Her yıl 21 Mart ve 23 Eylülde güneş ışınları ekvatora dik olarak gelir. Bu günler gece ve gündüzün eşitlendiği günlerdir ve bilimsel olarak ekinoks olarak isimlendirilir. Ekikoks, Türkçe Güntün eşitliği olarak bilinse de bu terim nedense pek de yer kullanılmayacak gibi görünüyor. Bu gün, 2017 yılının sonbahar ekinoksu, yaz boyunca gece vakitleri yavaşça uzayarak, gündüze yetişti, bu günlerden sonra uzamaya devam edecek ve kış boyunca geceler gündüzlerden daha uzun olacaklar.
Günümüz koşullarında gün ışığının süresi, özellikle de şehir yaşamında ne çalışma süresi üzerinde, ne de uyku süresi üzerinde birincil belirleyici değil. Aksine bizim de içinde bulunduğumuz iklim kuşağında, dünya gezegeninde genel kabul gören çalışma koşullarına bakınca, okulların da açık olduğu süre, gün ışığının daha kısıtlı olduğu mevsimlere denk getirildiğine göre, gün ne kadar kısa ise çalışma süresi o kadar uzun oluyor, uyku süresi ise kısalıyor. Bir endokrinolog olarak ise karanlık süresinde bedenin uyku hormonlarını salgıladığını biliyorum, yani bir bakıma modern yaşam insanoğlunu biyolojisine aykırı bir şekilde çalışmaya ve uyumaya zorluyor.
Modern zaman, insanların gittikçe kendini çevreleyen doğal olaylardan, döngülerden habersiz yaşamasına olanak sağladı. İklim ve çevre koşulları, eğer felaket boyutlarında bir olumsuzluk yaratmadıysa hayatlarımızı hemen hiç etkilemiyor. Bekli sabah evden çıkmadan hava tahminlerine bakmak o günün iklim koşullarına daha uygun giymemizi sağlayabiliyor, ama hepsi o kadar.
Geleneksel yaşam tarzında çok önemli olan gün tün eşitliği artık modern zaman insanına o kadar çok şey ifade etmiyor. Geleneksel tarım toplumlarında bu günlerde artık hasat kaldırılmış, reçeller, tarhanalar yapılmış, kış hazırlıkları hemen hemen tamamlanmış olmalıdır. Eğer kışlık yiyeceğinizi, yakacağınızı hazır etmedinizse uzun kış aylarında vay halinize. Oysa şehir insanı sadece yakıt ve çocuğunun okul masraflarının parasını denkleştirmek zorunda. Böylece belki daha da çok masa başı işi yapması gerekecek.
Evet, ekinoksun anlamı, şimdiki insanların hayatında 50 yıl önce olduğundan çok daha farklı. Bir çok arkadaşımın paylaşımlarından şehir insanının gün tün eşitlendiği bu günlerde hiç olmazsa içsel bir sezişle, hayatın büyük döngülerinin ve eşitliğin farkında olmak gerektiğini hatırlatıyor.
Eşitlik bir hayatta ne anlama gelebilir diye düşünüyorum. Eşit olan hiçbir şey doğal değil gibi görünüyor. Bir elin beş parmağı, aynı insanın sağ eli ve sol eli bile eşit değil. Gece ve gündüzün eşitliği bile bizim enlemlerimizde yaşayan insanlar için yılda sadece iki gün gerçekleşen bir istisna. Ancak büyük döngüye bakınca yıl içerisinde günlerin eşitsizliği, uzayıp kısalmasındaki cümbüş ve armoni insanı büyülüyor. İyi ki, neredeyse hiçbir şeyde mutlak eşitlik yok diye düşünmeme sebep oluyor.
Geçen hafta çok değerli bir bilim insanının kendi canına kıydığını öğrenerek çok sarsıldım. Çok başarılı bir cerrah ve bilim insanı olan bu kişinin, öz kıyım sebebinin, göz tansiyonu nedeniyle, görme yeteneğini kaybettiği için artık ameliyatlara girememesi olduğunu öğrendim. Düşününce kendi değerini, toplum ve kendine karşı sadece üstün hekimlik nitelikleri ile tanımlamış bir insanın, bu yeteneğini yitirince artık varlığının gereksiz olduğunu düşünmesi çok da şaşırtıcı gelmiyor.
Bu çok acı kayıp üzerinden, bu yıl eşitlik tanımını, hayatın çeşitli bölümleri arasında eşitlik olmasa da armoni sağlamaya çalışmak olarak anlamlandırdım.
Bir insanın hayatının çok çeşitli katmanları, kendine ve topluma karşı oynadığı çok çeşitli rolleri var. İnsanın kendi derinliklerinin farkında olması oldukça zor bir şeydir. İnsanın kendini diğer insanların gözünden değerlendirmesi daha kolay olabiliyor. Örneğin birinin anne/babası, bir diğerinin eşi, bir başkasının çocuğu, birinin müşterisi, ötekinin öğretmeni ya da doktoru olarak rolünüze bürünüyoruz. Bu açıdan bakınca günde onlarca role girip çıkıyoruz. Bizim gerçek kişiliğimiz oynadığımız bunca rol arasında şekilleniyor. Bütün bu roller gerçek ve değerli. Hepsinin bütünü ‘’ben’’ oluyor.
Bazen rollerden biri, diğer rollerden sahne çalabilir, örnek olarak yeni bebeği olan bir annenin bir yıl boyunca aklı hep bebeğinde olur. Anne babanızdan bir ağır hasta olunca o aylar boyunca, evlatlık rolü en önemli işiniz olur. Ama hayatın geneline bakınca bütün roller arasında bir denge oluşturmak önemli görünüyor.
Bizim hekimler olarak yaptığımız en önemli yaşamsal hata, bütün ömür boyunca mesleğimizi hayatın diğer rollerinin o kadar üstüne yerleştirmek ve çoğu zaman hayatın diğer rollerini ıskalamak olabilir.
Hani bir söz vardır, tıbbiyeden yazar çıkar, ressam çıkar, müzisyen çıkar, arada sırada da doktor çıkar denir. Bu oldukça eğlenceli ve gerçeği yansıtan bir söz bence. Çünkü bir çok arkadaşımın bilinçli ya da bilinçsiz olarak zihnini, hekimliğin ağır yükümlülüğünden uzaklaştırabilecek bir uğraşı oluyor. Arkadaşlarım arasında sergi açacak derecede başarılı fotoğraf sanatçıları, müzisyenler, yazarlar ve daha niceleri var. Biri örgü örüyor, diğeri meyve yetiştiriyor, bir başkası seramik boyuyor…
Bütün bu uğraşıların tek getirisi zihnini keyifli bir uğraşla meşgul etmek değil, asıl getiri insanın kendini ‘’doktor’’ olmak dışında bir vasıfla daha tanımlayabiliyor olması.
İşte bu ikincilmiş gibi görünen ‘’ben bir bahçıvanım’’, ‘’ben aşçıyım’’, ‘’ben bir gezginim’’, ‘’ben bir yogiyim’’, ‘’ben iyi bir okuyucuyum’’, ‘’ben amatör arkeoloğum’’ gibi rollerle kendini tanımlayabilen hekimler, kendi öz hayatlarında ekinoksu olmasa da içinde ekinoksun da olduğu o büyük döngüyü yakalayabiliyor.
Ben de kendimi, yıllar boyunca hep bir hekim ve bir öğretmen olarak tanımladım, şimdi iki yıldan beri emekliyim. Bütün bu öz tanımlarım var olduğu için hayatımdan hekimliği çıkarınca bir işe yaramazlık duygusuna kapılmadım. Şimdi iki yıllık meslekten uzaklaşmadan sonra yeniden çalışmaya başlayabilirim. Ancak yeniden çalışsam da kendimi önce insan sonra doktor olarak tanımlayacağıma dair kendime söz veriyorum. Eğer çalışmaya başlarsam, hayatımın diğer rollerini çaldırmayacak düzende olmasına dikkat edeceğim.
Bu yılın teması olarak günlerin bir muazzam düzen içerisindeki değişkenliği gibi, hayatın bana sunduğu rollerin değişkenliğini, bu değişkenlik içerisindeki uyumu fark ederek yaşamayı seçiyorum.
Varoluşumuza bakmak, farkına varmak insan olmanın temel özelliklerinden biri olsa gerek.
Yazının son sözcüğü, “seçiyorum” çok anlamlı geldi.
Hepimiz farkında olsak da olmasak da, her an bir şeyleri başka şeylere tercih ediyoruz, bir şeyleri seçiyoruz.
Teşekkürler Ayşenur Ökten.