Trabzon’a ilk geldiğim yıllarda nedense içimi bir dernekçilik ateşi sarmıştı. Bir çok sosyal derneğe üye olduğum gibi, UNICEF, Milli Pediatri gibi meslek derneklerinin Trabzon şubelerini kurdum.
Aslında mesleki derneklerin şubelerini kurmaktan amacım, KTÜ Pediatri olarak bir Milli Pediatri kongresini düzenleyecek olmamızdı. Sosyal derneklerden amacım ise uzun süredir ayrı kaldığım Trabzon’da yeniden bir sosyal çevre oluşturabilmekti. Trabzon’a döner dönmez, Lionstan, Türk Kadınlar birliğine, Tradost (doğa sporları derneğinden), Trabzonspor’a bir çok derneğe balıklama daldım.
Milli Pediatri Derneğinden bana kalan bitmek bilmez bir kongre, bilimsel toplantı düzenleme hevesimdir. Dur durak bilmeden, çalışma hayatım boyunca, biri Milli Pediatri, diğeri Pediatrik Endokrin olmak üzere iki ulusal kongre, onlarca bölgesel toplantı ve daha bir çok seminer, kurs eğitim toplantısı, diabet kampı vs düzenledim.
Sosyal derneklerden ise ilginç anılar kaldı. Bu derneklerin bazılarına hiç uğramayıp, bazılarında bayağı çalıştım. Mesela 1999 Marmara depremi sırasında ben Lions derneğinin başkanı idim, depreme uğrayan bölgeye bizim bölgemizden oldukça fazla göç olduğundan Trabzon’da bayağı felaketzede ailelerimiz vardı. Hemen bir proje hazırlayıp valiliğe sunmuştum. Bu projeye göre her sosyal dernek 5-10 aile sahiplense bir yıl içinde o aileyi kendilerine yetecek kadar kalkındırabilirdik. Bu proje önce derneğin adı nedeniyle kuşku ile karşılandı ise de, fikir Vali bey’in hoşuna gitmiş ve bütün derneklere beşer ihtiyaçlı aile dağıtmıştı.
Bizim ailelerden üçünün sadece biraz moral desteğe ihtiyacı vardı, sülaleleri onları desteklemişti. Birkaç kişiyi psikiyatriste götürdüm. Ailelerimizden ikisine ise bayağı destek verdik. Bu ailelerden birini çok sevmiştim. Anne saatlerce göçük altında kalmış, belden aşağısında ciddi zayıflık olduğu için FTR alan, ancak kızlarını okula göndermek için çok hevesli olan fedakar bir kadındı. Onların evlerini düzmekte, kızları okula göndermek için evrak işlerini ve kırtasiye, kitap ihtiyaçlarını karşılamakta bayağı destek olmuştuk. Bu kızlar sonradan üniversite bitirdiler. Biri yıllar sonra yanıma gelip bana teşekkür etti. Bizim akrabaları tarafından sağlanmış, o derme çatma evlerine gidip de ‘’biz sizin ihtiyaçlarınızı karşılamak istiyoruz’’ dememiz onlara inanılmaz bir moral desteği olmuş, yalnız olmadıklarını anlamışlar. O gün ben kızlardan birinin okul için pek de gönüllü olmadığını anlayınca, kaşımı çatıp ‘’ama bir şartla yardım ederim bu kız okula gidecek, gittiğini ben de göreceğim, karnesini de bana getirecek, başka hiçbir şeyin takibini yapmayacağım’’ demişim. Ben hatırlamasam de kızcağız bu sözlerimi çok net hatırlıyordu ‘’o yıl sadece siz yardımları geri çekersiniz diye okula geri döndüm, ne kadar şanslı imişim ki benim şansıma siz düşmüşsünüz, yoksa kesin ben okumazdım’’ diyerek beni de ağlatmıştı. Ne mutlu bana ki bu güzel yürekli kızın hayatına olumlu bir şekilde dokunabilmişim.
Ailelerden diğeri ise tam bir baş belası çıktı, vali bey sizi bana bakmakla görevlendirdi, almazsanız sizi valiye şikayet ederim, diye bizi tehdit ederek olmayan bebeğine bez bile aldırdı. Bu da insan fıtratı işte.
Bu arada bu dernekler için pek çok köyde sağlık taramaları yaptım. Bu taramalardan birinde olan bir olayı Yavuz Hoca hiç unutmaz. İskenderli köyünde yine yüzlerce kişiyi sağlık taramasından geçirirken yaşlı bir dede ‘’ayaklarım üşüyor’’ şikayeti ile geldi. Onu muayene eden öğrenci bir şey anlamayarak hastayı bana danıştı. Ben de muayene ettim, ne dolaşım bozukluğu belirtisi var, ne renk değişikliği var, adamın ayakları soğuk bile değil. Fakat dede bir çapkın bakıyor. Birden aklım başıma geldi ve ‘’dede evli misin’’ diye sordum, ‘’hanım sizlere ömür’’ dedi. Ben de artık dedeyi kafaya almak için ‘’yenisini ister misin’’ dedim, ‘’her şeyim var, neden olmasın’’ dedi. Meğer dedem ayaklarını ısıtacak kadın arıyor, bir ihtimal koşup taramaya gelmiş. Beni de oldukça anlayışlı bulmuş olacak ki, bu konuşmadan sonra bayağı asıldı. Yavuz Hoca yıllardır bu olayı hatırlar, sık sık bana da hatırlatır.
Dün bu bloğu facebooktan ilan edip arkadaşlardan ortak anılarımızı hatırlatmalarını rica ettiğim zaman, Hatice Çakır Saraç, Kutluca köyünde yaptığımız bir sağlık taramasında olan bir olayı hatırlattı. Bu köyde birden çok defa ikiz doğurmuş, bir çok çocuğu olan bir kadını muayene ediyorken ‘’doğum kontrolü’’ kullan demiştim. Köy öğretmeninin karısı olan bu hanım bana ’’şimdi fındık zamanı, çok işim var, öyle şeylerle uğraşamam’’ diye cevap vermişti.
Karadenizli olmayan bilmez buralarda ‘’fındık zamanı’’, ‘’çay zamanı’’ olur. İnsanlar bu dönemlerde o kadar meşgul olurlar ki, kolay kolay hastaneye bile gelemezler. Her şey ‘’çay bitsin, fındık çıksın da öyle’’ye ertelenir. Demek doğum kontrolü de fındık toplama işi bitene kadar erteleniyor.