duruma ilk toprak ve bereket tanrıçasının bu topraklardan çıkmasından doğal ne olabilir?

Aslında dünyada insan uygarlığının, yani tarımın başladığı her yerde farklı isimlerde de olsa toprak ve bereket tanrıçası vardır. Kadim insanlar gökyüzü ve toprakla çok ilgilidirler; mevsimlerin döngüsünü, doğanın dengesini ve bütün bu olayların altında yatan gizemi anlayabilmek için çok kafa yormuşlardır. Mesela Yunan mitolojisinde ilk tanrıça Gaia (elbette doğurgan, toprak tanrıçası), Sümer’lerde Ninhursag, Türk/Moğol yaradılış destanında Toprak Ana benzer şekilde Amerika’dan Uzak Doğuya her kadim kültürde benzer görevi olan tanrı ve tanrıçalar silsilesi bulunur.

İlginçtir ki, insan uygarlığı toprağı işlemekle başladı, ancak zamanla topraktan uzaklaştı; kendine giderek daha yapay ortamlar oluşturmaya başladı. Kendi ellerimizle yaptığımız bu yapay matrikste (şehirler, sanayi, ahlaki normlar, bilim) (evet sadece maddi değil, zihinsel olarak da yapay bir vasat içerisinde yaşamaktayız) yaşamanın kolaylıkları kadar yan etkileri de var. Bu yapaylığa tepki olarak ortaya çıkan ‘yeniçağ’ akımları geometrik olarak artıyor. Bir yandan dünya küçük bir köye dönüşürken, son salgın ve ekonomik krizler açıkça bu kadar da iç içe olmamak, özünü kaybetmemek gerektiğini gösterdi. Sanırım bu iklim krizi böyle devam ederse önümüzdeki birkaç yıl tarımın önemi modern insanın kafasına çekiç gibi inecek. Mitoloji merakımdan, mütevazı bahçemden, yeniçağ akımlarına yatkınlığımdan azade;  sırf içinde bulunduğumuz iklim krizi nedeniyle, doğal bayramları anlamlarını düşünerek kutlamak ve doğanın dengesini korumak için elimizden geleni yapmak gerektiğini düşünüyorum.

Toprak Ana’yı korumak için dünyanın sağladığı ödülü (hasadı) kutlarken Toprakanayı, Ninhursagı, Kibeleyi, Gaiayı, Tailtiuyu çağırın ve doğayı dengeye döndürmek için desteğini isteyelim. Ancak önce kendimiz işe koyulmak için kollarınızı sıvayalım.

Büyük küçük demeden kendinizi doğa için bir takım şeyler yapalım, mesela fosil yakıt kullanımınızı azaltalım, bayat ekmekleri değerlendirelim, balkonda bitki yetiştirelim, meyve çekirdeklerini toprakla buluşturalım, naylon kullanımını azaltalım, giysilerimizi geri dönüşüme verelim…

Bütün bunları ister görev gibi, ister ritüellerle, ama mutlaka gelecek için, gezegen için iyi bir şeyler yapma bilinci ile yapalım.

Show Buttons
Hide Buttons