Daily Archives: 31 Ekim 2020

ZOR ZAMANLAR, ÜSTÜNE BİR DE BAŞ ROLDE URANÜSLE MAVİ BİR BOĞA DOLUNAYI, DNA’LARIMIZDAKİ ŞAMAN ORTAYA ÇIKTI

Bu yıl, artık şaşırmayı unuttuğumuz, her korkutucu olayı ‘ bu yıl, bu da olmasaydı şaşardım zaten’ diye göğüslediğimiz bir yıl oldu. Sanırım ileride, insanlık tarihi içerisinde, bizim yaşadığımız bu kısıtlı zaman diliminin en çok anılacak yılı bu yıl olacak, en azından tıp tarihi açısından böyle olacağını iyi biliyorum.

Çünkü bu salgın ve nasıl devam edeceği ve sonlanacağı konusu henüz meçhul, bu ve büyük olasılıkla gelecek yıldan salgın bilimi açısından alınacak bir sürü ders olacak.

Salgın başladığı günden itibaren, insanlık tarihine damga vurmuş diğer salgınlar dikkat çekti. Ancak bu deneyimlediğimiz salgın, önceki veba salgınlarına bir çok açıdan hiç benzemeyen bir salgındır. Damlacık yolu ile bulaşan bu boyutlarda salgının tek örneği, 100 yıl önce birinci dünya savaşında ortaya çıkan salgındır. Çünkü o zaman dünya savaşı dolayısıyla, daha önce örneği görülmemiş şekilde, kıtalar arası insan taşımacılığı ve ordu düzeni içerisinde toplu yaşam koşulları mevcuttu.

Dünya bu tarihten önce bu kadar sıkışık yaşamıyor, bu kadar uzaklara bu kadar yoğun insan dolaşımı olmuyordu, dolayısıyla damlacık yolu ile bulaşan bir viral salgının bu kadar hızla dünyayı dolaşması mümkün değildi.

Şimdi de hem çok kalabalık bir insan nüfusu var, hem de çok işlek bir insan dolaşımı var. Aslında bu yaşam şeklimizle, insanoğlu olarak, bulaştırıcılığı fazla, ölüm oranı düşük, damlacıkla bulaşan bir virüsün pandemi yapması için tam da uygun bir matriks oluşturuyoruz.

Bundan sonra da insan nüfusu en azından yakın gelecekte, azalma eğilimi göstermeyecek, şehirlerde toplu halde yaşamaya giderek daha da kalabalıklaşarak devam edeceğiz ve dünyayı giderek daha da bir birine yaklaştıran seyahat, ticaret alışkanlıklarımız da azalmayacak.

Sonuç olarak bir sonraki damlacık (hava yoluyla bulaş) pandemisi çok daha uygun bir ortamda, çok daha kolayca yayılacak. Çünkü virüslerin yaşam döngüsü böyle, onlar yaşamlarının devamlılığını sağlamak için, sürekli değişiyor( mutasyon).

İnsanoğlu evrim süreci içerisinde, en güçlü en dayanıklı tür olduğu için değil,  çevre koşullarına en iyi adaptasyon gösteren ve çevreyi kendi lehine (kısıtlı da olsa) değiştirebilen bir canlı olduğu için bu gün besin zincirinin tepesinde bulunuyor. Sonuç olarak bu salgın, gözlem yapıp bilimsel veriler ışığında gelecekteki salgınlar için başa çıkma modellerine ilham verecek.

Evet bu yıl işimiz sadece salgın olsaydı, belki de bu yılın uğursuz bir yıl olduğunu düşünmeyecektik, ama yıl boyunca meteor düşmesi dahil, her türlü doğal afetler de bir türlü hız kesmedi.

Dün, bizim de evde otururken ciddi derecede hissettiğimiz İzmir depremi oldu. Aslında bugün gerçekleşecek olan mavi dolunay, boğa burcunda, Uranüs etkisinde ve ülke astroloji haritasının çok stratejik bir noktasında olduğu için, astrologlar 31 ekim tarihi civarından kasım ortasına kadar deprem riskinin arttığını bildirmişlerdi. O nedenle, zaten bütün yıl boyunca ülkede neredeyse bütün fay hatları da aktif olduğundan deprem şaşırtmadı.

Beni asıl şaşırtan astrolojinin bu kadar iyi işlemesi oluyor. Çünkü bütün ömrüm boyunca, ‘burcun ne’ muhabbetlerine, kız tavlama taktiği ya da İngilizlerin ‘bugün yağmur yağıyor’ demesi kadar iletişim kurmak için boşluk doldurma sözleri olarak bakmıştım. Ancak son yıllarda yakın sosyal çevremde de astroloji ile ilgilenen bir çok kişi birikti, hatta eğer konuya bu kadar yabancı kalırsam giderek konuşmalardan bir şey anlamamaya başlayacağım diye korktum. Emekli olduğum yıl online bir eğitim bile aldım. Ancak o zaman bile pek de aklım yatmamıştı ama şimdi ne yalan söyleyeyim bu yıl en çok takip ettiğim kişiler astrologlar oldu.

Astroloji, gökyüzüne, yeryüzünden bakan ve gök cisimlerinin konumlarının daha önceki deneyimleri göz önüne alarak bizi nasıl etkileyeceğini tahmin etmeye dayalı bir yöntem.

İçinden geçtiğimiz zaman dilimi bize besin zincirinin tepesindeki konumumuza rağmen doğa karşısında ne kadar naif olduğumuzu kafamıza vura vura öğretiyor. Hal böyle olunca da doğa gözlemine dayalı ve ona zarar vermeyen her yöntem kabulüm. Hatta, günler geçip yaşım ilerledikçe, giderek  içimdeki şaman kendini daha fazla ortaya çıkarıyor. Bu dolunay anında biz de kendimizce bir toprak ritüeli yapacağız.

Tasavvufta, kuantum fiziğinde ve daha bir çok öğretide insanın ilahi gerçeğe ulaşabilmesi için kendi içine bakması gerektiği öğütlenir. Çünkü hem felsefi, hem de bilimsel olarak aslında bütün varlıklar gibi biz de evrenin materyalinin (fiziksel boyutta, enerjitik boyutta) bir parçasının yoğuşmuş (paketlenmiş) bir parçacığıyız. Bizi oluşturan her bir atom tanesi bizi çevreleyen ortamla sürekli değişim halindedir. Yani birkaç ay içerisinde şu anda içimizde var olan her bir atom değişmiş olacak.

Bu bağlamdan bakınca içimize bakmak gerçekten de ilahi hakikate ulaşabilmenin bir yöntemi gibi duruyor. Ancak insan duyum ve algıları bunu fark edebilecek düzeyde değil.

Galiba ilahi gerçeğin (bütün varoluş) sırrına ermek için içe bakmak kadar dışarı, bizi çevreleyen her şeye bakmak daha da  önemli. Çünkü en azından bu durumda 5 duyumuzu işin içine sokabiliyoruz.

Bu kadar laf kalabalığını yapmaktan kastım, bu dolunayda yapacağım gibi doğaya adanmış ritüellerin göründüğünden daha derin anlamlar taşıdığını anlatabilmek. Aslında doğanın bir parçası olduğumuz bilgisi DNA’larımızda mevcut. Atalarımızın her bir doğa olayı için başka bir tanrı düşünmeleri hiç de anlamsız değil. Modern insanlar olarak sadece her şeyin, her varlığın, tek şey, tek varlık olduğunu anladık. Hepsi bu. Yani mesela suya, toprağa, gökyüzüne yaptığımız bir niyet (ritüel) bütün evrene yaptığımız bir niyettir.

Show Buttons
Hide Buttons