İkinci adamız Reunion adası idi. Bu ada hem siyasi hem coğrafi özellikleri hem de jeolojik olarak Madagaskar’dan tamamen farklı. Burası bir Fransız sömürgesi, dolayısı ile çok daha modern görünüyor. Bu adada bulunan liman Fransa’nın en büyük 3. limanı imiş. Havaalanı da Avusturalya’ya ara durak olduğu için oldukça büyük ve modern. Şehirler, evler, mezarlıklar tamamen farklı ve modern görünüyor. Deniz içine bir sahil yolu yapıyorlar ama bu yol bizde olduğu gibi deniz doldurularak değil, deniz içine viyadükler koyularak yapılıyor.
Adaya özgü bir yerli halk yok, zaten adaya insan yerleşimi diğer iki adaya göre çok daha yeni olmuş. Ada nüfusunun büyük çoğunluğu adanın kuzey tarafında yaşıyor. Eğer Fransız vatandaşı iseniz bu adada memur olarak çalışırken Fransa’da çalıştığınızdan çok daha yüksek ücret alıyormuşsunuz. Bir nevi bizdeki doğu hizmeti gibi.
Ada Hint Okyanusu’nun Mauritus çukuru denen oldukça derin bir alanında bir sıcak nokta üzerinde bulunuyor. Aslında sadece 5 milyon yaşında oldukça genç bir ada, çünkü okyanus tabanından fışkıran bir daha doğrusu iki yanardağdan ibaret. Bu yanardağlardan şimdi sönmüş olan ve adanın büyük bir kısmını oluşturan Neiges volkanı tepesindeki 3 yapraklı yoncaya benzeyen, üçlü krateri ve 3071 metre yüksekliği ile gerçekten de bütün coğrafyaya hakim. Bu dağ okyanus bu bölgede 4000 metre derinlikte olduğu için aslında toplamda yedibinlik bir dağ. Bu yüksek dağ biraz akla ziyan çünkü 50X45 kilometrelik bir adanın ortasında bulunuyor. Bir başka deyişle Sümela Manastırına gidene kadar 3071 metrelik dağa tırmanıp geri iniyorsunuz. Bu kadar dik ve zorlu bir arazi olunca da ta Avusturalya’dan beri hiçbir yere takılmadan gelen Alize rüzgarları bu küçük adanın, büyük dağlarına çarpıp, dağların tepesini hemen hemen sürekli sislerle kapatıyor. Adaya düşen yıllık yağmur miktarı ise 7500 mt, yani Rize’ye düşen yağmurun 3 katı, hatta daha da fazlası.
Zaten adanın içlerine doğru girildiğinde içine girdiğiniz vadilerin duvar gibi yükselen yamaçları, sık yağmur ormanları ve şelaleleri ile ne kadar göz alıcı olduğunu kelimelerle ifade etmek çok zor. Bu vadilerin ortalarında akan derelerin de tamamen bir siyah volkanik kayaların üzerinden aktığını gözlerinizle görüyorsunuz ve vadilerin aslında lav yarıkları olduğunu idrak ediyorsunuz. Olağanüstü yükseklikleri ile gelin teline benzeyen bu şelalelerden bir tanesi tam 600 metre tek kırımda dökülüyormuş ve bu özelliği ile dünyada tek imiş. Sadece helikopter ile gidilebilen bu şelaleyi görmedik ama aynı vadide 300 metreden dökülen bir şelaleyi gördük.
Ağaçlar Madagaskar’a benziyor ama bu adada hiç lemur yok mesela.
Bu 3 adada da sadece iki mevsim var, Ocak ve Nisan ayları arasında yağmurların ve siklon seviyesinde esen rüzgarların mevsimi, öyle sanıyorum ki 3 ada içinde iklimin en sert olduğu ada Reunion. Madagaskar’dan Reunion’a bir saatte uçtuk, ama bambaşka bir dünyaya konduk diyebilirim.
Adanın güney tarafı ise 2500 metrelik Furniose volkanından meydana gelmiş. Bu volkan da aslında farklı bir ada oluşturmuş, zamanla lavlar denize aka aka her iki ada birleşmiş ve tek bir ada halini almış, adanın yeniden birleşme anlamına gelen adı aslında başka bir nedenle verilmiş ama ada gerçekten de fiziksel olarak yeniden birleşmiş bir ada.
Bu ikinci volkan birincisinden tamamen farklı bir görüntü sergiliyor, çünkü şu anda yeryüzündeki en aktif volkanlardan biri. Bütün yıl volkan bilimciler tarafından izleniyor, adeta dünyanın volkonoloji laboratuvarı. Her yıl 2-3 küçük patlama yaşanıyor, 10-15 yılda bir de gerçekten büyük patlamalar oluyor.
Biz adaya gitmeden birkaç gün önce bu yılın küçük patlamalarından biri daha başlamıştı. Bütün ekip gündüz vakti gittiğimizde ağır bir sisi vardı. Sadece volkan patlamasının sesini duyup, kömür kokularını koklayabildik. Grubun bir kısmı gece de dağa çıktı ve muhteşem videolar çekip döndüler.
Aslında bu genç volkan nedeniyle bir volkan bilimci gibi her aşamayı gözlemek mümkün oldu. Daha önce patlamış bir kraterin içindeki topraklar bol demirli olduğundan kilometrelerce kırmızı Mars topraklarını andırıyordu. Bazı alanlarda çok ilginç şekillerde içi gözenekli tüf kayaları, bazı yerlerde kıpkırmızı kumsallar, bayağı insanın hayal gücünü tetikliyor. Volkan en son zamanlarda yana doğru kayarak at nalı şeklinde denize doğru akıyor. Denize akan lavlar giderek adayı daha da büyütüyor. Aslında denize açılan bu kraterde sürekli büyüklü küçüklü patlamalar oluyor, dolayısı ile at nalının denize açılan bölgesinde çok çeşitli yaşlardaki volkanik faaliyetleri gözle izlemek mümkün oluyor.
Toprak önce kocaman bir lav dili altında kalıyor, mucizevi bir şekilde lavın hemen yanı başındaki orman yanmıyor. Böylece lav soğuyunca önce ortaya bitki örtüsünü bölen sel ya da dere yatağı gibi geniş, simsiyah ve gözenekli bir kaya alanları kalıyor. Ortam son derece nemli olduğundan bu lav alanlarını 10 yıl içerisinde bembeyaz likenlerle kaplanıyor. Bir kez kayaları likenler sarınca içinde bol miktarda su tutma yeteneğine sahip bu kayalar hemen orman tarafından yutuluyor. Ağaç kökleri kayaları parçalıyor, yüzyıllar içerisinde bu volkanik topraklar son derece verimli bir hale geliyor. Bu bölgede gezerken lav tünelleri, lav yalıyarları, lav yarıkları yani bir volkanın nasıl yeryüzünü şekillendirdiğini gözlerimizle gördük.
Ben zaten en çok bu volkanı merak ediyordum, İzlanda’dan sonra bayağı bilgilendirici oldu. Bundan sonraki bir gezimi gene aktif bir volkana doğru yapmayı planlıyorum.
Bu adaların en büyük özelliklerinden biri de baharatları, daha önce Zanzibar adasında geleneksel yöntemlerle üretim yapılan baharat çiftliklerine gitmiştim ve ona da hayran kalmıştım. Ama Reunion’da gezdiğimiz, tamamen modern yöntemler ve bolca insan emeği ile üretim yapan, bir vanilya çiftliği merkezi gerçekten çok aydınlatıcı oldu. Vanilya bitkisi aslında Meksika kökenli ve oradan getirilen bir bitki imiş, ancak bu bölgenin iklim koşulları nedeni ile dünyanın en kaliteli vanilyaları artık buralarda üretiliyormuş.
Vanilya aslında orkide cinsi bir bitki ve kokulu olan kısım fasülye şeklindeki tohumları. Vanilya bitkisi adalara ilk geldiği zaman yıllarca neden fasülyeler çıkmadı diye çok şaşırmışlar, sonunda bir çocuk tesadüfen orkidelerin çiçeklerinin elle döllenme yöntemini bulmuş. Meğer bu adalar vanilyanın doğal ortamı olmadığı için onların döllenmesini sağlayan böcek yok, onun için döllenemiyorlar. Şimdi ise her bir çiçek tek tek elle dölleniyor. Daha sonra oluşan her bir vanilya fasülyesi elle toplanıyor, önce bir gün boyunca buharda bekletilip sonra büyük bir özenle kurutuluyor. Bir vanilya fasulyesinin satışa sunulması toplanmasından sonra 2 yılı alıyor. Bu arada Vanilya kahverengi bir şey, sıvı, toz ya da direkt fasülye şeklinde pazarlanıyor, paketlerde vanilya satın aldığımız beyaz tozlar ise tamamen kimyasal.
Bu etkileyici baharattan bir miktar yaş haliyle aldım, bakalım kurutmayı başarabilecek miyim?
Bu adada gündüz jiple volkana çıkarken, bir türlü kapattıramadığımız pencereden gelen soğuğu yiyip ateşlendim, hem gece volkan seyrine gidemedim, hem de bundan sonra gezi bana zehir oldu. Aslında grubumuzdaki doktor bey muhtemelen Türkiye’den hasta gelmişti, çünkü ilk günlerde hastalandı. İkinci hastalanan kişiler ben ve bizim jipteki bir başka adamdı. Biz de boş durmadık tabi, bütün gruba virüs bulaştırdık. Türkiye’ye geri dönerken grubun çoğu hasta idi, Sermin ise İstanbul’da Trabzon uçağını beklerken hastalandı. Evet belli ki virüs kaptım, ama tam da hastalanacağım gün, o kadar üşümeseydim kadar ağır grip geçirmeyeceğimi düşünüyorum.