Daily Archives: 19 Ekim 2020

DAMLA KENDİNİ TAMAMLAYINCA DAMLAR. KAN AYAĞIMLA, BU BLOGA ANILARIMI YAZARAK DAMLIYORUM

Özdemir Asaf hayranıyım. Daha doğrusu şiir yazabilen insanların hayranıyım. Şairler, insan türünün genelinden daha üstün ifade yeteneğine sahiptir, düz yazıyla 400 sayfada yazamayacağın bir düşünceyi işte böyle 4 kelimede yazarlar.

Oysa toplum genelinde, büyük çoğunluk birkaç yüz kelime ile konuşuyor, hatta son yıllarda konuşmuyor bile ‘aynen’ deyip geçiyor. Kalemle yazarken, üst satırda yazılmış bir kelimeyi alt satırda tekrar yazmamak için ‘denden’ işareti kullanırdık. İşte bu aynen kelimesi de anladığım kadarıyla sadece aynı fikirdeyim anlamında kullanılmıyor, bazen denden yerine geçiyor, bazen de sırf konuşmaya dahilim anlamında kullanılıyor, bazı kullanım alanları ise benim açımdan meçhul.

İstatistik dersinde ilk öğretilen şeylerden birisi çan eğrisidir. Bir değişkenin dağılımı bazen daha dik, bazen daha yayvan ters çevrilmiş bir çan şekline benzer. O değişkenin toplumda dağılımı büyük ölçüde ortalamaya ve birbirine yakın değerlerdedir, ancak çok küçük bir kısım çan eğrisinin üst ve alt ucunda bulunurlar.

Örnek verecek olursam,  bebekler eğer normal vaktinde doğmuşlarsa üç kilo civarında doğarlar, sınırı 2800/3200 gram yaparsak bebeklerin en a %50si, sınırı 2000/4000 gram yaparsak neredeyse %90ı bu sınırlar içerisinde kalır. Normal vaktinde doğduğu halde mesela 1800 gram ya da 5500 gram doğan bebek sayısı ise çok azdır, işte bu bebekler çan eğrisinin iki aşırı ucunda bulunan aykırı (!) bebeklerdir.

Kendini ifade etmek yeteneği de toplumda böyle çan eğrisi oluşturur. Aslında ‘kendini ifade etmek’ terimini yanlış kullandım, çünkü topluma seslenen çok önemli bir hatip bile sıra kendini ifade etmeye gelince duygusal ya da mental olarak kısıtlı olabilir. İfade yeteneği demek daha doğru olacak. Herhangi bir olayı, duyguyu, düşünceyi anlatırken şairler çan eğrisinin yüksek tarafından taşan aykırı insanlardır. İşte bu sebepten, büyük çoğunluğu aynen, aynen diyerek konuşmayan toplumlarda dahi, sadece kendi nesillerine değil, gelecek kuşaklara da seslenirler.

Özdemir Asaf ise tek cümlelik şiirler yazabilen, kendi kafamda çok farklı bir yere koyduğum bir şairdir. ‘Damla kendini tamamlayınca damlar’ yazabilen bir şair.

Bütün bu laf kalabalığını yapma sebebim şu; bu salgın gölgesinde geçen aylarda, sosyal mesafe kurallarına uyabilmek adına, arkadaşlarımla zaman geçirmeyi oldukça kısıtladım, seyahat etmeyi ise neredeyse sıfırladım. Bu durumda da haliyle canım sıkılıyor. Canım sıkılıyor dediğim herkes bana bir kitap yazmamı öneriyor. İşte bu isteğe toplu cevap veriyorum; damla kendini tamamlayınca damlar, ben herhangi bir konuda, bir kitap damlatacak kadar biriktiğimi hissetmiyorum. Öyle iki satır yazabilince, kitap da yazılabileceği kanaatinde değilim.

Bu bloğu yazarak kendimce damlama sebebim ise her zaman belirttiğim gibi, bir sivil tarih oluşturma sorumluluğu hissetmem. Çünkü söz uçar, yazı kalır. Eğer yazmazsak, gelecek kuşaklar, bizim bu çağda, bu ülkede,bu şartlarda yaşadığımızı hiçbir zaman bilemeyebilir.

Ben kendim, bir kişi olarak insanlık tarihinde hiç de önemli değilim, ancak Türkiye Cumhuriyetinin daha ilk 100 yılında yaşamış bir kadın olarak kişisel tarihimin, bu toplumun sivil tarihinin bir parçası olduğunu düşünüyorum.

Burada damlayarak, biz bu şekilde var olduk demek istiyorum.

Bundan sanırım 30 yıl kadar önce İngiltere’de bulunduğum sırada bana hep kuşku ile yaklaştılar, kendi ülkemde de bu şekilde başım açık, pantolonla gezip gezmediğimi sordular. Onların hayalindeki Türkiye, 1990lı yılların başında bile, kafaları sarıklı, ayakları çarıklı adamlar ve haremlerde nargile içip raks eden cariyelerden meydana gelmiş bir toplumdu.

Umreye gittiğim zaman, orada Endonezyalı bir kadınla tanışmıştım. Kadın kendi ülkesinde bir profesör idi, daha önce en az 20 kere kutsal topraklarda bulunmuş, neredeyse bütün tatillerini orada geçiren bir kadındı. Benim de profesör olmama ve İngilizce konuşabilmeme çok şaşırdı, hayretler içerisinde gerçekten Türk olup olmadığımı defalarca sordu. Çünkü maalesef ki onun daha önce tanıdığı kadın Türk hacıların eğitim seviyeleri son derece düşüktü. Onun kafasındaki Türkiye imajı da 30 yıl önce İngiltere’deki insanlardan pek farklı değildi.

Bunlara sinirlenmek yerine gerçeği kabullenmek lazım ve ne yazık ki gerçek şu ki, ben ve benim gibi yaşayabilen kadınlar çan eğrisinin uçlarında kalıyoruz. Bu toplumda hala kadınların büyük çoğunluğu, bir bireyden ziyade önce baba evinin, sonra koca evinin bir parçası (hatta malı) kabul ediliyor. Sonra da kadına karşı şiddetten, kadın cinayetlerinden söz edip şaşırıyoruz.

İşte bu ortamda bir kadın olarak cumhuriyetin kazanımlarını kayıt altına alma ihtiyacı duyduğum için yazıyorum.

Çalışırken hastalarıma, öğrencilerime karşı damlaya damlaya yağmur oldum, biriktirene göl oldum, emekliyken yaşam şeklimi gelecek kuşaklara damlatabilmek için bu bloğu yazıyorum.

Kitap yazmak çok daha farklı bir şey.

Bilmeyenler için not; ‘kan ayaklı’ demek Karadeniz bölgesinde yaygın olarak kullanımıyla ‘kadın’ demektir. Belki fazla koşturmaktan ayaklarına kan oturması gereken kişi anlamında ya da belki ‘gizemli’ aylık hormonal düzen ile kadın olmayı bağdaştırmak için kullanılmaktadır.

Show Buttons
Hide Buttons