Monthly Archives: Mayıs 2024

MİNİ BİR SEFER HİKÂYESİ; ESKİ ASİSTANLARIMLA KÜLTÜR, SANAT, GASTRONOMİ, DEDİKODU NE ARASAN VAR, YA DA ŞÜKÜR NİHAYET KARAHANTEPE

Geçen Eylül aynıda KTÜ’den asistanlarım, Serpil ve Sevcan beni Çanakkale’de ziyaret etmişlerdi, o zaman arada buluşup gezme kararı almıştık, ilk ziyaret için de Karahantepe’yi düşünmüştüm. Geçen hafta sonu bu sefer Burcu’nun da katılımıyla geziyi gerçekleştirdik.

Cuma sabah uçakla Ankara’ya gittim, Serpil’le havaalanında hatta uçağa giderken otobüste buluşup öğlen saatlerinde Adana’ya vardık. Sevcan bizi alıp, tarihi Adana mahallelerinde turistik bir gezi yaptırdı. (Adana sokaklarında park yeri bulmak bir mesele, Sevcan ise bütün gezi boyunca, benim tek şansım diye söylene söylene, hiç zorlanmadan yer buldu.) Büyük saatin etrafında gezdik, tarihi çarşıları, yeni restore edilmiş otelleri, Ramazanoğulları’na ait konak müzeyi, şehir müzesini gezdik. Müze sanırım eski çırçır fabrikasını restore ederek yapılmış, özellikle tarihi kısmından çok etkilendim, mozaik bölümünün düzenlenişi de bir hayli göz alıcıydı.  Elbette müzenin en görkemli eserleri geç Hitit Krallığı döneminden kalan eserlerle ve Asurlularla yapılan ticaretin göstergesi olan mühürler, çivi yazılı tabletler. Ancak çok daha yakın geçmişe ait bölümler de var, şansımıza tarım bölmesinde, sadece pamuktan yapılmış, modern heykellerden ibaret bir kişisel sergiyi görme şansımız da oldu.

Burcu da akşamüzeri uçağı ile Trabzon’dan geldi. Onu alınca bir kebapçıda akşam yemeği yedik, hemen yanındaki çorbacıdan paça çorbası, şırdan, mumbar da alıp tadım yaptık. Özellikle mumbar aldığımız dükkândan söz etmek isterim. Burayı sıradan bir lokanta olarak düşünmek ve değerlendirmek haksızlık olur, belli ki şehrin yeme içme kültürünün yaşam şekline nasıl damga vurduğunu gösteren bir kültür alanı. Çünkü iç ve dış mekânları olan ( en az 70-80 kişinin oturabileceği kadar masa sandalye var), bu da yetmez gibi sokağa taşan dev bir mekân. Özellikle geceleri herkesin gelip paça çorbası içtiği bir yermiş, işkembe çorbası var mı diye sormadım, muhtemelen yok, çünkü bağırsaktan başka ürünler yapıyorlar. Sokaktan görülecek şekilde, 4 tane daha derin, 4 tane daha yayvan dev kazanlarda mumbar ve şırdan dolması kaynıyor. Çorba ise içeride pişiriliyor. İsteyene paket de yapıyorlar, biz paket aldık, bu sırada bile birkaç kişi gelip paket yaptırdı. Kebapçıda yemek yiyorduk ve bizim dışarıdan mumbar getirmemiz onları hiç rahatsız etmedi, birçok mekânda buna izin verilmez. Her ne kadar Sevcan tatlı yiyemedik diye üzülse de, bence keşke sadece ya kebap, ya da mumbar yeseydik. Çünkü o saatte bayağı zorladı.

Sonra hep birlikte Bilen Turizm (Sevcanın arabası ve şoförlüğünde), yoğun dedikodu, aşırı trafik  arasından son sürat Urfa’ya gittik, Şehrazat isimli restore edilmiş bir konakta kaldık. Urfa’ya ne zaman gitsem bir sürü restorasyonla karşılaşıyorum ve her seferinde şehri tanınmaz halde buluyorum. Bence Türkiye’de en başarılı restorasyonlar bu şehirde yapılıyor, doğal taş kullanıldığı ve şehrin geleneksel dokusundan, geleneksel mimarisinden kopulmadan yapıldığı için, kısa sürede neyin yeni yapıldığı bile anlaşılmıyor. Gerçekten başarılı. Son gittiğim zamana göre Balıklı Göl çevresindeki mahalle tamamen restore edilmiş, yalnız bu sefer neredeyse bütün mahalleyi kaplayan devasa bir otel yapılmış, bence bu hata.

Urfa’da geçen seneki selde insanların boğulduğu dal-çık kavşağı ve deprem enkazlarının kaldırılmış bile olsa hazin görüntüleri dışında her şey güzeldi.

Cumartesi turizm rehberimiz geldi. Çakma Siverekli (Amerika’da büyümüş) tur operatörü delikanlı ve çakma Urfalı (Egeli kız, Urfa gelini) rehberimiz eşliğinde 5 yıldız araçla bizden başka müşteri olmadığından özel olmayan ama özel tur aldık.  Önce muhtemelen sekizinci kez Göbeklitepe’yi gezdim. Son gezimden sonra tapınakların çevresinde yerleşim alanları da açılmış ve içlerinden birçok çanak çömlek çıkmış. Bu da şu demek oluyor ki Göbeklitepe daha önce sanıldığı gibi çanak çömleksiz neolitik dönem değil, aksine çanak çömlekli neolitik çağ; yani işler tekrar değişti. Bu durumda, Göbeklitepe ve çevresindeki bu medeniyet MÖ 9000den çok daha geriye gidiyor olması lazım. Gerçekten de bölgede dünya tarihine bilinenden çok daha derin bir sondaj yapılıyor. Bir de ilkel de olsa yazı gibi bir şey (okunabilen) bulunsa tadından yenmez. Yazı bulunmasa bile artık tarihin Sümerlerle başlamadığını biliyoruz, bu bulgularla yazılı tarih Sümerlerle başlıyor ama medeniyetin başlangıcı çok daha eski ve aşağı değil, yukarı Mezopotamya yerleşimli.

Sonra bu geziden kastım olan Karahantepe’yi gezdik; şükür orayı Türk arkeolog kazıyor ve Göbeklitepe gibi çok erken turizme açmayacaklar. Karahantepe buluntuları Göbeklitepeden oldukça değişik, sanki Göbeklitepe ( sadece stellerdeki hayvan populasyonuna bakarak söylüyorum) bölge faunasına saygı niteliğinde, oysa Karahantepede bulunan insan heykelleri ve sarnıç olması mümkün havuzlar, buranın insan üremesi, ya da erginlenme törenlerinin (vaftiz benzeri törenler) yapıldığı tapınaklarmış gibi hissettirdi. Bunlar o denli güçlü buluntular ki ben de herkes gibi hayal gücümü salıverdim.

 Rehberli olarak bir de Soğmatar’a gittik. Burada rehberle Sabiilik, astronomi ve astrolojinin eski dinler üzerine etkisi, matematik, Pisagor, fal, haftanın günleri, gezegenler vb tartıştık. Beni cidden şaşırtan şeylerden biri eskiden bilinen neredeyse bütün tapınakların göksel bir olayla bağdaştırılabilmesine karşın, Göbeklitepe ve çevresinde bulunan benzerlerinde göksel ( mesela bir  horoskop bile yok) bir olaya atıf olmaması, sanki  bütün tapınım alanları, her şey, (şimdilik kaydıyla tabii) yeryüzüne ait.

Dönüşte kızları Urfa’nın eski çarşısına gönderdim, çünkü görülmeye değer, klasik Arap şehirleri Medineleri gibidir. Ben de oteldeki sıra gecesin öncesi biraz dinlendim; sonra sıra gecesine katıldık ama bence bir hayal kırıklığıydı, yıllar önce katıldığım bir sıra gecesinin şamanik gösterisi nerde, nerde bu eğlence, aklımda kalan karşımda oturan 5 kadın, beşininde kucağında aynı boyda bir bebe, karşı sırada oturan 5 koca oldu. Aman bir şeyden geri kalmayalım diye kalkıp oynadıktan sonra, gece vakti Halilül Rahman (balıklı göle) gittik. Hz İbrahim’in mağarasından çıkarken kafamı taş kapıya çarptım, kaç gün geçti hala sızısı geçmedi. Neyse nereye gittik de rezil olmadık ki zaten.

Pazar sabahı önce yöresel ürün alma maratonuna girdik, çok güzel bir pazarlama tekniği (bildiğiniz rehber gibi ürün tanıtımı, tadımı, ikramı, gurup indirimi, hediyeleri ne arasan var)  ile bize bir sürü (gerçekten sepet sepet) yöresel örün sattılar.

Daha sonra yenilenmiş Urfa müzesine gittik. Ölmeden önce mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri, inanılmaz derece zengin ve güzel düzenlenmiş bir müze. Hele Göbeklitepedeki 4 numaralı tapınağın ve Nevali çörideki kare tapınağın gerçek boyutunda replikası yapılmış. İnanılmaz etkileyici, içinden çıkmak mümkün olmuyor, sanki gerçek tapınağa gitmiş gibi hissettiriyor. Bunun haricinde de binyıllar boyunca son derece zengin buluntular sergileniyor, artık çivi yazılı tabletler filan çerez gibi geliyor, o derece. Sırf bu müze için en az 5-6 saat gerekli, ama dönmez zorundaydık, sabah yiyemediğimiz ciğer yeme ritüelini öğlen idrak ederek Urfa’dan, Gaziantep’e doğru yola koyulduk.

Antep’de, Sevcan’ın günler süren tatlı krizini katmer ve künefe ile nihayete erdirme ve hepimizi şeker komasına girme çalışması yaptıktan sonra, bir de hediyelik baklava alma telaşına düştük. Resmen New York’taki mücevher satış mağazaları gibi burada baklava satış mağazaları var. Sevcan, inanılır gibi değil ama orada da birkaç parça baklava, şöbiyet filan gömdü. Helal olsun valla. Bütün bu kebap-sakatat-tatlı maratonu sırasında kızlar, detoks sularını da içtiler, sözüm ona metabolizma canlandırıp, kilo almamayı becerdiler.

Üç gün süren çöl sıcaklarından sonra Antep- Ankara-Çanakkale uçuşu ve Çanakkale’de aniden 15 derece rüzgârlı havada dişlerimin birbirine çarpması şeklinde bir son.

Show Buttons
Hide Buttons