Çatalhöyük keşfedildiğinde bütün arkeoloji dünyasının gözleri Türkiye’deki ören yerlerine çevrildi. Şimdi de haklı olarak dünyayı bir Göbeklitepe merakı sardı.
Göbeklitepe, Şanlıurfa’nın merkezinden sadece 22 km uzaklıktaki Örencik köyünde bulunmaktadır. Kaleden bakınca karşıdan görülen tepelerden birinin üzerindedir. Turizm Bakanlığı tarafından 2005 yılında dünyanın birinci derece sit alanlarından biri olarak tescillenmiştir ve UNESCO’nun geçici ‘’Dünya Mirası’’ listesindedir ( en kısa zamanda asıl listeye girmesi beklenmektedir).
Göbeklitepe’nin dünya mirası olmasının sebebi tarihidir. Çanak çömleksiz neolitik çağ (PPN, Pre-Pottery Neolithic) A evresine (MÖ. 9.600 – 7.300), yani günümüzden en azından 11.600 yıl öncesine dayanır. Fakat bu anıtsal yapılara bakınca, bunları yapan uygarlığın çok daha eskiye dayandığı anlaşılmaktadır. Bu tarihlendirme, dünya tarihine bakış açısını alt üst etmiştir, çünkü Göbeklitepe bu güne kadar bilinen en eski uygarlık olan Sümer uygarlığından da bin yıllarca eski muhkem (sağlam, kurulu, yapılandırılmış) uygarlığın eseridir.
Göbeklitepe’de yapı tekniği olarak zamanının çok ilerisinde, ne için yapıldığı ve ne amaçla kullanıldığı, sonra neden terk edildiği pek de bilinmeyen, gizemli yuvarlak yapılar vardır. Göbeklitepe’de günlük yaşama dair kalıntılar bulunmadığı için 300X300 metre genişliğindeki bütün alanın tapınma alanı olduğu ve etrafta yaşayan insanların toplu kullanımına açık olduğu düşünülmektedir.
Bu yapıların MÖ 8 bin dolaylarına esrarengiz bir şekilde tamamen terk edildiği anlaşılmaktadır. Ancak insaoğlunun kollektif bilinci, kutsal alanlarından, ritüellerinden kolay kolay vazgeçmez. Göbeklitepe, antik tapınaklar bulunmadan önce de, yöre halkı tarafından kutsal bir alan kabul edilmekte ve burada bulunan bir yatır, ziyaret merkezi olarak kullanılmaktaydı.
Göbeklitepe’deki dünyanın uygarlık tarihini çok daha geriye çekeceği düşünülen bu buluntular, haklı olarak bütün dünyada hem tarihçilerin hem de arkeologların büyük ilgisini çekti. Antropolojiye de yeni bir bakış açısı ekledi. Daha önce insanoğlunun tarımı keşfettiği için yerleşik yaşama geçtiği düşünülürken, bu buluntulardan sonra ‘’önce din vardı’’ teorisi gelişti. Yani insanın önce dini duyguları gelişti, tapınma yerleri oluşturdular, bu nedenle yerleşik hayata geçtiler diye de düşünülmeye başlandı.
Herkesin konu ile ilgili söyleyecek bir sözü vardı, içlerinde en mütevazı fikirleri ortaya atan orijinal arkeoloğu Klaus Schmidt oldu. Benzer buluntuların bölgede çok daha geniş bir alana yaygın olduğunu da göz önünde bulundurarak buranın daha önceden bilmediğimiz kadim bir uygarlığa ait olduğuna inandı. Ben, Klaus Schmidt ile tanışma şansını buldum ve onunla aynı fikirdeyim, muhtemelen yıllar içerisinde, bu uygarlığın daha ayrıntılı bir şekilde ortaya çıkartılmasının mümkün olduğunu düşünüyorum.
Ancak bu tarihlendirme elbette Eric Von Daniken’le başlayan bir akım olan ‘’uzay teorisyenleri’’nin de hayal güçlerini uçurdu. Onlar Göbeklitepe’yi, bin yıllar önce uzaylıların gelip de insan ırkı üzerinde bir genetik deney yaptıklarının bir delili olarak göstermektedirler.
New Age dalgası ile birlikte bütün dünyayı saran akımlara bağlı çeşit çeşit mistik guruplar, toplu halde gelip bu ‘’ilk tapınak’’ta dolunay, gün doğumu, gün dönümü ayinleri yapmaya başladılar. Astrologlar resimlerde çeşitli horoskoplar keşfettiler. Vs, vs.
Yani şu anda bu buluntular, henüz haklarında doyurucu bir açıklama yapılamadığından olmalı, herkesin hayal gücünü çalıştırmak için uygun ve görkemli bir tetikleyici gibi çalışıyor.
Biraz daha arkeolojik bilgi vereyim. Göbekli Tepe’de bulunan bu yuvarlak yapılarda, bazılarının boyu 7 metreyi bulan, çoğu henüz çıkarılmamış durumda olan, toplam 300’e yakın dikilitaş var. Açığa çıkarılan dikili taşların üzerinde bazıları kazıma, bazıları ise kabartma tekniği ile yapılmış pek çok muhteşem motif var. Motiflerde kedigillerden, boğa, yaban domuzu, tilki, turna, ördek, akbaba, sırtlan, ceylan, yabani eşek, yılan, örümcek ve akrebe kadar o dönemde bölgede yaşayan bütün yabanıl hayvanlar betimlenmiştir.
Dikili taşların bazılarının bel kısmında birbirine kavuşturulmuş el kabartmalarının olması, dikili taşların, en azından bir kısmının, stilize edilmiş insan heykelleri olduğunu düşündürmektedir.
Bütün resim ve heykellerin inanılmaz bir işçiliği, estetik anlayışı, epik masal anlatıcılığı ve sanat değeri vardır.
Ancak bütün bu imge zenginliği arasında belirgin biçimde çizilmiş tek bir insan resmi bulunmaktadır. Bu çizimde çömelmiş pozisyonda duran bir kadın vardır.
Bu kadın hakkında internette biraz araştırma yapan herkes, kadının dünyada bilinen ilk şaman kadın olduğundan tutun, Mısırlı ismine benzer isimlerle anılan bir tanrıçaya kadar her türlü saçmalık okuyacaktır.
Oysa bu kadın, Klaus Schimdt tarafından ‘’doğum yapan kadın’’ olarak betimlenmiştir. Kadının gerek oturma şekli ve gerekse de cinsel organlarından sarkmakta olan göbek kordonu ile bu fikre katılmamak imkansız gibi görünmektedir. Benim kendimce biraz daha ayrıntılı bir fikrim daha var.
Ben insanların normal olaylardan ziyade, garip ve nadir olanları kayıt altına almaya meyilli olduklarını düşünüyorum. Doğum eski uygarlıklarda defalarca betimlenmiş bir olaydır. Genellikle bu heykeller tam da bebeğin başının çıkma sahnesini gösterirler. Oysa buradaki kadın, cinsel organından sarkan göbek kordonu ile, açıkça belli ki doğum sonrasında resmedilmiş.
Burada sorulması gereken bir soru var. Neden doğumu betimlemek isteyen birisi daha görkemli bir an olan doğum anını değil de doğum sonrasını çizsin?
O halde doğum sonrasında kayıt altına alınması gereken bir olay yaşandı diye düşünüyorum. Bazen doğum sonrasında bebeğin plasentası (eşi) rahime yapışık olur ve rahimden müdahale edilmeden ayrılmaz. Plasenta doğmadığı zaman göbek kordonunun plasentaya bağlı olan tarafı bu şekilde dışarı sarkar ve bağlanmadıkça da kanamaya devam eder.
Eşin (plasentanın) doğmaması durumunda annenin birkaç saat içinde kanamadan, ya da birkaç gün içinde enfeksiyondan kaybedilmesi kaçınılmazdır.
Bu kadının memelerin ciddi bir şekilde sarkmış olması kadının ya oldukça yaşlı, ya da daha önce bir çok çocuk doğurmuş olduğunu düşündürüyor. Her iki durum da doğum sonrası kordon sarkması için kolaylaştırıcı faktörlerdir.
Yani ben bu kadını Şaman ya da başka bir şey olarak görmüyorum. Bence doğum sonrası kordon sarkmasının, yani tıbben patolojik bir durumun, dünya üzerindeki ilk resmi kaydıdır.
Bu da Göbeklitepe’deki bir resme, bir doktorun gerçekçi bir bakış açısıdır